15
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
2982
Okunma

Yıl, 1986...
Sağ elindeki beyaz mendil ile, alnında ve ensesinde biriken terleri silme uğraşındaki otobüs şoförü, sol eli ile de, göbeğini yalayıp geçen kocaman direksiyona biraz daha sıkı sarıldı. Ağustos ayının kavurucu sıcaklığında, asfaltı tamamen eriyen yolda, yanlış bir hareketle, sonucu vahim bir duruma sebebiyet vermemek için, biraz daha dikkatini topladı.
Kahramanmaraş ile Gaziantep arasındaki D835 numaralı devlet yolunda, homurtularla ilerleyen yolcu otobüsü, kurak, güneşte kararmış kayalar ve kurumuş diken çalıları ile kaplı, sevimsiz tepelere tırmanmaya başladığında; Samsun’dan beri süren yolculuğun yorgunluğu her halinden açıkça belli olan eşim, sıkı sıkı tuttuğu ve hiç bırakmadığı sağ koluma iyice sarıldı, başını omzuma yasladı, açık gir renkteki perdenin aralığından, aracın kirli camının elverdiği ölçüde, endişeli bakışlarla araziyi süzmeye devam etti.
Yıllardır şantiye şantiye, şehir şehir dolaşmak zorunda kalmam nedeni ile olsa gerek, ya da bu yolu kullanarak çokça memleket yolculuğu yapmış olmanın verdiği rahatlık ve alışkanlıkla arkama yaslanmışım; klimaları çalışmayan otobüsün içinde, sırtımdan akan terlerin iyice ıslattığı gömleğime, tavandaki küçük havalandırma penceresinde esen rüzgarın teması ile oluşan serinliğin tadını çıkarıyorum.
İlk bakışta, dağın yamacına eğrelti oturtturulmuş hissi veren, toprak damlı, tek pencereli, genellikle tek odalı; bir kaç alçak kavak ağacının gölgesine sığınmış, güneşin yakıcı etkisinden korunma gayretindeki köy evlerini göstererek:
-İşte burada yaşayacağız...Diyorum eşime.
Meraklı bakışlarını o yana çeviriyor. Çıplak, sevimsiz, gösterişsiz, beş on evden oluşan ve tek lüksü, tam ortasından geçen şehirler arası yol olan bu küçük köye, öylece boş nazarlarla bakıyor bir süre. Yüreğinin acıdığını okuyorum mimiklerinden, boynunu büküyor çaresizce.
-Burada mı yaşayacağız?
-Evet!...Beğenmedin mi?
Susuyor, söz düğümleniyor boğazında, yutkunuyor. Daha çok sokuluyor yamacıma, terlediğini, kalp atışlarının ve soluk alışının hızlandığını hissediyorum. Bal rengi gözlerine biriken yaşlar, bakışlarına yerleşen hüzün esintileri, içimi acıtıyor doğrusu, dayanamıyorum fazla üzülmesine:
-Hayır!...Diyorum gülümseyerek. Biz Gaziantep’e gidiyoruz ve göreceksin ki; bu çıplak ve sevimsiz tepelerin ardında, harika bir şehir ve onun güzel insanları seni beklemektedir.
Sevinçle, heyecanla gözlerimin içine bakıyor. Uzun yıllar beraber yaşamamıza rağmen, seyretmekten asla bıkmadığım güzel gülüşü dolduruyor dudaklarını yine, huzur içinde tekrar arkasına yaslanıyor.
Gaziantep’e vardığımızda, modern bir şehir ve o şehrin, tüm hayatım boyunca taktir ettiğim, kendimi borçlu hissettiğim,sıcakkanlı, dost canlısı insanları karşılıyor onu. Mutlu olduğunu her hali, her hareketi ile belli ediyor.
-O, çirkin ve büyük dağların arkasına, nasıl da böyle güzel bir şehir gizlemişler...Diye söyleniyor kendi kendine gülümseyerek.
