2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
759
Okunma

Fen Dershanesi , Pendik’in belki de ilk dershanesidir. Şimdiki Belediye binasının, sahile doğru karşı sırasında, iki katlı bir binanın üst katındaki bir dairede hizmet veriyordu. Sahibi, emekli öğretmen Yahya Bey ve kızı . Fen Bilgisi ; Fizik, Kimyâ ve Bioloji derslerinin toplamı idi. Bu derse giren Yahya Bey, branşı olmadığı için Bioloji dersi vermiyor, dershanede Bioloji hocası da olmadığından, ’ Fizik ve Kimyâ notları geçmeye yeter. ’ deyip idare ediyordu. Matematik hocası başka bir erkek hoca idi. Sınıf, toplamda on kişi kadardı. Erkek öğrencilerden biri de, daha sonra üç dönem Pendik Belediye Başkanlığı yapan, günümüzün İstanbul Milletvekillerinden, Erol Kaya idi.
’ Oğlum, madem okuyacaktın da, zamanında ne diye bıraktın okulunu ? ’ diyordu babası.
’ Öyle oldu ama çok pişmanım baba, hata etmişim. Bu defa mutlaka okuyacağım ! ’
’ Hayırlısı olsun bakalım. ’
’ Siz misiniz beni askere almayan ; ben de okuyayım da görün ! ’ diyordu kendi kendine. Oysa üçüncü ve son celp dönemine üç aydan daha az bir zaman kalmıştı. Basbayağı hazır askerdi aslında. Askerlikten çok daha fazla kafasına takılan ise, sabıka durumu idi. Yaralama olayı ile ilgili mahkeme çoktan sonuçlanmış, bir yıl dört ay ceza almıştı. Ertelenen bu cezası , daha sonra Ecevit’in çıkardığı afla kalkmıştı. ’ Acaba yine de sicilime işlenmiş midir ? ’ diye kafasına takılıyordu sık sık.
Eski okul günlerindeki gibi popüler olmaya başlamıştı Fen Dershanesinde de. Gerek hocaları, gerekse arkadaşları şaşkınlık içindeydiler. Böyle çalışkan, zekî birinin, daha önce nasıl sınıfta kaldığı, okulu bıraktığı, herkes için hayret edilecek bir olaydı. Sonuçta sınavlardaki sorular oldukça kolay ve basit göründü gözüne. Bioloji sorularına hiç cevap vermeden, sadece Fizik ve Kimyâ sorularından on üzerinden yedi, Matematikten de on üzerinden dokuz alarak geçti sınıfını. Diplomasını aldığında kayıtlar başlamıştı.
Yirmi yaşında olduğu için , kayıt olurken bir veliye ihtiyacı yoktu artık. Ama önündeki engel çok daha önemliydi şimdi. Nitekim, müdür muavini İbrahim Bey ( Deliktaş ) ona ilk şoku yaşattı.
’ Ne okulu oğlum ? Senin askerlik yaşın gelmiş. Haydi bakalım, doğru askere ! ’
Anne tarafından Arnavut’luk vardı onda. Arnavutlar, inatlarıyla tanınır daha çok. İşte o da şimdi bu konuda pes etmemeye, inat etmeye kararlıydı. Doğruca Müdür bey ( Ahmet Erişen )’in yanına çıktı.
’ Hocam, ben okumak istiyorum. Daha önce bırakmıştım ama hatamı anladım ; çok pişmanım. Ne olur bana yardımcı olun ! ’ Ahmet Erişen ; Pendik Lisesi’nin ve eğitim camiasının, gelmiş geçmiş, en idealist eğitimcilerinden biriydi. Daha önce de Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerine girmişti. Fikret’i dinledi, biraz düşündü ve yardımcı olmak istedi.
’ Askerlik şubene git. Eğer tecil ederlerse ; gel kaydını yapalım . ’ dedi.
Umutlandı Fikret. Amacına yaklaştığına inandı. Hemen o gün, adeta koşarak, Gebze Askerlik Şubesi’ne gitti. Şube Başkanı yüzbaşıya da aynen Ahmet Beye söylediklerini tekrarladı. ’ Okumak istiyorum, lütfen bana yardımcı olun ! ’ diyordu.
’ Okuluna git. Kaydını yapsınlar. Ben de askerliğini tecil edeyim dedi o da. Tekrar sevindi çocuk. Amacına adım adım yaklaşıyordu. Okula dönüp yüzbaşının söylediklerini aktardığında, bir kez daha şubeye gitmesi, önce askerliğinin tecil edilmesi gerektiği söylendi. Yeniden şubeye giden çocuğa, şubeden de bir kez daha aynı yanıt verildi : ’ Önce okula kaydın yapılsın, sonra tecil ederiz . ’
Israr, azim, çoğu zaman başarı getirir hayatta. Fikret için de öyle oldu. Okul ile Askerlik Şubesi arasındaki mekik dokuma sonunda önce okul pes dedi ve kaydı yapıldı. Daha sonra da Askerlik Şubesine tecil belgesi gönderildi. Sonunda başarmış ve yeniden okumaya hak kazanmıştı. Bu defa kararlıydı ; mutlaka okuyacak, sonuna kadar gidecek ve idealist bir öğretmen olacaktı.
Heyecanla geçen günlerin sonunda, nihayet okulun açılış günü gelmişti. O dönemlerde kıyafet zorunluğu pek uygulanmadığından, Fikret de ısmarlama kumaş bir takım elbise giymişti, bir de siyah bond çanta almıştı kendine. Şimdi okulun önünde toplanılmış, müdür muavini İbrahim beyin elindeki listeden adı ve sınıfı okunanlar, doğruca içeri girip sınıflarını arıyorlardı. Fikret de heyecanla adının okunmasını bekledi. Sonuna kadar bekledi ama bir türlü okunmadı. Onunla birlikte başkaları da vardı adları okunmayan.
’ Adını okumadığım kaldı mı ? ’ diye sordu İbrahim bey.
’ Ben varım ! ’ diye seslendi parmağını kaldırıp. Hemen tanıdı onu. Suratını ekşitti. İstemiyordu onu bas bayağı. Müdür beyin zoruyla yapmıştı kaydını.
’ Sen de 4-İ’ye git ! ’ dediği anda koştu sınıfına Fikret.
Devam edecek.
Fikret TEZAL