4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
921
Okunma

Beş odalı,asma tavanlı evimizin bir kaç merdiven üstü burası....
Annemin tıka basa doldurduğu eski çeyiz sandığı ,naftalin kokulu gizeminde saklıyor ,çocukluğumdan kalma masumiyetin yol hikayelerini...
Sandığın kapağını kaldırınca ,hemen üstte; avuçları kınalı,yosun gözleri tanıdık bir kız çocuğu gülümsüyor ,siyah beyaz bir kareden ,kendinden yaşça büyük kendine...
Üç kez öptüm o resmi bağrıma basa basa...
Resmin yanında duran kırmızı kurdelalı çantama ilişti gözüm; bir kaç balon,iki küçük toka ve bir avuçta şeker kalmış ağız tadıyla yiyemediğim.Bir de çok sevdiğim pembe ceketimin kopuk düğmesi karışmış şekerlerin arasına...
Aşağı mahallenin muhtarının kara yağız oğlu ayırmıştı onu iliğinden
Saç örgülerimi de çekmişti o gün ,sırf sarışınım diye itmişti beni,dizlerim hala acıyor...Zaten hiç sevmemiştim o kara çocuğu...
Sandığın altlarına doğru siyah bir poşet ;içinde kahverengi botlarım,okul yıllarımdan kalan..
Şaşırdım;annem onları kimseye vermemişti..Unutmuş olmalı..
Büyümeye terfi ettiğim anlardı.14-15 var yokum.Bir gün okuldan gelirken ; bakkalın bıyıkları henüz terleyen çırağı ,bana aşık olduğunu söylemişti de,ağlayarak babama koşmuştum..
Babam o tok sesiyle; ’bıyıklarını keserim onun ’ demişti hala kulaklarımda ..O gün bu gündür kimse cesaret edemedi beni sevmeye,ya da sevdi de söyleyemedi..
Hey gidi günler..O günlerde sadece şirinler köyüne inanırdım.Nerden bilirdim büyüdükçe haramiler saracak etrafımı..
Şimdi kör oluyorum bir oyunun ortasında ebe kalırken. Kibritleri çıkarıp ceplerimden bir ateş daha yakıyorum ,ağustos sıcağında üşüyen avuçlarıma...
Bir de bu defa ben seviyorum,babama hiç söylemeden....