Fakir bir ailenin, beş çocuğundan biriyim. Babam, bin bir zorlukla okutmuş beni, elindekini avucundakini tükettiği için de, evliliğime ekonomik bir katkısı olamamıştı. Genç bir mühendisim, öyle çokça bir gelirim de yok sözün doğrusu. İş yerindeki arkadaşlardan birinin annesinin bir evi vardı merkezde, onu verdiler bize sağ olsunlar. Ucuz bir ücretle kiraladık... Evde doğru dürüst eşyamız flan da yok. Salondaki çek yatlarımızı, Karşıyaka esnafından bir dostumuzdan temin ettik ekonomik bir fiyata... Fabrika müdürümüzün babası, makine dokuması halı satıyordu, ondan da halıyı alıverdik, parasını sonra ödemek kaydı ile tabi ki...
Evde hiç bir elektronik cihaz yok. Alacak ekonomik güce de sahip değiliz aslında. Kazandığımız üç beş kuruş, boğazımıza ve borçlara gidiyor. Arkadaşlarım para topluyor aralarında, bir Grundig radyo alıyorlar düğün hediyesi olarak. Eşim nasıl seviniyor, anlatamam. Sevincinden göklere uçuyor. Renkli televizyonlar da yeni çıkmış, durumu iyi olanlar evlerine almaya başlamışlar. Eskisini de, ne yapacaklarını bilemediklerinden olsa gerek, genellikle evlerinin bir köşesinde saklıyorlar. Bizim muhasebe müdürü;
-Böyle olmayacak bu iş. Benim renksiz televizyonu sana vereyim,yenisini alana kadar kullan...Diyor.
Böylece, renksiz de olsa bir televizyona kavuşuyoruz, eşimin yüzü biraz daha gülüyor, birazcık daha alışıyor Gaziantep’in sıcak atmosferine. Hayatımızda daha çok eser oluyor mutluluk meltemleri...
Günler, ağır aksal ilerlemekte, sonbaharın sonu yaklaşmaktadır artık. İnsanlar kış hazırlığında, yakacak problemi çözüm beklemekte. Apartman kaloriferli aslında ama, çeşitli nedenlerle yakılamıyor kazan; oturanlar, kendilerine özgü yöntemlerle kışı geçiriyorlar. İşin kötü yanı, evde baca flan olmadığı için de, odun, kömür yakma imkanı da yok.
Ankaralı bir mühendis arkadaşım vardı. Binevlerde bir eve taşınmıştı yeni ve onlar da ısıtma problemi yaşamaktalar.O zamanlar, Binevler tarafı yeni yeni yerleşime açılmış, alt yapı doğru dürüst gelişmemiş. Şehrin, Kilis yönündeki son mahallesi,daha ileride sadece üniversite var...
-Ne yapacağız bu ısınma işini Abdullah? Sen kıdemlisin, bilirsin bu problemin çözümünü?
-Kolay!...Önce birer gaz sobası alacağız, oturma odasına kuracağız, bacasını da camdan dışarıya uzatacağız. Sonra, 200 litrelik bir varile musluk takıp, balkonumuza yerleştireceğiz; ardından da, tankeri çağırıp gaz dolduracağız. Kışı, gaz yakarak geçireceğiz.
-Olur mu?
-Olur valla!...
Mecburen uyguladık Abdullah’ın yöntemini, kurduk sobaları, doldurduk balkondaki varilleri gazla. O zamanlar, benzin istasyonlarında gazyağı da satılmakta ve çok da pahalı değil fiyatı. Birer adet de termometre aldık, astık odanın müsait bir bölümüne. Yirmi derece civarında tutacağız sıcaklığı, fazla yakıt tüketmemeye çalışacağız.
Kış geldi bastırdı. Şimdi bilemem nasıldır ama, o tarihlerde bayağı kar yağardı Antep’e. Küçük oturma odasında geçer oldu günlerimiz. Eşim, büyük bir maharetle, odanın sıcaklığını hep yirmi derecede tutmayı başarabiliyor, uzmanı olmuş işin. Oda sıcaklığı yirmi derecede devamlı ama, biz yine de üşüyoruz, battaniyeye sarılmadan oturamıyoruz akşamları. Bu duruma çok anlam veremesek de, yeni evliyiz ya hani, hoşlanmıyor da değiliz vaziyetimizden.
