7
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1694
Okunma

Öğretmenliğimin ilk yıllarında mecburi hizmet için geldiğim öz memleketimde, aslında en çok babamın sohbetlerini özlediğimi fark ettim. Atandığım Ahlat Kız Meslek Lisesi’nin bahçesinde bulurdum canım babamı. Her okul çıkışında gelir bir çocuk gibi beklerdi beni. İlk başlarda garip karşılardım ama sonrasında okuldan çıkışımız ile beraber yol boyunca Abdulsamet sokaktan çıkıp hamam sokağa varıncaya kadar anlatırdı eski Ahlatı. Ergezen okulunun yerindeki camiden söz eder, hatta çalıştığım kız meslek binasının yapımında taş taşıdığını, çamurunu nasıl kardığını ballandıra ballandıra anlatırdı.
Kızım Halime’ye annem bakıyordu ben okulda iken. O nedenle her gün mutlaka babamlara uğrar bu vesile ile akşam yemeklerimizi babamlarla yerdik. Babamın her cümlesi “biz eskiden” diye başlar, yaşanmışlıkları yüzündeki çizgilerden okunurdu zaman zaman. Hatta o yaşanmışlıklar bedeninde derin yaralar açmışken, ruhunu da alabora etmişti. Anlattıkça heyecanının arttığını, kelimelerin dağılmasından anlardım. “Bizim zamanımızda adam gibi adamlar vardı” derdi hep. Çocukluk, gençlik, yetişkinlik dönemliklerini anlatır, rençberlik hikayeleri sonunda gözyaşlarına hakim olamazdı. Biz eskiden yoksulduk diye başlar, tandırın başında yediği çortinin tadını, ısınmak için tandıra salladığı ayaklarının keyfini, öküzlerinin isimlerini huyunu suyunu belirtirdi ince ince. Hele babamın askerlik anıları yok mu :) Her defasında ayrı ayrı ama hep orijinal anılar. Eeee dile kolay tam dört yıl sekiz bayram ailesinden ayrı geçen askerlik dönemi. Ne çok anlatılması gereken günler var değil mi.
Bazen şiirler okur ,takıldığı yerlerde anneme bakar annem de her defasında kızıp sinirli sinirli şiirin sonunu getirirdi.
“Çorabımı serdim köşkün damına,
kıran gire davarına malına diye,
yedi ay ısıtma gire canına,
şu sefil dervişim kaldı çorapsız”
diye başlardı. Arada eleştiri hadsizliğine düştüğümüzde ise hemen
“ Hey ağalar ne illerin gezmiştir.
Kara karga tarlan kuşu beğenmez.
Oğullar anayı kızlar babayı.
Taze gelin kaynanayı beğenmez”
der sitem ederdi J Kavalcı Recep’ i çok iyi bilirdi.
Babamı kaybettiğimde en çok onun sohbetini özledim, anılarını yaşam hikâyelerini azmini ve Biz eskiden” diye başlayan sözlerini özledim.
Şimdi bakıyorum da benim de iki cümlemden birisi ben eskiden diye başlıyor. Zaman yolcuğuna çıkıyorum farkında olmadan. Nostalji trenine öyle hızla biniyorum ki kendimi bir anda çocukluğumda buluyorum. O tren ki makinisti ben, yolcusu ben hancısı ben. Bileti ağzımda “ biz eskiden” …
Ellerimizin yazdığı mektuplar, yüreğimizin döküldüğü beyaz sayfalardı. Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpülen, asla hava durumu unutulmadan havalar nasıl diye sorulan mektuplar. Bayramlarda yılbaşında yazılan kartpostal çoktan biz eskiden- de yerini almış bile. Öyle cep telefonları ile randevulaşmak yoktu, bir kere şu gün şu saatte dedik mi o gün o vakit, iki elimiz kanda olsa giderdik. Anne babalarımızın “kaş göz” adında bir konuşma sanatları vardı. Ayrı bir iletişim ağları vardı malum. İstemedikleri bir şeye sakın yönelmeyin o kaşlar çoktan havalara kalkmış, dudaklar büzülmüştür. o güzelim yüzleri şekilden şekile girmiştir. Kaşlar Ağrı Dağının zirve yürüyüşü gibi çatılır, renk parçalı bulutlu olur, her an şimşekler ve gök gürlemesini duymamak elde değildi. Ama annemin pandomim sanatçılarına taş çıkardır el kol işaretleri yok mu hala hatırlayınca kahkaha ile gülüyorum :)
