9
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1262
Okunma

"Siz bilmezsiniz,
ben onu gördüm.
Tepeden tırnağa aşktı gelen!
Uzun yolculuklara çıkmadan önce sevdiklerim, onlara fark ettirmeden süzerim bir köşeye çekilip. Yaptıkları hareketlere anlamlar yüklemeye çalışırım. Üzüntü ararım gözlerinde, ellerde ayrılığın getirdiği o titremeyi arar gözlerim. Sonra vakit gelince isteksizlik çökünce ayak bileklerine dermanlarının kesildiğini fark ederim.
Gitmek" sözcüğü bazen kavuşmalara gebedir, kimi zaman da ayrılıklara.
Bilirim.
Ne zaman uzun yol yolcuğuna çıkacak olsam o görünmez maskeyi takarım yüzüme, gözlerimi kaçırırım.
Gözlerinizi kaçırmazsanız ne romanlar dökülür sayfalara, ne öykülere kahraman olursunuz.
Bunun için bakışlarınızı kaçırdığınız çok gerçek var ve birçoğunuz o çok sevdiğinizin göz bebeklerine bakarak;
gidiyorum, diyemediniz ya.
Ne zaman giderken hoşça kal deme cesaretini bulursa karşımdaki anlarım o an vaktin geldiğini, bittiğini sevginin,
"tükenmek" eylemini ekine köküne ayırmayı kabullenirim.
Bazen hiç çok şeydir dökülürken dudaklara. Soru cümlelerinizin cevapsız kalması ise ondan vahim.
Ünlemsiz cümle kurdunuz mu hiç,
-kurmadınız mı ?
İnanmam.
En sinirli olduğunuz zamanlarda yüzünüzdeki asabiyet portresiydi imlanız. Sevinirken gözünüzden damlayan gözyaşınız, terk ederken kalbinizde bastırdığınız sancınız,
giderken dudaklardan dökülen şarkınız.
Yandınız mı peki?
O bildiğiniz yangınlar değil demek istediğim.Kibritle alev alan bir ev gibi değil yani. Gece yarıları yorganın altında büzülüp hıçkırığını susturarak dağlar gibi.
Ah bilmezsiniz.
Konuşur da kendi kendine duymazsınız.
Depremler yaşadınız kim bilir kaç şiddetinde... Bazen 5.9’luk bir sarsıntıda düştü aklınıza gerçekleriniz, belki de enkazdan sağ çıkmayı başardınız.
Kalbi depreme maruz kalan var mı aranızda?
En sevdiğinizin ölüm haberinde kirişlerin sesleri yankılanırken kulaklarda, duvarlar çatlarken duyduğunuz o kirli cümleleri, kapılar çarparken yankılanan o süslü kelimelerin örtbas ettiği çirkin gerçekleri.
kaçınız sağsınız şimdi?
...
Birçoğunuz gülmeyi başardınız sonunda, aynalara barıştınız.Öfkenizden kestiğiniz saçlarınız uzadı,
büyüdünüz.
Ne diyordum ben?
Havaalanına giden metro durağında el salladım arkalarından. Otobüsle yirmi dört saat sürecek yolculuğu iki saat sonra tamamlayacaklar. Bu tür ayrılıklarda ellerim titremiyor nedense, gözlerim de dolmuyor.
Çünkü döneceğim sözlerini verdi hepsi.
Yorgunluğu gözlerinden dökülen yolcular geçiyor yanımdan, seferi beş saniye ile kaçıran gencin hüznünü yakalıyorum gözlerinde,sıktığı yumruğunda,suskunluğunda.
Acele etmeden merdivenler çıkıyorum.Yürüyen merdivenleri sevemedim hiç.Ayak bileklerimdeki ağrı yorgunluktan değil,
Ayrılıktan, dedi içimdeki sus pus ettiğim.
Yarın telaşlı bir hazırlık var. Düşündükçe göz bebeklerimin güldüğünü fark ediyorum geçen araba camlarında. Yeni kurulacak bir yuvanın şahidi olacağım, imza atacağım o mutlu yuvanın kurulmasına.
Sonra onları izleyeceğim. Beyaz gelinliğiyle çıkacak evinden el sallayacak tebessümle.
Sevineceğim...
Yalansız, tertemiz bir yuvaya şahit olacağım, en yakın arkadaşım gelin olacak.
Gülümsüyorum.
Fark ediyorum şimdi.Çok çabuk geçiyor zaman.Yüzümüzdeki o sarsılmaz güzellik solmaya başlayınca bakıyoruz aynalara. Gündüzün sıcak aydınlığı dönüşünce zifir karanlığına; anlıyoruz her başlangıç bir sona yolcu...
Biz yolcuyuz o geldiğimiz topraklara...
Neyse, gülmek güzelmiş üstelik dudaklarının kenarında beliren gamzeyi fotoğraflarda yakalayınca daha güzel şu hayat dedikleri.
"Ah be hüzün, gömme beni toprağına,
bak gülmek de yakışıyormuş bana."
Nuray Kaçan -2014