17
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1227
Okunma


Bu karanlık ve öfkeli gecenin, hayatımıza neler getirdiğini, yarınımızın neler getireceğini bilmeden, kıvrıldığım mısır torbalarının üzerinde, derin bir uykuya dalmışım. Yanı başımızda akıp giden bu azgın suyun, vadinin aşağı kesimlerinde nasıl bir etki bıraktığını, şüphesiz hiç birimiz bilmiyor, tahmin edemiyorduk.
Değirmencinin, arada bir gelip gidişlerinde uykumun bölündüğü zamanlar oluyordu ama, o güzelliğe geri dönmem çokça zaman almıyordu. Bu uyanışların birinde, değirmen taşının tıkırtısı ile, ocakta yanmakta olan çam odunlarının çıtırtısı dışında, başka bir sesin duyulmadığını fak etim. Teneke kaplı çatıda oynaşan damlaların sesi kesilmiş, hiç sonu gelmeyecek gibi yağmakta olan yağmur, nihayet gecenin ilerleyen bir saatine doğru durmuştu.
Sabah erken uyandık. Merakla dışarı koştuğumda, derenin suyunun biraz azalmakla birlikte, hala hatırı sayılır bir coşku ile akmakta olduğunu gördüm.Hava açmış, gök yüzünde, ufak tefek pamuk öbekleri gibi sağda solda gayesizce gezinen bulut kümecikleri arkasında, insana özgürlük hissi veren mas mavi bir sonsuzluk, göz alabildiğince uzanıp gitmekteydi. Avlunun hemen sağ tarafındaki büyük dut ağacının geniş yapraklarına tutunan yağmur damlacıkları, usul usul başıma, omzuma düşüyor,saçlarımın ve elbisemin ıslanmasına neden oluyorlardı. Değirmencinin köpeği, giriş kapısının hemen yanındaki barınağından başını uzatmış, tembel tembel esnemekte, umursamaz bakışlarla etrafını incelemekle meşguldü.
-Günaydın ufaklık. İyi uyuyabildin mi? Diye seslendi yorgun bir ses tonu ile, değirmenin arkasındaki tümsekteki dar patikadan inmekte olan değirmenci .
-Teşekkür ederim efendim. Kendi yatağımda uyuyormuşum gibi rahattım.
Yanıma kadar geldi, oldukça büyük, nasırlaşmış ve yer yer çatlamış avuçları ile saçlarımı okşadı. Onun geldiğini gören köpek de, hemen sığınağından fırladı, kuyruğunu sevinçle sallayarak, ayakları arasında gezindi.
-Şimdi sen şu kuyudan su çek, kahvaltı hazırlayalım beraberce. Geç kalmadan yola çıkmalısınız zira.
O, değirmene doğru yönelirken, ben de, avlunun hemen hemen ortasında bir yerde yer alan kuyudan su temin edebilmek için harekete geçtim. Etrafı yaklaşık bir metre yükseklikte duvarla çevrilmiş, üzeri iptidai bir çatı ile kapatılmış, ahşaptan bir halat sarma istemi olan ilginç bir kuyu bu. Biraz zorlukla da olsa, bir kova su çekebildim ve pantolonumun paçalarını ıslatma pahasına da olsa, değirmene taşımayı başarabildim.
Bebek dahil, herkes uyanmış, etraf bir güzel toparlanmış, sabah serinliği etkisi ile bebeğin üşümemesi için ocaktaki ateş yeniden alevlendirilmişti. Çay suyu ateşin üzerine kondu, yörede yetişen yeşil zeytinden hazırlanan zaguda (yeşil zeytin salamurası), tere yağı, Mora’dan (Böğürtlen) yapılmış reçel, peynir ve mısır ekmeği eşliğinde soframız, yeniden ocağın önüne hazırlandı. Kısa ve alelacele ile yapılan bir kahvaltıdan sonra, yol hazırlıklarına başlandı.
