7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2045
Okunma

Her sabah aynı heyecanla kahvaltıya oturuyor ve her gece aynı huzursuzlukla yatağa giriyorum. İmla kurallarıyla uğraşmayacak kadar üzgünüm. Sigaram hiç bitmesin istiyorum. Odanın ortasında sallanan bir kadın hayal ediyorum. Ne gidene, ne kalana faydası olmayan ağrılar büyütüyorum içimde. Bir sözle dünyayı yeşertmeye gücüm yetsin istiyorum bazen. Bazen gerçekten ne yapacağını bilemiyor insan. Böyle tıka basa dolunca göğüs boşluğu, daha fazla bahar, daha fazla çaresizlik getiriyor. Muazzam bir dibe çöküş, kusursuz bir tepe taklak, bütün terslikler yerine oturmuş, hayır mı şer mi bilmiyorum..
Yanımdayken varlığına, uzaktaysan yokluğuna, ben sana hep öfkeliyim. Anlatınca azalacağına inansam hergün yazardım. Fakat anlatsam da beni kemiren bu ağrı hiçbir yere gitmiyor. Belki de sadece şunu demek istiyorum; uzaktasın ve ben senin ne halde olduğunu göremiyorum, göremediğim gibi duyamıyorum, duyamadığım gibi bilmiyorum da, işte bu çok acı. Bir ben miyim bin kere gelmiş, bin kere yenilmiş! Tren istasyonlarında, otobüs duraklarında, avuç içlerinde sızı.. Sonsuz bir kederle lanetlenmiş, her kadının hüznünü sırtlayan.. Bir ben miyim yalnızlığına sarılan düğün dernek alayında, ölüm soğukluğunda, bir ben miyim yaraları avutan! Kalbe teselli, kalbe meyil, kalbe mil çeken. Doksandokuzuncu sabırda pes eden. Ben miyim bir tek, kendinden başka kördüğümü olmayan. Ne çok denedim bir bilsen.. Neden dedim. Neden içimden dedim. Neden diye soruyorsa bir insan, cevabını hala bulmayı umduğu şeyler vardır dedim.
Ben unutmayı beceremem. Unutulmaktan da ödüm kopar. Seni unutmayı çok geçirdim aklımdan, sonra yol yakınken pes ettim hemen. Biliyordum çünkü yapamam, yüzüme gözüme bulaştırırım. Unutulmak incitir insanı. Unutmaksa ruhsuzlaştırır. Hatırlamaktan daha iyi bir yeteneğim yok zaten. Yalnızlıktan korkuyorum. Ama kalabalıklar da çok ürkütücü geliyor. Yarım yamalak seviyoruz ve hatırlıyoruz birbirimizi. Günlerce haber alamıyorum senden, haber de iletmek istemiyorum. Merak et istiyorum, biliyorum bu çok saçma. Dönüp dolaşıp benzeyişler buluyoruz birbirimizde. Dönüp dolaşıp kenetleniyoruz. Dönüp dolaşıp yine ayrılıyor ve ikimiz de unutulmayı sevmediğimizden barışıyoruz. Ben seni deliler gibi sevmiyorum. Sen beni alışkanlıktan terk edemiyorsun. Benden daha heyheyli birini bulamayacağından belki bırakamıyorsun beni. Ben seni bağımlılıktan özlüyorum. Elbette eskiyi özleyeceğim, yeniyi değil. Belirsiz bir şeyi niye özleyim ki? Daha önce birbirimizsiz yapabilme girişimlerimiz hep hüsranla neticelendi. Bu yüzden ayrılık konusunda başarılı olmadığımızı kabullenip başarısız bir biçimde birlikte olmaya devam ediyoruz.
