2
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
931
Okunma
Geceleri uykusuz kalınca bir şeyler çiziyorum yatağımın üstündeki tavana. Çizdiklerim özlediğim yüzlere, gidip gördüğüm güzel yerlere, attığım kahkahalara, söylediğim şarkılara benziyor. Gözlerimi kırpınca da siliniveriyor. Penceredeki tüller nazenin bir kadının ince bedeni gibi kıvrılıyor. Arada bir uzanıp şefkatle yüzümü okşuyor.
Etten bir kaleyim ben. Dışarıdan yüksek ve kalın surları olan geçit vermez bir duvar. Ganimetleri yağmalansa da, kaynakları kurutulsa da, sevdaları tükense de, masalları bitse de dikiliyor sessizce ayakta. Zorba ise benim gibi değil, o hep ileri bakıyor, öleceğini düşünmüyor, ölmeye dair en büyük korkusu geride bırakacağı kadınlardır, o yüzden yaşlandıkça çapkınlaşıyor, çapkınlaştıkça gençleşiyor... “Zorba” diyorum, “Nasıl başarıyorsun bunu?” Dönüp, “Dur sana bir raksla anlatayım Patron” diyor ve kollarını bir kartal gibi açarak, kendine özgü dansını icra etmeye başlıyor. Bedeni hızlı ve kıvrak devinirken ruhu zamana meydan okuyor, terütaze oluyor, heybeti artıyor. Hareketleri bana sadece umursamazlığı, cesareti ve tutkuyu çağrıştırıyor. Zorbanın yüreği en ateşli acıların uzun süre demirleyemeyeceği kadar yumuşak fakat zafiyet göstermeden kendisini akıntıya bırakmayı biliyor. Ne de olsa eninde sonunda hepimizin akıp gideceği delik aynı!
Şimdi odamın içinde uzaklarda, güneşin altında oynayan çocukların kahkahaları yankılanıyor. Onların arasında buluyorum kendimi. Büyük olmama rağmen beni de alıyorlar oyunlarına. Neşeli şarkılar uyduruyorlar. Sonra da içimdeki küskün çocukla barıştırıyorlar beni. Yine kapatıyorum gözlerimi. Açınca odamın tavanı. Yüzler ve kahkahalar silinmemiş. Bu sefer silinen yalnızlığın resmi!..