7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2314
Okunma
Evet, evet...
Yine bir soruyla başlayacağım. İtiraf ediyorum, aslında bazen, belki de sık sık, bu sorgulamalarımdan ben bile korkuyorum. �Neden� ya... �Neden bu kadar sorguluyorum� diyorum muhtelif meseleleri. Bunun ikinci aşamasında da, aslında bunun da gerçekten, hatta tam anlamıyla bir sorgulama olduğunun farkına varıp, ağzımı elimle kapatmak suretiyle korku d/evresine yani aşamasına geçiyorum. Sevmeme rağmen korkutuyor bu sorgulamalarım beni.
Yaklaşık bir saatten beridir de, komedi, komik, komiklik, güldürü üzerine düşünüyorum. Şu an yine içinde bulunduğum parka gelene kadar uzun bir müddet yürüdüm. Komediyi tartışarak. Fakat size de tanıdık gelebilecek bir sorgulama şeklim vardı korkarım. Şu an üzerinde oturduğum bankın bulunduğu parka gelmeden önce, bu konuyu yürürken ve aynı zamanda sesli konuşarak (yanımda kimse olmadan, yani kendi başıma) sorguluyordum bu meseleyi.
(Hmm.. Asında sorguama kelimesi burada biraz yanlış kaçıyor. Şimdi fark ettim, adli ya da polisiye olayları hatırlatıyor. Türk filmlerindeki karanlık bir odada -aydınlık olursa olmaz- sigara dumanının altında ve cılız yanan acayip beyaz ışığın altında yapılandan. Bu sebepten en iyisi sorgulama yerine �altını eşme� diyeyim bundan sonra.)
Ama ne yapayım, konuşmadan bir şeylerin altını eşmeye çalıştığımda da ellerimi kollarımı hareket ettirmekten kendimi alamıyorum. Sokakta yalnız başıma ve aynı zamanda yürüyorken.
Tanıdık geldi mi size de? Park, kendi başına konuşma, sokaklarda avare avare dolaşma, el kol hareketleri yapma... Galiba genelde �deli� diye adlandırdığımız sınıfın içerisine mudahil olmak üzereyim. Lakin, bir nokta var ki dikkay çekici: Henüz altını eşmelerim yeterince -ya da sorgulamalarım- yeterince derin konularla alakalı değil.
Uzun bir müddet önce yanımdan geçen deli diye adlandırdığımız sınıftan olduğu belli olan bir insan tam yanımdan geçerken (O da kendi kendine konuşuyordu), onun �Mercimeğin manasını bilir misin?� sorusuna kulak misafiri olmak durumunda kaldım. Ben o kadar derin konuların altını deşemiyorum, henüz...
Bu arada konumu hatırladım ya... Ben neden güldüğümüz, ya da insanların neden güldükleri, ya da bazılarının neden gülmekten yere yattıkları, karınlarını tuttukları hatta gözlerinden yaşlar geldiği konusunun altını eşmeye çalışacaktım. Evet neden? (Lütfen bilen biri varsa bana da söylesin. Daha, sayfanın en altındaki kutucuğa yorumunuzu yazmak itibariyle bunu başarabilirsiniz. Ama belki de bulurum şimdi, du bakalım...)
Gülmek konusunda düşündüğümde, özellikle kahkaha deryasına yelken açmak bana çok mantıksız geliyor. (N’olur, neye göre, kime göre msntıksız demeyin. Bana göre mantıksız işte!) Neden yani, neden güleriz?
Bunu bulabilmek için örnekler üzerinden yola çıkmalıyım belki. Örnek olay incelemesi diyebiliriz buna. Genelin güldüğü bir olay kullanmalıyım. Mesela Kültür Eski Bakanımız Atilla Koç beyi hatırlıyorum. (Biraz yorgun, uyku ihtiyacı olan, sevdiğim bir bakanımızdı. Aslında siyasetin güldüren yüzü ve çok zeki bir kişilikti ama kıymeti bilinmedi) Bir turizm toplantısında su içtiği yarısı dolu bardağı masaya koyduğunda, birisine eliyle çarparak, birisini de, önündeki masaların birleşim yerlerine bırakmak suretiyle bardağın dengesini sağlayamaması üzerine devrilmesi şeklinde devirmişti. Ben çok gülmüştüm, neden?
Hatta bundan daha fazla güldüğüm bir olay var: Fatih Terim’in İngilizce konuşması. (Not: Amacım, Türk futboluna ilk ve tek Uefa kupasını kazandıran bir gerçek spor adamını kesinlikle kötülemek değil. Çok saygı duyduğum bir kişiliktir kendileri, herkes her alanda başarılı olmak zorunda değil.) Belki az-çok, en azından Shakespeare okuyacak kadar İngilizce bildiğimdendir, ben onun hatalı İngilizce konuşmasına çok güldüm. Açtım yuutuptan izleyip izleyip güldüm. Neden? Evet, bu güzel bir örnekti galiba. Acaba beni Fatih hocaya güldüren, benzer bir durumda kendimi onun yerinde hayal etmem ve onunla aynı hatalara benim de düşebileceğim ihtimalinin varlığı mı? (Galiba buluyorum) Ve bu ihtimalin varlığının bilincindeyken, o an o durumda benim değil de, bir başkasının olmasının bana verdiği rahatlıktan dolayı mı gülüyorum acaba?