Anne, çocuğunu bir güzel sardı sarmaladı, üşümemesi için gerekli tedbirleri aldı. Yaşlı adam, hayatının en önemli aksesuarına, vefakar ve cefakar bastonuna dayanarak, oturduğu yerden yavaş yavaş doğruldu. Her ihtimale karşın, daima arabasında hazır bulundurduğu ipini ve kurebisini (Ucu, keskin kısmına doğru bir şahin gagası biçiminde bükülmüş, kısa saplı, hafif balta) yanımıza aldı amcam. Değirmenci, ne olur ne olmaz diye, biraz ekmek, biraz zeytin, domates ve salatalıktan oluşan yemek çıkınını elime tutuşturdu. İçerisine, akşamleyin tadına doyamadığımız imansız peynirden koymayı da unutmadı.
-Nasıl gideceğiz şimdi biz? Diye sordu amcam.
-Değirmenin arkasından başlayıp, dere yatağına paralel uzanan, pek kullanmadığımız bir patika var. Onu takip edeceksiniz. Yağmur nedeni ile kayganlaşmıştır toprak. Dikkatli olun. Kayarak, dereye yuvarlanabilirsiniz.
-Zor bir yürüyüş olacak...Dedi dede...
-Evet!...Yaklaşın bir kilometre kadar ileride, derenin iki yakası arasında fındık çuvallarını naklettiğimiz bir ilkel teleferik vardır. Biraz eski görünümlüdür ama sağlamdır. Dikkatlice, teker teker karşıya geçersiniz. Ondan sonra işiniz kolay. Araba yolunu takip eder, gidesiniz. Bir aksilik çıkmaz ise, akşama doğru ilçeye varırsınız sanırım. Bir araca rastlarsanız, daha da erken ulaşabilirsiniz.
-Sağ ol arkadaş!...Diye teşekkür etti tekrar amcam...Senin hakkını ödeyemeyiz. Arabam da sana emanet, yol açılınca gelir,alırım.
-Merak etme onu. Kendi malım gibi sahip çıkarım.
Bu alçak gönüllü, misafirperver ve yüreği sevgi dolu değirmenciye, hepimiz teker teker teşekkür ettik, helalleştik. Benim başımı, bebeğin de yanağını şefkatle okşadı.
-Allah, şifasını versin, tez zamanda iyileşsin inşallah. Diye dua etti arkamızdan. Dönüşte muhakkak bana uğrayın, bilgi verin. Merak ederim ben şimdi ufaklığı... Diye tembihte bulundu.
-Kesinlikle uğrarız...Diye karşılık verdi dede...
Tehlikeli bir yolculuk olacağını tahmin eden amcam, bebeği annesinden aldı, ipi benim boynuma geçirdi, kurebiyi de elime verdi.
-Haydi, sen öne geç!...Dedi.
Ben önde, ihtiyar dede arkamda, onun arkasında amcam, en arkada da bebeğin annesi, dar patika yoldan dikkatle ilerlemeğe başladık. Hemen iki metre solumuzda, olanca şiddeti ile akmakta olan derenin, yürüdüğümüz patikayı söküp götürmesine, dere yatağını kenarında bulunan ve güçlü kökleri ile toprağı sıkıca kavrayan karayemiş ağaçları engel olmaktaydı.
Yoğun yağmurun etkisi ile iyice yumuşayan toprak, kendini sarıp sarmalayacak bitki kökleri bulamadığı bölgelerde, zaten oldukça dik olan yamaçlara tutunamıyor, vadinin nihayetindeki dereye doğru kayıp gidiyordu. Bunun sonucu olarak da, yürümekte zorluklar çektiğimiz bu daracık patikada, geçişi oldukça zahmetli kılan boşluklar oluşturuyordu.
Artık iyice toprak yüzeyine çıkan ağaç köklerine takılıp düşme tehlikesi de yok değildi. Bizlerin düşmesi çok önemli değildi aslında. Çünkü, dere ile aramızda uzanan ağaçların alçak dallarına tutunmamız mümkün olabilirdi. Ama, kucağında bebeği taşıyan amcamın düşmesi, felaket olurdu doğrusu.
Mora dikenlerinin, özgürce çevreye dağılması ve kafulların (yabani bitkilerin oluşturduğu çalılık kümesi) patikayı iyice kaplaması, bu geçişin pek kullanılmadığı konusunda, değirmencinin söylediklerini doğruluyoırdu. Amcamın elime tutuşturduğu kurebi, yolu temizleme konusunda, gerçekten hatırı sayılır iş görüyor, her sallayışımda, yağmur damlacıkları etrafa, biraz da üzerime sıçrıyordu ama, yolumuzu kesen uzun çalılar da, aldıkları keskin darbenin sonucunda, ayaklarımızın altına uzanıveriyorlardı.
