15
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
2112
Okunma
MAKTA
Kayalar Köyü ,Alaçam dağlarının içindedir . Keltepe derler,suyu bol ve de içimli bir yöre vardır,
işte oraya kurulmuştur Kayalar.
Evlerin sırtı Keltepe’ye dayanır. Keltepe’de sarı çamlar büyür yaz,kış. Köyün suyu da oradan gelir. Çam
oluklarla beşe bölünmüştür su.
Lafcıgilin, Omarların,Bostancıların,Hacıların ve Alagözlerin ...
Beş mahallenin beşi de kapılarını harmana açar. Evlerin üzeri kavlarla örtülüdür.
Hacılar: "Bu köye pencereyi biz getirdik." derler.Önceleri pencere yerine damın üstünde bir delik bırakılır-
mış sadece. Şimdiki evler birkaç pencereli.
Kibrit kutusu gibidir evler. Kayın kullanılır çoğu kez yapıda. Yamaçtan yuvarlasanız yine de bir şey olmaz
o evlere.
Kayalar’ın geçimi : Ceviz,kestane, elma, fındık ve ıhlamura bağlıdır. Topraktan tahıl alamazlar.
Bu yüzden ovaya değişe giderler. Bir de "maktada" çalışır Kayalar Köyü’nün erkekleri.
Makta , iyi para bırakır onlara.
Maktacılık öyle kolay bir iş değildir ha! Önce üçer beşer bir araya gelerek çalışma ekipleri kurulur.
Sonra makta bölgeleri tesbit edilir. Sınırlar çizilir. Ama bu işler öyle kolaylıkla yapılamaz. Ara yerde
çekişmeler,tartışmalar hatta kavgalar bile olur.
Ormanda çalışmak ,her neyse de ,şu gruplaşma,paylaşma bir zor gelir ki Kayalar’ın maktacılarına.
Hem de ne zor...
Maktaya çıkınca insan insanlığını unutur olur. Çoğunlukla bir sinir harbi sarar maktacıları. Konuşmalar,
davranışlar hep ama hep değişiverir. Bir kabalıktır alır gider makta bitenece. Ya da Durali’nin ölümüne kadar...
-Aman!Çekilin çam düşüyor ! Çekilin bre uşaklar ,çekilin! Çekil çekil,çam başına düşecek!
-Deme yav!
-Demesi var mı! çekil be ! Bre çekil! Kaç ! Kaç! Kaç oğlum kaç!
Bağırışla birlikte ormanda bir gümbürtü koptu. Dallar,yapraklar sanki çığlık çığlığa idi...
Durali, kıl payı kurtulmuştu ölümden! Koca çam, ormanda sanki göğü çatlatmıştı! Arsız ve hırçın gürültü
ormanın içlerine kadar yayıldı.
Durali,korkudan titriyordu hâlâ. Benzi limona dönmüştü adeta. Zor soluyordu. Nefes nefese :
-Vayy! Aman Allah’ım! Sana şükürler olsun! Sana binlerce şükürler olsun!
Hasan ve ötekiler koşup geldiler Durali’nin yanına. Birisi :
-Su,dedi. "Su verin! Su iyi gelir korkuya! Verin verin, su içirin!"
Su verdiler Durali’ye. Durali ,bir yudum içti sudan. Kendinde değildi daha. Hasan’ı aradı gözleri.
Buldu onu silik milik. Söylenmeye başladı :
-Bre Hasan! Bu neydi be! Öldürüyordun az daha beni!
-N’apayım ben! Düşecek,diye bağırdım ya!
-Yahu bilmiyon mu burada insan var! ne diye ...
Hasan ,kesti sözünü Durali’nin.
-Ne diyesi me diyesi yok bu işin! Oldu bi’ kere!De söylenme gayri!
Durali, sinirlendi Hasan’ın sözlerine. Zaten canı burnuna gelmişti.
-Ne! Sen ne diyon bre teres! Bi’ de efelik mi ha! Efelik mi! Söylesene !
Daha lafını bitirmeden sıçradı yerinden Durali. Hasan, geri attı kendini. Ötekiler ne edeceklerini
şaşırdılar. Ortalık birden renk değiştirdi sanki. Her şey aniden gelişti. Hasan :
-Efelik be! dedi. Efelik n’olacaksa!
-Demek öyle ! Şimdi sana gösteririm efeliği! Deyyus ,pezevenk!
Hasan, şakaklarına kadar kızardı. Kızdı.Rengi attı. Kızardı bozardı.Yürüdü üstüne Durali’nin.
Savurdu elindeki baltayı. Durali de bir balta kaptı. Ötekiler araya giremediler şaşkınlıktan.
Halka oluverdiler kavgacıların etrafında. İki hasım, birbirine ok gibi bakıyordu. Köylülerden bazıları :
-Vur! Vur ha vur! diye tempo tutmaya başladı. Hasan, baltayı sağlı sollu savurdukça Durali geriliyordu.
Her savruluşla oluşan balta ıslığı çamların tepesine doğru uzuyordu. Durali, hâlâ toparlayamamıştı kendini.
Hasan ,sıkıştırıyordu. Balta, bir sağda bir solda parlıyordu. Sağda solda,sağda solda derken Durali’nin ayağı kaydı.Düştü sırt üstü. Köylülerden birkaçı, onları ayırmak için hamle yaptı .Bir iki adım ilerlediler.
Fakat Hasan vurmuştu bile baltayı Durali’ye. Tüm hıncıyla,tüm hırsıyla...
Durali, "ah" bile diyemedi. Sadece bir sıçrama oldu bedeninde. Sadece bir sıçrama.
Öteki köylüler :
-Öldü,dediler. Öldü Durali! Bazıları :
-Cenderme,diye bağırdı! Cenderme cenderme!
Bazıları da :
-Kaç Hasan! diye .
-Kaç Hasan kaç ! Biz ele vermek seni!
-Kaç! Kaç! Kaç!
Hasan, korkmuştu. Sendelendi. Zorlukla bir iki adım yürüdü. Ayakta duramıyordu. Çöktü diz üstü.
Başını elleri arasına aldı,öylece kıpırdamadan durdu. Bitkindi.
Uzatmalı çavuş, kelepçeyi sıkıca vurdu Hasan’ın bileklerine hem de arkadan.
-Yürü,dedi. İt oğlu it yürü !
İki jandarma eri süngü takıp iki yanına geçti Hasan’ın. Uzatmalı çavuş bi’ daha çıkıştı :
-Yürü be eşkiya! Yürü bakalım. Neymiş adam öldürmek görelim hele !
Alıp gittiler Hasan’ı . Öteki köylüler üçer beşer olmuşlardı bile. Söyleşiyorlardı :
-Nizalı tarla için yaptı bunu Hasan.
-Yok yok karısından ötürü yaptı .İçimizde bilmeyen yoktu Senem’le Durali’nin hallerini.
-He canım he. Ne o ne de şu. Asıl sebep Durali’nin sözleriydi. Epey dokunaklı söyledi .
Öteki köylüler çoğu kez inanırlardı Gücük Kâmil’e. Onun makta başılığından ötürü.
-He ya ,dediler. Belli ki senin dediğin gibidir ,belli ki senin dediğin gibi.