7
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1112
Okunma

Evleneli dokuz yıl olmuştu. Dokuz koca yıl önce, nemli bir İstanbul sabahıydı evlenme teklifi aldığında Kadın. Her kadın gibi kolayca inandı kırmızı güllere, bir tebessüme...
Çabucak evlendiler. Postal gıcırtılarının sesleri memleketten yeni uzaklaşmıştı ki, ilk çocukları dünyaya geldi.Çalkantılı dönemin savurduğu Ankara’da, bir hastanede gözlerini açtı o çocuk. Terli lohusa alnını silerek ’Bir oğul’ dedi adam kadına, ’bir oğul verdin, ömrüme ömür kattın. Aile nedir sende gördüm, sende bildim...’
İki kişilik evi bir anda çığlıklarıyla, kahkahalarıyla doldurdu Çocuk. Aile tamamlanmıştı işte, daha da güçlendi Adam. Daha çok çalışmaya, çabalamaya başladı. Çok sıkıntı çektiler, çok üzüldüler ama bir gülüşüyle herşeyi sildi attı Çocuk. O’nun gözleriyle hayat bambaşkaydı çünkü, o umuttu, sevinçti, şanstı, sevgiydi...
Yıllar akıp gitti. Çocuk 7’sine bastığında artık yalnız değildi. Mini mini bir kız katıldı aileye, doktorların biçtiği 1 haftalık ömüre inat direndi, ağladı, çığlık attı olanca gücüyle ve yaşadı. Çocuk kardeşini şaşkınlıkla karşıladı önce. Ağlamasını, uyanmasını, uyumasını izledi gözünü bile kırpmadan. Uyuduğunda nefesini dinledi acaba gerçekten ölecek mi diye. Ailece taşındıkları Tatar köyünde dünyaya gelen bu minik şey onun en büyük uğraşı olmuştu. Kadın ise iki kardeşe bakarak içini huzurla dolduruyordu. Lakin bu evde artık bir boşluk vardı. Eve seyrek gelen Adam’ın yarattığı boşluk.
Adam yeni çevre yaptı kendine. Okulunu bitirdi, yıldızı parladı. Babadan da miras kalınca, evdeki üç nefes ayak bağı olmaya başladı. Çok erken evlenmekle hata yaptığını düşünüyordu her gün. Kadın ise hissetmesine rağmen bu değişikliği, sustu, sineye çekti olanı biteni. Küçük kız 1 yaşına geldiğinde bir misafiri daha vardı evin; 6 aylık hamileydi kadın. Köy evinde iki çocuğuyla yalnız yaşayan anne için bir de yeni misafir sıkıntı yaratmıştı, adamın ilgisizliği de eklenince... Yine de sustu kadın. Sustu ve yuttu adamın her lafını, her hakaretini.
Kırılma noktası ise tam o döneme denk geldi. Koskoca dokuz yılı aynı yastıkta geçiren Adam ve Kadın o gün şiddetli bir kavgaya giriştiler. Adam sakinleşmek için kendini dışarı attı. Kadın ise içeride biten içme suyunu kapının önünden takviye etmesini istedi. ’Kendin al’ dedi ve gitti Adam. Kapının önünde duran bidon tamamen buzlanmıştı, oğul içeri alamadı. Kadın bidonu içeriye kadar taşıdı ancak çok geçmeden sancılandı. Çığlıkları yeri göğü inleten Kadın, 2 saati aşkın bir süre tek başına çocuğunu düşürdü. Ailenin son misafiri, ilk nefesini alamadan...öldü...
Sabaha kadar kanlar içinde yattı Kadın, kimse gelmedi. Oğul sabaha karşı kucağında kardeşiyle, korku dolu gözlerle kapı kapı dolaştı ve yardım istedi. Kimse gelmedi. Sabah Adam eve geri döndüğünde Kadın çoktan kendinden geçmişti.
Gözlerini hastanede açan Kadın için Adam artık bir yabancıydı. Dokuz yıl aynı yastığı paylaştığı, aynı bardakla su içtiği adam, suyu çok görmüştü kendisine ve çocuklarına. Sadece 10 dakikasını ayırarak bidonu içeri alabilecekken, içeride içme suyu kalmadığını biliyorken arkasını döndü ve gitti. O artık bir yabancıydı. İnsanlar vardır; yolda gördüğü susuz kalmış kediye su veren, insanlar vardır; evinde yükselen seslere sırtını dönen... Adam sırtını dönüp gitmeyi tercih etti. Geri döndüğünde gördüğü manzaranın ise telafisi mümkün değildi.
Evlendikleri hızda boşandılar. Kadın, oğlunun yüreğinde açılan yaraları sevgisiyle kapatmaya çalıştı. Küçük kızın zaten hiçbir şeyden haberi olmasa da evdeki eksiği ve garip havayı hissediyordu. Yıllar geçtikçe eksiklik daha da hissedilir oldu. Kadın olanca gücüyle Adam’ın yerini de dolduruyordu ancak oğlunun ve kızının gönlündeki boşluğu dolduramazdı ki.
Adam kendine yeni bir Kadın bulmuştu, aynı hızda da evlenmişti. Elini eski ailesinin üzerinden çekmiyormuş gibi göründü bir süre. Önce haftada bir uğradı eve, birkaç saat çocuklarla ilgileniyormuş gibi yaptı. Sonra 2 hafta, 1 aya çıktı süre. Aramayla bulunamayan bir Adam haline geldi, ulaşmak mümkün değildi. Çocuklar onu özlediklerinde değil, o babalık yapmak istediğinde görüşüyorlardı sadece. Sonunda bir gün tamamen gitti. Geride en ufak bir iz, isim, adres bile bırakmadan gitti...
Adam gitti, zaman da durmaksızın akışını sürdürdü. Dolmaz denilen boşluklar da doldu. Birşeylerin yokluğuna, varlığından daha kolay alışılıyor olsa gerek, buna da alışıldı.
Hikayemiz haftalarca, aylarca sürebilir. Bu ve buna benzer milyonlarca hikaye yazılabilir. Hikayelerin satırlarda can bulması insanların acılarını azaltmaz. Acıyı azaltmanın (Ya da en baştan engellemenin) en kolay yolu, doğru karar vermekten geçer. Adam, evlilik sorumluluğunu alabileceği zaman evlenseydi, yahut hiç evlenmeseydi ne acır ne de acıtırdı. Kadın aldığı ilk yarada kangrenli kolunu kesip atmayı bilseydi ne kanar ne de kanatırdı.
Adamların ve kadınların yaptıkları seçimler sadece kendilerini bağlamaz. Yetişkinler, yetişkin olduklarında en çok bunu görmezden gelirler. En çok hasar alanın oğullar ve kızlar olduğu sadece televizyon programlarında intihar eden, evden kaçan, uyuşturucu kullanan, tacize uğrayan, taciz eden çocukların sayısı arttığında farkederler. “Yahu biz ne yapıyoruz” sorusu dile getirildiğinde, tıpkı Adam’da olduğu gibi, ortaya çıkan manzaranın telafisi mümkün olmayacaktır.
SAĞLIK / 2011