10
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2193
Okunma


İnanmayı unutabilsem
Beklileri de boş verebilirdim!
O kadar aynı şeyleri yaşadık ki
Bir daha yaşayamadık
İç sesimin sesi kısıldı
Gerçeğim olamadığın için, hayalinde yaşıyorum. Yaşatmıyorsun, her gün yok olmamı istiyorsun ve bunu hiç uğraşmadan yapabiliyorsun. Duymadıklarını susuyorum, tıpkı hatırlamadıklarını unutmadığım gibi.
Hangimiz daha hastayız bilmiyorum. Her gün kusuyorum, sana küstüğüm yerlerde, neyin hazımsızlığını kusuyorum? Midem neye borçlu bunu ya da kime? Üşütüyorum içimi, biraz havalansın derken. Beynimde kuşlar uçuşuyor, saçlarımın rüzgârında kayboluyorum. Saçlarımı geceleri kesip, gündüzleri uzamıyor diye ağlıyorum. Bolca kusuyorum, içimin hazmedemediği şeylerin dışında içime sığmayan bir sen varsın. Kapladığın için, kendime yer kalmadığı için atıyorum içimden bazı şeyleri, içim eksiliyor, sen çoğalırken…
İçimin hazmedemediklerini hızla dışarı atma derdindeyken içim, boğazımdan geçemeyen kelimeler var ve bunlar bir tek sana söyleyeceklerimin arasında. Asla başka zaman, başka yerde kullanamayacağım türden, kullandıktan sonra büyüsü uçup gidecekmiş gibi, kullanılmazsa, tarihi geçecek gibi, kaybedeceğiz gibi. Boğazımı yırtıyor bu yüzden takılı kalan cümleler…
Hafifliyorum, gidebilecek kadar iyi hissediyorum kendimi, uzun soluklu yolculukların en yoksul azığını yanıma alıyorum. İçim azaldığı için acıkmıyorum. Bolca susuyorum, duymuyorsun, sustuklarım içimde çığlık, oysa sesimin yankısı kendime çarpıyor, kendimi yaralıyorum. Sende yaşarken, kendimde ölüyorum.
Geç yatıp erken kalkıyorum sabahları…
Hayatımda eksilen bir şeyler var hissediyorum, bunun için uykumu eksiltip, bedenimdeki sızıları çoğaltmaya çalışıyorum, tüm sızıların birleştiği büyük bir anlaşma yapıyorum geceleri.
O büyük ve tek eksikliği umursamamak için…
Kendimi eksik hissettiğim anlar ve bu anları tamamlama çabası içerisindeyim ama anları, kendimi değil. Benim eksikliğim hiç tamamlanamayacak gibi… Ölmeye ihtiyacım vardı, seni sevdim. En güzel katil böyle olurdu, en güzel ölüm. Bozuk para gibi parçalara ayrılan bir hayatım vardı, neresinden tutarsan tut, bir ömür yetmezdi, işte bu yüzden sana ihtiyacım vardı, beni en iyi öldüren şey sendin ve herhangi bir takviyeye ihtiyacım da itimadım da kalmamıştı.
Her sabah çay içmek gibi, her akşamüzeri kahveyi özlemek gibi özlüyordum seni. Sana verdiğim değerde kendimi paha biçilmez buluyordum. Kayboluyordum bazen de… Çocukken eve gelen misafirlere bolca ikramda bulunurken öğrendim cömert sevmeyi ve kalabalık olmayı en yalnız zamanlarda bile, annemin çocuğuydum, babamın kızıydım. İçimde olmadığın zamanlarda hep yalnızlaşıp, bolca üşüyordum.
Sevebileceğimden fazlasını sevmeye alışıktı yüreğim, sınırlar yoktu sevmekte, ama beklemenin bir sınırı vardı, bunu çok önceleri öğrenmiştim. Bedenime iyi gelmeyecek bir şey beklemek, sevmeyle bağdaşmayan, aykırı bir şey. Nedensiz, bazen sevmeden de beklersin, beklemek israf bence, sevgi israfı. Bu kadar net sevdiğini söyleyebiliyorsan, net bir şekilde geleceksin, beklemeyeceksin. Net olmayan bir şeyin temeli sağlam olmaz ve o temel zamanla betonu asıl maddeyi, sevgiyi çürütür. Bina yıkılır, hem de içindekilerle birlikte.
*
İnsanlardan korkuyorum, sadece bir soluk almaya gelmişim bu dünyaya, o soluğu bile çok görüyorlar bazen, soluğumu verip gidecektim. Bazen bomboş gelip, bomboş dönersin. Debelenmeyeceğim öyle fazla, zaten yorgunum, ölmeyi istemekten yoruldum, beklemekten, ruhumun her tanıdığım insanlara dağılmasından, parçalarımı bir araya getirememekten…
Arada nar dağılır ve benim içim parçalanır, narın kendiliğinden parçalanması gibi sızar bileklerimden narın rengi, narin dökülür kırmızı. Ben toparlayamadıklarımdan yakınırım, onlar dağılıp, ayrı düşmekten. Herkesin yakındığı ve yandığı, yanarken de andığı şeyler var bu dünyada.
Bardakta kalan soğuk çayı biran önce bitirip de yeni kaynamış sıcak çaydan almak için acele ediyoruz ve tam olarak şuanda o soğuk çay gibi geçiyor zaman, hızla ve tatsız…
Şu zaman geçsin ve bitsin istiyoruz ama geçmiyor…
Geçiyor ama bitmiyor.
Düşlerim yerine kendimi düşürüyorum çocukluktan kalan bir alışkanlıkla. Düştüğümde kızanlar, bu defa bana kızmaya zamanları kalmayacak.
Ben ölünce kimse kızamadı bana, ama ölmeye çalışırken, çok kızdılar. Hep bu kızmaları eskilerde kalan yaralarımı kanattı. Küçükken düşüp, beton zeminin üzerine, dizlerimi kanattığımdaki yaralarımı ve sonrasını… Kalan izleri belirginleştirdi annemin kızmaları…
Bu eksiklikle ölmek, ancak etkisiz kılar beni. Tesiri olmaz, dokunmaz, hırpalar yalnızca, dokunmadan…
Eksik hayallerle, eksi sıfırın altında sıcak düşler kuruyorum, hayalimde ısınıyorum yalnızca, çocukluğumun elleri bileklerimden akıyor, beyaz fayans bu sefer kirli kar, kar kokusu sindi burnuma, bu soğukluğun içinde bile alıyorum yokluğunun kokusunu ve hissetmeyen tüm duyularda korkuyorum yokluğundan.
İnciydim ve hayatımda ilk defa saklanacağım ve incinmeyeceğim bir yer bulmuştum, balık karnında rüya görmekmiş benimkisi, kar dediğim yer tuz gölüymüş, içim yanarken, tüm gövden susmuş, donuyor, narın narin kırmızısı kaybolmasın diye tüm eziyet. Neye nasıl son vereceğimi bilmiyorum, rüya devam etsin istiyorum, çünkü uyandığım anda aynı devam ediyor o sızı kaldığı yerden, bir yerlerim kesilmiş gibi, bir eksiklik var içimde. Bu eksiklikte ölünmüyor bile, gidiliyor sadece, gittikçe hafifliyor bedenim, eksiğiz işte, uzaktan uzağa birbirimizin eksiklerini kolluyoruz.
Gördükçe eksiliyoruz…
Yirmi Beş Mart İki Bin On Dört 16 50
Nevin Akbulut
Not: Yazımı bu güzel Gün’e layık gören, Değerli Seçki Kuruluna çok teşekkürlerimle, çok sevindim...