İki olay örneği üzerinde daha duralım. Mesela bir alışveriş merkezi düşünün. Şişman bir de amcamız olsun alışverişini tamamlamış. Hanigömleğinin göbek kısmındaki düğmeleri her an bir kurşun potansiyelinde ve göbeği de her an yere düşme tehlikesiyle karşı karşıya olanlardan... Bir çok alışveriş yapmış olun bu amcamız. Önünde bir yığın poşet, dikiliyor öylece. Sonra poşetleri yerden almak üzere eğilirken bir anda �carrrt� sesiyle amcamızın pantolonunun malum tarafı sökülsün. Sonra amcam yüzüne kan hücum ederken yavaş yavaş doğrulsun...
Komik bir durum mu? Neden gülüyoruz?
Diğer olayda biz bir durakta olalım ve tam karşımızda da bir başka durak olsun. Hadi biz güzel mi güzel, alımlı mı alımlı bir bayan olalım. Genç... Karşıdaki durağa da kendine göre son derece havalı bir delikanlı gelir. Şemsiyesini yanıbaşına, durağa dayar. Takım elbise, açık bağır, sivri burun ayakkabı... Saçları jöle kutusu görevi yapanlardan hani...(Elinizi onların saçına daldırdığınızda, elinizde kalanla kendi saçınızı fazlasıyla joleleyebilirsiniz) Kendine göre bize kur yapıyor delikanlı.Yandan yandan bakıyor. Hava yağmurlu, her yer su dolu. Her an son derece romantik olmaya aday bir arkaplan. Derken bir araba hızla geçip, yoldaki su birikintisini olduğu gibi oğlanın üzerine boşaltıyor. Sanki adam oğlanın kafasındaki joleyi yıkamak istemiş gibi. Yüzündeki kıpkırmızılığın altında sırılsıklam oğlan... Hem sinirinden, hem utancından... (Hatırlayın biz karşı duraktaki alımlı ve bakımlı bayan olmuştuk) Dudağımızın kenarındaki o alaycı gülümsemeyi hissedebiliyor musunuz? Bu da komik miydi? Neden?
İki durumda da rahatlıkla görebiliyoruz ki, başkası için trajedi olan aynı olay, bizim için komedi oldu. Yani genelleme yapmak ne kadar doğru olacak bilemiyorum ama, genelde başkalarının hatalarına, şanssızlıklarına ve yanılmalarına gülüyoruz galiba. Belki de bunun sebebi onun yerinde olmamamızın bize verdiği rahatlıktır.
Bir de Kemal Sunal’dan örnek vermeliyim. Zira rahmetli Türk sinemasının en önemli parçalarından biri olan komedi köşesinin baş kahramanıdır. Yıllarca güldü ona Türkiye, hala gülüyor, ve bence uzun bir müddet daha gülecek. Sayısız komedi sahnesi geliyor onun hakkında, mesela Hababam Sınıfı serisindeki Şaban karakterini ele alalım. Hareketleri de bazen komedi unsuru oluştursalar da, biz onun genelde konuşmalarına ve şaşkın duruşuna güldük. Karede gözükmediği anlarda dahi -özellikle beden derslerinde- arka plandan sesi gelir. Onun şaşkınlığına, saflığına, işbilmezliğine ve olayları çoğu kez yanlış anlamalarına gülerken, Güdük Necmi’nin kurnazlıklarına güldük. Neden?
Neden mi, çünkü bunların hepsinden biraz da bizde vardı. Mesela bir çok olayda şaşkınlığımızı gizlemeye çalışırız, ve bu şaşkınlık Şaban karakterinde ön plandaydı. Güdük Necmi’nin hinliği de dışa vurulmuştu o filmlerde. Bizim gizlemeye çalıştığımız durumları gözlemlemenin verdiği bir rahatlık, ya da bu beklenmedik olayları görmeye karşı verilen bir içgüdüsel tepki olarak güldük galiba.
Bir de yersiz durumlarda kendini gösteren ilginçliklere güleriz. Yani beklenmedik durumlarda. Mesela bir zamanlar Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz Türkiye’ye gelmişti. Edirne’deki Selimiye Camii’ne girerken ayakkabısını çıkardığında çorabının delik olması gazetelerin ilk sayfalarında yerini alırken bizlerde de en azından tatlı ve derin bir tebessüm bırakmıştı. Ama ne var bunda! Ben de giyiyorum bazen delik çorap! Ama ayakkabımı çıkarmayacağım günlerde:) Burada kimse zenginlikle özdeşleşen böyle bir adamdan, fakirlik alamete olan delik bir çorap beklemiyordu.
Bu yazıda tüm nedenleri bulamayacağım, biliyorum ama sadece komedinin altını eşmeye çalışıyorum. Bu konu uzun bir müddet kafamı meşgul edecek gibi gözüküyor. Şimdilik bulduğum şu: olayların ya da söylemlerin içerisinde sakındığımız, sakladığımız, belki de korktuğumuz etmenleri apaçık gördüğümüzde gülüyoruz, komiklik ortaya çıkıyor. Sizin aklınıza da başka sebepler geliyorsa öğrenmek istiyorum. Bazı arkadaşlarıma sordum bu konuyu, bir kaçının verdiği cevap şuydu:
Ağlamak istemedikleri için.
N’aapsınlar, ağlasınlar mı?
Çok acıklı durumlarda da bazen insanlar kahkaha atabiliyorlar, yani ağlamaları gereken yerlerde.
Nedensiz gülerler.
*Oğlum işin yok mu senin, kafayı bozacan.
Son not: Ne diyorsun sen! Çok mu uzun olmuş! Emin ol senin harcadığından en az beş kat daha fazla zaman ve emek harcadım ben buna!!!:)
Tunç AY