Bir müddet sonra, oldukça zahmetli geçen bu kısa yolculuğun nihayetine gelmiş, değirmencinin sözünü ettiği yük teleferiğine ulaşmıştık. Derenin iki yakasına sağlamca sabitlenen, oldukça büyük beton bloklar ve aralarına özel bir gerdirme sistemi ile bağlanan kalınca bir çelik halat. Bu halata iki adet makara ile asılmış, ancak bir kişinin sığabileceği, demirden yapılmış küçük bir sepet. Sepetin her iki yakadan da hareket ettirilebilmesi için kurulmuş bir basit çekme sistemi.
Bebeği annesinin kucağına veren amcam, derenin karşı kıyısına geçmemizi sağlayacak bu sistemi, iyice bir inceledi ilkin. Halatı, makaraları, sepetin bağlantılarını, yıllardır makineler ile haşir neşir olmuş bir insan gözü ile enine boyuna gözden geçirdi.
-Halat paslanmış ama, oldukça sağlam gözüküyor.
-Taşır mı bizi acaba? Diye sordu dede merakla...
-Taşır sanırım. Başka bir çaremiz de yok zaten. Yavaş ve dikkatlice geçebilirsek karşıya, işimizi epeyce kolaylaştırmış olacağız.
Amcam, bu tehlikeli geçiş için hazırlıklarını yaparken, ben de, normal zamanlarda duru, ancak şu anda taşıdığı toprak nedeni ile koyu kahverengi renge bürünmüş ve olanca şiddeti ile etrafına köpükler saçarak akan dereyi, endişeli bakışlarla inceliyorum. Korkuyor muyum? Bu noktada, korkmuyorum desem yalan olacak gerçekten. Kapıldığınızda, kurtuluşun asla mümkün olamayacağı bu azgın suyun üzerinden, bir halat ve ona asılı duran küçük bir sepetin içinde, korkmadan, heyecanlanmadan geçmek, sanırım her baba yiğidin harcı değildi o şartlarda. Riski göze almak zorundaydık. Aldık da...
-Önce yine sen geç!...Dedi ve sepete binmeme yardım etti amcam. Makaraların yanındaki tutma kısmını sıkıca kavra, her ne hal olursa olsun, sakın bırakma. Sepet devrilir, kopar, kayarsa, en azından halata asılı kalırsın... Anladın mı?
-Anladım...
-Seni yavaş yavaş göndereceğim. Zaten öteki yakaya doğru az bir eğim var, akıp gideceksin. Geçişte hareket etmemeye çalış ki, sepet sallanmasın.
Kavranması gereken yeri, iki elimle sıkıca kavradım. Gözlerimi kapadım, annemin tembihlerine uyarak, sıkıntılı zamanlarımda yaptığım gibi, yine hatırlayabildiğim tüm duaları içimden okumaya başladım. Çılgınca akıp giden ve artık iyice sinirlerime dokunmaya başlayan suyun,bu çılgın akışta çıkardığı ses kulaklarımı tırmalarken, makaraların, halat üzerinde gıcırtılarla ilerlemeye başladığını, sepetin de, bu ilerleyişin etkisi ile aheste aheste sallandığını hissettim.
Zaman ilerlemiş, güneş sıcak yüzünü, vadinin dik yamaçlarını doruklarından göstermeye başlamıştı. Heyecan ve güneş ışıklarının tesiri ile iyice kızaran yanaklarıma, kayalara çarparak sıçrayan su damlacıkları değdiğinde, içimi hoş bir ürperti kaplıyordu.
Kısa bir süre sonra, kalp atışlarımın sıklaştığı, alnıma boncuk boncuk terlerin biriktiği, içimden okuduğum duaların da nihayetlendiği bir anda, bağlantı kısmına sıkı sıkı sarıldığım, hatta avuç içlerimi sızlatmaya başlayan sepet, tok bir çarpma sesi ile durdu. (Devam edecek)
Bir tutan hayat-30.09.2013-Azerbaycan