23
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
3043
Okunma

Yüzüm düştükçe kovuluyorum aynalardan. Belli belirsiz bir bulantı hayata karşı.
Uzun zamandır kitap almadım elime. Okuduklarım da aklımda kalmadı.
Yeni başlamış gibiyim kendimi ezberime. Saçlarım sarı, tenim soluk, gözlerim ela ve boyum uzun. Çok sigara içiyorum, çay içmeden – hayır hayır bir demlik çay içmeden- ayılamıyorum.
Tiryakiliğe yatkın bir bünyem var: Çok kolay alışıp çok zor vazgeçiyorum.
Ne zaman ellerime baksam yapılacak işler geliyor aklıma ve ne zaman ayaklarıma baksam yorgunluğum.
Orta yaş kavramı her gün değişse de genç değilim artık, bunu biliyorum.
Yıllar önce haberleri izlemeyi bıraktım. Güncel olayların tartışıldığı ortamlarda telefonumu açıp oyun oynuyor ve susun diye bağırmamak için kendimi zor tutuyorum, bazen de tutamıyorum.
Çok bağırıyorum.
Çok gülüyorum.
Çok konuşuyorum.
Çok susuyorum.
İnsanlara ve hayata dair ümitsizliğim, umursamazlık etiketiyle yapıştı üstüme. Yılgınlık. En iyi özeti bu belki de tecrübelerimin.
Ne kadar çabalarsanız çabalayın değişmeyecek olanları kabullendim. Değiştiremeyeceklerim için ise kendimi yormuyorum.
Okumayı azaltıp yazmayı çoğalttım. Yazdıklarım bencil, kendi içime dönük. Toplumsal olaylara bakışım sadece bakış. Bakıyorum, görüyorum; tartışmıyorum. Tartışmaların, bireylerin egolarını tatmin etmek ve kendi fikirlerini kabullendirmeye çalışmak olduğunu öğrendiğimden beri.
Uzun cümlelerle kitap gibi konuşan insanların hangi gezegenden geldiklerini bilmiyorum ama onlara saygı duyuyorum. Okuduğum yüzlerce kitaptan aklımda kalan tek cümle yok.
Yüzüm düştükçe çekilmez biri oluyorum. Özümün yırtıcı bir hayvandan farkı yok. İlkelliğin samimiyetine indirgedikçe duygularımı kendimden korkuyorum. Her şeyi yapabilecek ve her şeyi yıkabilecek bir varlık olduğumu hissediyorum ve bu potansiyelin her birimizde var olduğunu düşününce başkalarından da korkmam gerektiğini fark ediyorum.
Arkamızı kollamalıyız. Kendimizden bile. Nokta.