1
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
790
Okunma
’biraz daha kalsam sana aşık olabilirim’
Büyük bir keyifle uzandığın yatağından kaldırır seni. Hafızandaki kokuları adını hiç bilmediğin yerlerden geçirip, kelimelere dökmek istersin. Acı bir kahve, yalnızlığın ve serseri iradesiyle ağlarcasına önünde eğilen gölgen düşer gözlerinin akından dilinin ıslak toprak parçasına. Et çamurun en olgun halidir, ruhunu bilmediğin sürece. Aklına gelebilecek, geldiğinde kendine darılabileceğin, yer ses martı çığlıklarının mesafesiz ve ayartısız ritimleriyle imgelerin diken gibi ruhuna saplandığı o yer de, işte hiç kimsenin tanımlayamadığı o yer de bir fallık mevsim var.
İçeri girdiğimde beni taze bir av misali süzüp, yanıma yaklaştığında, aslında göstermek istediğin pek çok kitabın olduğunu sanıyordun. Hatalıydın. Deniz hatalıydı. Herkes denizi mavi biliyordu. Deniz büyük ve iyi bir yalancıydı. Dünyadaki bütün insanlar onun mavi olduğuna inanıyorlardı. Hatta evlerinin duvarlarına resim yaparken ’deniz mavisi rengini kullandık’ diye birbirleirne tavsiyede bulunuyorlardı. Hayır, onlar büyük yalancılardı. Bir simit parçasına hasret dudaklarımın, dişlerim arasına ezmek isteyeceği susam parçasına benzer hazzı gözlerin ilkin hayal ettirmişti.
Bu hazzı benden alamazsın. Uzaklaşıyorsun. Birkaç metrekarelik ömrümüzde, gidebileceğin en uzak yer, benim sana yakın olmak istediğim oksijen moleküllerinin uçuşuverdiği bir mekan. Sen dönüyorsun. Hissediyorum. Bu et parçasının içerisine kazılı lipom mezarcıkları mevcut. Ne kadar özel hissediyorum senin yanında ve ne kadar yalnız... Birkaç dakika sonra caddenin ıssız bir köşesinde geçip giden bir kedi kadar yalnız olacağım. Sen bunu bilemeyecek kadar heveslisin. Güzelsin. Acı bir kahve kıvamında tanecik misali kelimelerin. Sesindeki karbon, yasemin çiçeğinin papatyalara selam söylediği bahçede misafir kalmış. Bunu herkes bilmeli:’ Çok güzelsin!’
Gidebilir miyim? Elimdeki poşet içerisindeki dergi... Aradığım yazarın kitaplarından eser yok çalıştığın kitapevinde. Hayır, olmalıydı. Esrik, hatta matiz bir öykü ayakkabısının su geçirip, çoraplarına ve hatta derisine kadar ıslandığı bir tablonun sessiz müdavimleriyiz. Bu sesi yırtan kuşların çığlıkları. Meraklı gözler: ’Daha ne kadar fazla kitap alabilir?’ Almıyorum. Güzelliğin pek çok şeyi değiştirebilir. Uğruna delice savaşlarda çıkabilir ama ben huzurdan ve sulhtan yanayım. Seninle beraber tüm dünya barış içerisinde yaşayabilir. Önce seni tanımaları gerekiyor. Seni sevmemeleri, senden hoşlanmamaları gibi bir sebep yok. Bu seçeneği hiç kimse işaretleyemez. İnsanlar seni gördüklerinde, asla hayatın bir şaka olmadığını ve birkaç seçenek dahi olsa, sorunun cevabını bilmeseler dahi (soruyu ben bile bilmezken), senin ismini, çevreni kuşatacaklarına inanıyorum. İnandığım gibisin. Daha başk anlatamamanın hüznüyle, terlerimi silmek istiyorum. Dünyanın en kaliteli, yumuşak peçetesini sunabilirler. Hayır, ellerini gördükten ve yüzündeki yarı şaşkın ifadeyi ezberledikten sonra yüzümü silecek başka bir şey dilemiyorum. Tanrı, tanrı parçacığına inananların tanrısından daha büyük, bu asla bir sevgi olmamalı. Terinin ve teninin kokusu karışmamalı bana. Uzaktan, dünyanın en değerli tablosuna bakar gibi, arada sırada bu kitapevine uğrayıp, seni görmeliyim.
George Orwell yaşasaydı eğer, ona bir mektup ya da email yazar gönderirdim. Bana kitaplarınızı bu kadar istekli hiç kimse sunmamıştı diye. Marquez’e de aşk olsun! Biraz daha yaşayabilir ve seninle benim aramı yapabilirdi. Ya ’Aile Çay Bahçesi’ öykülerine ne demeli? Akreple yelkovanı karı koca sandığım yıllar çok geride kaldı. Artık yüzyıllık yalnızlığın üzerine hasretler yuva kurdu. Pisledikleri yer de ağır bir yalnızlık ürüyor. Tüm yalnızlar yapışkan ve acı dolu bir sıvı gibi hissediyor kendilerini. Biraz daha kalırsam, biraz daha gözgöze gelirsek, daha yakından geçersen eğer önümden ve çıplak ense köküne doğru uzanırsa burnum (belki ben pinokyoyum)...
Taşlar, sopalar, köpekler korkutabilir beni ve gazlar sürükleyebilir gözlerimi kalbimin haritasındaki en uzak şehirlere... Hepsi birden menüye dahil, kadeh bardağında kendi kanını içen hayalet misafirlerim terimi kurutup, mavilere boşaltırken suyunu...
Biraz daha kalamam. Şu dergiyi alıp, çıkacağım. Başka tere ve tene karışsan dahi aklımdan çıkmayacaksın.
Kolay gelsin. İyi günler.
-’tekrar görüşmek üzere’
’beni son kez sevdiğini söyle’
’Dün burada uyuyordu. Bugünde uyuyabilirdi. Onu yazan yazar, istediği gibi metni değiştirdi ve onu bu dünyadan aldı.’
-hemen açmayalım yavrum. aydınlık yarınlara