3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
560
Okunma
Kaç yıl önceydi şimdi hatırlamıyorum. Uykumdan uyanmışım gibi bir hal ile dolaşıyordum insanların içinde. Her dilde “bana felsefe yapma.” yaygarası dolaşıyordu. Ya da “yine mi edebiyat yapmaya başlıyorsun.” tantanası dolaşıyordu. Hatta bazıları daha da ileri giderek bana “edebiyat parçalamaya” kalkışma yaygarasını koparıyordu.
Ne olmuştu bu halka. Bu halkın güzel insanlarına.
Felsefeden ve edebiyattan kaçar; söz yerindeyse korkar olmuştu.
Akl-ı selim insanların bile işine yaramayan alanlar haline gelmişti, edebiyatla felsefe. Bu iki sözcüğün geçtiği yerde yüzler bembeyaz kesiliyordu. Edebiyatçılar ya da felsefeciler, asık suratlı, öcü gibi gösterilmiş ya da halkın gözü korkutulmuştu.
Bir gencin yanına oturup konuyu felsefeden açmaya çalışsam “aman ha felsefeyse ben almayayım” çığlığı yansıyordu kulaklarıma.
Oysa felsefe Sokrates’in ifadesiyle “insanın kendini bilmesiydi.” Edebiyat ise; “duygu ve düşüncelerin en iyi şekilde ifade edilmesiydi.”
Bu görüşleri ortaya koyup düşünmeye başladığımda şu sonuç ortaya çıkıyordu; “düşünmekten ve güzel şeylerden korkan” bir toplum ortaya çıkıyordu.
Tekrar uyumak istedim. Uyumak ve uyandığımda bu iki alanın insanlar arasında hakkında yerine getirildiği bir günde tekrar sokaklarda dolaşmak için.
M.Ö./2008
kahramanmaraş