Öyle haddine mi düşmüş okulu öğretmeni şikayet etmek offff annem 40 numara Trabzon lastiği ( mest ) çoktan peşimde belirmiş, olimpiyatlardaki Elvan’dan daha hızlı koşmuşluğum bile var :)
En büyük zevkimiz sabah erkenden Abdulcabbar Amcanın bahçesinde ağaçların altını toplamak. Tabiii Saadet teyzeye yakalanmadan ustaca görünmeden yapmak. O zamanlar bunun çalma olduğunu bilmeden yaptığımız davranışların aslında şimdi yıllar sonra çocukluğumuzun çalındığını anlayamadık. Bahçeden topladığımız papatyalar ile taç yapmak. Hele amca kızı ve Melek ile beraber elma yaprağını taşla dövüp naylona sarıp mayıs ( goranlık ) içine gömerdik ve kaybolmasın diye de üzerine kocaman bir tezek parçası yada taş koyardık. Sabahı sabah ederdik. Kıpkırmızı olurdu rengi hemen sabah erkenden çıkarır ellerimize sürerdik kına niyetine. Yahoların bahçesinden kara dutu toplar çay tabağında ezerdik elimizle. Güneşte kuruturduk azıcık ve tırnaklarımıza sürerdik oje diye. Sonrada annemden 40 numara lastik korkusu ile başlardık olimpiyatlara hazırlanmaya :)
Öyle iskarpinlerde yoktu. O zengin ayakkabıları idi. Biz naylon ayakkabı giyer yırtılmaya başladı mı yorgan iğnesi ile dikiverirdik. O zamandan elime aldığım iğne şimdi hobim olmuş.:) Hatta ayakkabıcı Nusret ile yarışacak kadar güzel ayakkabı tamir ederdim. :) Hele babamın naylon çizmelerimizi guzine sobanın fırınında sabah erken ısıtmasını hiç unutamam. Okula gidene kadar sıcacık ohhh.
Elimize verilen 25 kuruş ile okulun yanındaki Fatma teyzeden aldığımız ve arkadaşımızla paylaştığımız bisküvi ve lokumun tadını inanın hiç unutmadım.
Ben; Televizyonumuz yokken Kasım Dayımlara gidip kaynanalar dizisini izlemeyi, mahalle de Asım, Cevdet, Oktay, Hanifi, Maşallah, Yaşar, Songül, Melek’le oyunlar oynamayı, bahçe duvarlarının üzerinden atlarken amcam Yusuf’un bağrışlarını babamın yüzümüze tükürmesini unutamıyorum :)
Ben; kahveye yemek götürdüğüm zaman abilerimin verdiği harçlıkları okul masrafları için kola kutusundan yaptığım kumbarada biriktirmeyi,
sabah erken babamın kahvesine, çay şeker alışverişi için bir gün Delco Bekir’den ,bir gün Fevzi Dayı’dan, bir gün Tunuslu İsmail’den ,bir gün Ahmet Koca’dan bir gün Mustafa Amca’dan alışveriş yapmayı unutamıyorum.
Ben; babama tütün almak için Siirtli Seyit’in dükkanına gitmeyi, Ahlat’taki her kırık çıkık işlerinin Kırıkçı Seyfettin’den sorulmasını “ he valla kırılmiş” demesini unutamıyorum.
Ben; belediye parkının önünden geçerken ah bir bayanı otururken görsem de ben de içeri girip otursam diye iç geçirdiğim günleri, çarşıya gelip giderken Dayım Kadir Ersoy’u camın önünde oturup hal hatır sormasını, babamların her akşam onlara günlük rapor verir gibi oturmaya gitmelerini unutamıyorum. :(
Ben; Dadaş Amcanın et kuyruğunda beklemeyi,· hocanın fırınından açık ekmek almak için kuyruğa girmeyi, sebzeci Abdullah’dan sebze seçmeyi, Sebzeci Yusuf’un “sebze seçmek olmaz” demesini unutamıyorum. :)
Ben; okula gitmek için babamı Ali Koca’ya şikayet etmeyi,Turgut Hoca’nın sert yapısının altındaki altın kalbini, sınıf başkanlığı için Ramazan Uludağ’la , Zihni Akpolat’la kavga etmeyi unutamıyorum. :)
Ben; ilk öğretmenim Nuriye Özyurt’u,· 4.ve 5.sınıflarda öğretmenim olan Özdemir Hocayı unutamıyorum. :(
Ben; Bin Bir Çeşit Ticaretten ,okul için malzeme almayı Lemi Tatlısu’nun o güler yüzünü unutamıyorum :(
NOSTALJİ TRENİNDE GÖRÜŞMEK DİLEĞİ :)
BİLETLER BENDEN…….
BİRGÜL OTLU