Yaşadıklarımın hepsi çok bencilce biliyorum. Kime bencil olduğumu söylesem, iğrenilecek bir şeymişim gibi tiksintiyle yüzüme bakıyor. Hepsinin suratına kusmak istiyorum. Evet kimseyi gerçekten sevmemiş olabilirim, sevdiğimi zannetmiş olabilirim, mutlu olduğumu sanmış olabilirim. Ama gerçekte hiç mutlu olmadım ben. Herkesi ve her şeyi kobay görmüş olabilirim. Hepiniz böyle değil misiniz? Neden uzaylı görmüş şaşkın insanlar gibi manasızca yüzüme baktıklarını anlamıyorum. İnsanlar gerçek kimliklerini neden bu kadar saklıyor kendilerinden bile. Herkes başkalarını alet ediyor mutlu olmak uğruna kendi trajedisine. Velhasıl benim alet ettiğim bütün mekanizmalar ve buna organizmalar da dahildir belki bilmiyorum, hepsi işte hepsi boşa gitti. Çünkü mutlu olmadım, olamadım. Sen bile mutlu edemiyorsun artık beni. Hayatımın en büyük çaresizliği bu..
Biz insanlar neden böyleyiz? Neden sanki içimize taş oturmamış da raks ediyormuş gibi davranıyoruz! Mutsuzluklarımızı zavallı gerekçelerle ve yorgun maskelerle öldürüp -muş gibi yapıyor da, onları döke saça, sindire sindire, dibini görene kadar harcamıyoruz? Neden ukdelerimiz hep boğazımızın en ücra köşesinde konaklıyor? Dipsiz kuyular kazılmaz öyle değil mi? Bunu senden öğrenmiştim. Belki de, başka bir dünyada şansımız yaver gider ve birer iğde ağacı oluruz karşılıklı. Göğe uzanan gülümser dallarına kuşlar konan iki iğde ağacı. O zaman, o sessizlikte birbirimize daha anlayışlı olacağımıza inanmak istiyorum.
Havalar ısındı ve sivri sinekler çoğalmaya başladı. Geceleri uyutmuyorlar. Annem baş ucuma koca bir saksı sardunya koydu. Onu görünce gelmiyormuş sinekler. Birkaç gün sonra işe yarayıp yaramadığını anlarız dedi. Aşklar da mutluluğu fark edince bitiyor olmalı. Annemin yüzüne boş boş baktım. O an aklımdan geçeni anlamadı. Günler sonra da, beni hala ısırıyorlar demeyecektim. Tavandaki örümcek aşağıya doğru süzüldü. Ekrana öylesine dalmış olmalıyım ki, aniden irkildim ve duvara doğru yapıştım. Sadece çekirgeden korktuğumu sanıyordum, oysa örümceklerden de korkuyormuşum. İnsan büyüdükçe çok büyüdükçe huy değiştiriyor. Lunaparklardan korktuğumu da geçen günlerden birinde anladım mesela. Sen bilmezsin bunları. Ben de bilmiyordum. Sen bilsen de unutursun. Çünkü zaman kavramı senin için pahabiçilmez bir elmas. Onu ayrıntıların boş avazlarında tüketmek istemiyorsun. İnceliklere ayıracak anlarını çoktan bitirmiş olmalısın. Vakit kaybından nefret ediyorsun. Senin anlayışına göre zaman ayrılacak bir şey değil, hemen harcanacak kadar kıymetli. Ben de bu yüzden çoğu zaman içimi dökmeye üşeniyorum. Bunları niye anlatıyorum? Çünkü seninle konuşamadığım önemsiz o kadar çok şey var ki. Benim hayatım, belki de herkesin hayatı bu absürt ayrıntılardan oluşuyor aslında. Ve sen bunları hiç merak etmiyorsun. Bu gücüme gidiyor. Bir kuşun ardından ağlıyor olmam senin anlayışına ters. Senin komik bulduğun şeyler benim gerçeklerim. Senin gerçeklerinse beni boğuyor. Birbirine bu kadar ters yaratılışta iki insanın yakın olduğunu varsayması tam bir fiyasko. Kaçmaya çalıştığımız kaosun her seferinde tam ortasında duruşumuz bilimsel verilerle açıklanamıyor. Ne tuhaf, ben bir mayını seviyorum, sen o mayını göğsünde taşıyorsun..
fulya/mayıshazirantemmuz2014