Günler aheste aheste geçiyor, Şubat ayı başlarına geliyoruz. Arkadaşım, tükenen varilini yeniden dolduruyor. Çok idareli kullandığımız ve sobamın da çok kaliteli çıkmasından dolayı kutluyor beni. Bizim varil sihirli, dibi gözükmüyor bir türlü.
Nihayet güz bitiyor, bahar sevimli yüzünü gösteriyor. Havaların yumuşaması ile birlikte, şehir de güzelliklerini sergilemeye başlıyor biz yabancılara bilhassa. Dostlarımız, sık sık sahraya, Dülükbaba’ya alıp götürüyorlar bizi. Gaziantep’in meşhur patlıcan kebabının lezzetini tanıyoruz. Eşim, oldukça zayıf olan mutfak kültürümüzü geliştiriyor komşuları yardımı ile, memlekete döndüğünde oldukça sükse yapıyor bu sayede. Ezogelin çorbasını, alinaziği, yuvarlamayı, baklavayı, lahmacunu tanıyor, çok da seviyoruz. Oradaki edindiğimiz acı pul biber alışkanlığımızdan, sonraki yaşantımızda hiç vazgeçemiyor, Antep mutfağının özlemini daima çekiyoruz.
Havalar iyice ısındığından, sobaların sökülmesi ve bahar temizliği yapılması gerekiyor artık evde. Bizim bereketli varilin dibinde, hala bir miktar gaz var. Bahar da hızlı geçiyor, geçerken de sevimli bir kız bebek bırakıyor evimize, misafir sayısı üçe çıkıyor Antep’te... Ardından, sıcak yaz ayları gelip dayanıyor kapımıza, fazlaca güneş görmeyen evimiz, nispeten serin bir atmosfer solumamıza yardımcı oluyor.
Temmuz ayındayız... Evliliğimizin birinci yıldönümü suları...Bir tatil günü, pek kullanmadığımız oturma odasını temizlemekle meşgul eşim. Ben de, bizim ufaklıkla vakit geçirmekte, babalığın güzel anlarını yudumlamaktayım. Sıcaklık otuz beş derece civarında, hava yangınlarda, insanlar, serinlemek için çeşitli yöntemler arama peşindeler.
-Bey, biraz gelir misin buraya?
-Hayrola hanım? Önemli bir şey mi var?
Hiç konuşmuyor, dudaklarına yerleştirdiği muzip bir gülümseme ve elleri beline dayanmış karşılıyor beni. İster istemez ben de gülümsemeye başlıyorum ama, bir taraftan da meraklar içindeyim. Sağ elinin işaret parmağını termometreye doğru uzatıyor.
-Bak!...
Bakıyorum. Hava sıcaklığının, ortalığı kasıp kavurmasına rağmen, bizin termometre hala yirmi dereceyi göstermekte. Birbirimize sarılarak kahkahalarla gülüyoruz. Gürültümüzden çocuk ağlamaya başlıyor. Böylece, battaniye sarılarak geçirdiğimiz soğuk kış gecelerinin ve sihirli varilimizin sırrı çözülmüş oluyor. Meğer odanın sıcaklığının yirmi derecede sabit tutulması, ya da kış boyunca bizim öyle zannetmemiz, hanımın becerisi değil de, bozuk termometrenin marifetiymiş.
Diğer kışı orada, güzel Gaziantep’te geçiremedik. Kader, İstanbul’a çevirdi yönümüzü. Sihirli varilimizi de, içinde kalan gazla birlikte, evimize taşınacak yeni sakinlerine bıraktık. Kim olduklarını bilmiyorduk ama, bir kaç damla mutluluk da onların hayatına katar belki diye düşündük, dokunmadık.
Şimdi, ne zaman üşüyüp, bir battaniyenin altına sığınsak beraberce, Gaziantep’i, orada yaşadığımız bu güzel olayı hatırlar, kahkahalarla güleriz eşimle. Mutluluğun, hayatın küçük detaylarında gizli olduğunu anlatan bu küçük hikayemizi de, sıkça paylaşırız eşimiz, dostumuz, çocuklarımızla...
Bir tutam hayat-31.10.2013-Azerbaycan