1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
424
Okunma
Eskiden, yani büyük dedelerimiz zamanında hayat ile ölüm iç içeydi. Ne hayat, ölüme galebe çalar ne de ölüm, hayatı bastırırdı. Mezarlıklar şehrin dışında değil, bizatihi yaşamın merkezindeydi. Üstelik etrafı yüksek duvarlarla çevrili de değildi. Sabah işe giderken görülen ilk yer, ve akşam eve dönüşte karşılaşılan yerler mezarlıklardı. Çarşı, Pazar mezarlıklara bakar, mezarlıklar esnafa sanki şöyle seslenirdi; ölçüye, tartıya aman dikkat! Yarın hak vaki olduğunda yeriniz yanımızdır. Kadınların, çocukların pikniğe gider gibi gittikleri yerler mezarlıklardı çünkü, mezarlıklar şehrin en güzel yerlerindeydi. Yabancı seyyahların en çok ziyaret ettikleri, eserlerinde övgüyle bahsettikleri yerler hep mezarlıklardı.
Tarih ve kültürden kopmak bu olsa gerek… Kutsallık, uhrevilik, maneviyat adına ve varsa hayatımızdan söküp attık. Onun yerine sınırsız gezmeyi, eğlenmeyi, doyumsuz yemeyi, içmeyi ikame ettik. Böyle olunca mezarlıklara yol göründü, çünkü onlar bize ölümü hatırlatan en büyük vaizlerdi. Ölüm ise lezzetlerin bir sonu olduğunu akla getiriyordu. Mezarlıklardan boşalan arsalara da AVM’ler, fast foodlar, mağazalar, internet salonları, cep telefonu dükkanları tahtını kurdu. Şimdi onlar fanilik tahtında altın çağını yaşıyor.
Geriye kala kala beş on mezardan ibaret camii hazireleri kalmış. Onlara dahi sahip çıkılamamış; kiminin mezar taşı çalınmış, kiminin mermerleri kırılmış. Eğer bir gün gezmeler, eğlenmeler, yemeler, içmeler, cep telefonları sohbetleri, face’deki paylaşımlar ve sınırsız alış verişler derdinize derman olmaz, sizi tatmin etmezse bir cami haziresine gidin (eğer kaldıysa) ruhlarınızı o mezar taşlarının gölgesinde dinlendirin. Ölümü ve sonsuzluğu hatırlayın. Dünyanın fanilik tahtından inin, saltanatınızı sonsuzluk ve ebediyet üzerine bina edin.