3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1565
Okunma


“EFSANE” İskender Pala’nın tarih kokan romanlarından biri. “Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk” ‘ı okuyanlar, değerli romancının, insanı, tarihin derinliklerinde nasıl gezdirdiğini iyi bilir. Henüz bitirdiğim “ Efsane”de zamanında garp tarafınca Barba-Rossa olarak bilinen Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa’nın öyküsü doyumsuz bir macera olarak sunulmuş, bir solukta okuyorsunuz.
Kitaplar çok şeyler anlatır ve öğretir. Bazen bir kelimenin peşine takılır gidersiniz. Kitabın son bölümü 1546 yılını, Barbaros Hayrettin Paşa’nın vedasını, naşının boğazdan Beşiktaş’a getirilişini anlatıyor:
Barbaros Andrea Doria’yı Prevezede sulara gömmüştür, Şehzade Alkala - Barbaros’un Sidican’ı – ile Beatrix – güzel Billure- in aşkı vuslata ermiştir. Bunlardan yıllar sonra 1546 ‘da donanma, Kaptanı-ı Derya’yı Beşiktaş iskelesine getirir.
“ Sanki Barbaros’un cenazesini donanması değil de sular taşıyor gibiydi…..Cemayma Hatun ile Aladule’nin seslerini tanıyabiliyordum, ama bir ses daha vardı ki diğerlerinden yüksek çıkıyordu…..Seslere karışan başka feryatlar da duyuluyordu. Sundurma ve hayatı dolduran kalabalığa bakınca sırtlardaki Rum köyünün kadınları ve çocuklarını gördüm. Hepsi veli nimetlerini yitirmiş oldukları için üzülüyor, bundan böyle kendilerine yardım edip aydan aya gizlice kapılarına erzak yığdıracak bir Hayrettin daha çıkar mı diye hasretle ağlaşıyorlardı.
……….”
Yazar Barbaros’un naşının toprağa verilişine dair manzarayı Alkala’nın ağzından anlatmaya devam eder;
“Paşa deden , şehzadem, bu mermer taşı İskenderiye’den getirtmiş ve gemilerinden karaya çıkacağı zaman aborda olmak üzere diktirmiş. Yanına da sütunlar şeklinde beş baba taş koydurtmuş ki gemileri aborda olacağı vakit çımacılar halatlarını bu taşlara bağlasınlar. Taşlar şu gördüğün meydana bir güzellik katınca halk buralarda eğleşmeye, hatta çarşı Pazar kurmaya başladı.
………………..”
Deve Meydanı denilen yer zamanla beşik taşı olarak anılır olmuş.
Dedim ya bazen bir kelimenin peşine takılıp gidersiniz kitap okurken. Hayat ve beşik taşı da öyle, aldı beni çocukluğuma götürdü:
Çocukluğumun Konya’sında, köyümüz Hocacihan’da kerpiç evlerin geniş avlusunda, ninem, anneme “Kızım hayatları güneş gelmeden süpürüverin” der gibi. Türkçenin güzelliği!
Meydan Larousse’dan öğrendiğimiz üzere, “hayat” kelimesi o bilinen anlamı dışında yukarıda kullanıldığı üzere şöyle tanımlanıyor: Bazı eski evlerin bahçeye bakan kısmı, üstü kapalı, bir yada birkaç yanı açık kısım. Avlu, ev bahçesi. Hayat, genellikle evin üst katındadır, buraya avludan veya bir iç merdivenle çıkılır. Etrafında odalar sıralıdır. Önü açık olduğundan önü aydınlık ve havalıdır. Burası eski Yunan evlerinin aula’sı sayılabilir. Çeşitli şehirlerde değişik adlarla anılır; İzmir civarında hanay, Ankara’da sergâh, Kütahya’da yazlık ve bazı yerlerde de divanhane veya tahtaboş deniliyormuş. Misalli Büyük Türkçe Sözlükte de halk ağzında, eski evlerde bahçeye bakan, üstü kapalı, önü ve bazen yanları da açık sofa, avlu olarak tanımlanmıştır. Hayat bu kadar canlı , içimizde, yanı başımızda, bizimle, biz var oldukça gerçek.
Beşiktaş ise çocukluğumda başlayıp gençlik yıllarımda büyüyen heyecan! Siyah beyaz formalı futbolcuların posterleri süslerdi evimizin duvarlarını. Sanlı, Sabri Dino, Tezcan, Mehmet Ekşi, Ali, Metin, Feyyaz……. .Beşiktaş bende hep özel ve güzel anlamlarla örtüştü. Açıkçası bir futbol takımına isim olan Beşiktaş semtinin öyküsünü Barbaros’u okuyana kadar bilmiyormuşum.
Yine Meydan Larousse’da ; Beşiktaş’ın ilk adı, İasonion idi, sonradan Sergion oldu, deniliyor.Bizans zamanında , önce Daphane, daha sonra Diplokionion adı verilmiş. Hadikat-ül Cevami’e göre Beşiktaş’a bu adın verilmesinin sebebi, Barbaros’un gemilerini bağlamak için kıyıya beş taş direk diktirmesiymiş. Petra Thermastis veya Gillus’a göre ise Barbaros’un türbesine konan sütunlar beşiğe benzediği için bu adı aldı. İstanbul’un fethinde küçük bir köymüş Beşiktaş. Osmanlı donanması sefere çıkarken, Beşiktaş ile Dolmabahçe arasında toplanır ve buradan hareket edermiş.
İskender Pala “Efsane” nin 359 ncu sayfasında Beşiktaş’ın öyküsünü tamamlıyor. Alkala’nın ağzından;
”-Ancak gemilerin bağlandığı beş taştan ziyade üzeri motifli şu eşik taşına itibar ettiler ve taşın bir beşiğe benzediğini görüp buna beşik taşı falan demeye başladılar. Hatta geçtiğimiz yıllarda efsaneler uydurup bu taşa Hz.İsa’nın beşiği diyenler bile çıktı…..
Sonunda şehzadem, beş taş, eşik taşı, beşik taşı derken Deve meydanı’nın adı değişti….. “
İskender Pala’nın roman tekniğine dair bir röportajında ipuçları almıştım. Yazar konuyu bulup, kurguyu yaptıktan sonra derin bir tarih araştırmasına da giriyormuş. Tarihçilerden danışmanlık alan yazar hatta gidip romanın geçtiği yerlerde konaklayıp, orayı yaşıyormuş.
Gerçek o ki yazmak ve okumak bilgiyi de beraberinde getiriyor. Tarifi imkansız bir güzel serüven kelimelerin peşine takılıp gitmek,hayat’ın tam içinde olmak, beşik(taş)’ ten mezara kadar.
HARUN ÖZMEN