2
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
884
Okunma
Bir varmış bir yokmuş diye başlardı bizim zamanımızda masallar. Ve ben hep bir masal kahramanı olmak isterdim bir zamanlar…
Ben; dört kardeşin sonuncusu, evinin en küçüğü… Çocukluğu ağaç tepelerinde geçmiş bir çalıkuşu…
Ben. sokakta bulduğu yavru kediyle annelik oyunu oynayan, yokuşlarda top peşinde koşarken dizlerini yaralayan, küçücük cüssesine aldırmadan oğlanlara sataşan bir deli dumrul…
Ben, kalabalık aile ortamlarının vazgeçilmez neşe kaynağı, kılıktan kılığa giren bir orta oyuncusu…
Annesinin tekne kazıntısı, babaannesinin bir tanesi…
Derken gün doğdu, gün battı ve büyüdü bu küçük kız. Denizine sevdalandığı memleketinden denizsiz bir şehre, Başkente doğru yol aldı elinde bavullarla. Önce alışamadı sonra öylesine bir sevgiyle bağlandı ki bu şehre, ayrıldığında bir yanını geride bıraktı. Çünkü çok şey öğrendi orada. Vefayı tanıdı, yokluğu ve sevgiyi… Yeniden kalemi aldı eline hem yazdı hem çizdi.
Ardından bir sene de Ürdün topraklarında büyüdü bu küçük kız. Başka dilde öğrendi sevmeyi bu kez. Ve anladı ki kalp, dünyadaki tüm dilleri bilen bir uzuv imiş ve belki de bedendeki yüksek mevkiside buradan gelir imiş!
Ve bir gün bir masal misali yine doğduğu topraklara dönmüş yüreği hala küçük kendisi kocaman olan kahramanımız. Babaannesinin duasını yaşıyormuş şu aralar, evinin yakınlarında denize nazır bir tepede öğretmenlik yaparmış yemyeşil bir mekanda.. Büyümüş bizim kız ancak içinde hala küçücük bir çocuk; ıhlamur ve toprak kokusuna aşık, her yağmurda ıslanmak için can atan, rengarenk hayalleri olan… Ve hep şükreden kocaman ama küçücük bir kız olarak kalmış. Çünkü Rabbi sevgisinden bir damla karıştırmış özsuyuna. Ve bu kızın tüm gayesi tanıştığı her insanda Rabbinden gelen o özsuyundan bir tutam biriktirmek ve kocaman bir aşk denizi oluşturmakmış. Zira aşk denizinde boğulmayı kim istemezmiş ki!