16
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1609
Okunma


ANNA...4
- Türkçeyi çok güzel konuşuyorsun!...
- Beş yıl kadar önce bir Türk şirketi vardı burada ve uzun süren bir çalışma yaptılar Poti’de. Orada işe giren bir komşumuz, yöneticilere sefaletimizi anlatmış, benim adıma iş rica etmiş. Onlar da, acımış olacaklar ki halimize, bana iş vermeye razı oldular,
Mersin’li idiler. O nedenle Mersin’i biliyorum demiştim. İyi, yardımsever, dürüst insanlardı işverenlerim. Bana çok iyi davrandılar, adeta kızları yerine koydular, korudular, kolladılar.
Onlardan çok şey öğrendim. Kazandığım para ile de geçim sıkıntımız hafifledi biraz.
Türklere karşı olan sevgim işte bu nedenledir. Bu sevgi yardımıyla da, Türkçeyi çabucak öğrendim.
- Her gördüğün Türk iyidir diye bir kural yok ki!...
- Biliyorum tabi ben bunu ama, onlar daha insancıl, daha merhametli oluyorlar. Erkekleri de buradakiler kadar çok içmiyor, tüm işleri kadınlara bırakmıyorlar. Bak, sizler, aileleriniz rahat yaşasın diye, vatanınızdan uzakta zahmetlere katlanıyorsunuz. İçinizde istisnalar var ama, genellikle insana, önce insan diye yaklaşıyorsunuz.
- Evet, aile yapısı bizlerde biraz daha güçlüdür ama, bu devirde insanlar o kadar acımasız oluyorlar ki; senin gibi birinin, gerçekten güçlü bir hamisi olmadan oralara, Türkiye gerçeğine yolu düştüğünde, olacakları tahmin etmek hiç de zor değil. Hayat şartları orada da çok ağır. Tehlikeler buradan az değil Türkiye’de...
- Ben yalnız olmayacağım ki orada. Beni çok seven bir eşim olacak. Çocuklarım, arkadaşlarım, dostlarım olacak. Komşularım olacak çok iyi anlaştığım ve sık sık ziyaretlerde bulunacağım. Her sabah karşılaştığımda sevgiyle selamlaştığım; her üzüntümde, her sevincimde, her sıkıntımda yanı başımda olan, çekinmeden yardım isteyebileceğim tanıdıklarım olacak. Aç kalırım, susuz kalırım, soğukta açıkta kalırım diye korkularım olmayacak. Annem, günün 20 saatini çalışarak geçirmek zorunda kalmayacak. yaşlı ninemin, sım sıkı sarılabileceği, sıcacık bir atkısı olacak. Ben mutlu insanların arasında, her zaman gülümseyen insanların arasında, mutlu yaşayacağım!...
Anna’nın, bu güzel hayalleri karşısında derin düşüncelere daldım. Acaba böyle bir yer var mıydı dünyada? Anna’nın hayallerindeki gibi birbirine yardımcı olan, birbirini seven, destekleyen, iyi-kötü günde birbirini kollayan, esirgeyen dostluklar yaşanmakta mıdır diye düşündüm.
Belki Anadolu’da,
Anadolu’nun küçük sokalı eski şehirlerinde;
ya da sıcacık insanlarının yaşadığı,
kavak ağaçlarının gölgelerinde serinleyen ve kıyılarında özgür ve mutlu ördeklerin gezindiği küçük dereleri ,
doğudan batıya, kuzeyden güneye, beyaz köpükleri ile yaramaz ve sevimli dalgacıkların oynaştığı sahilleri,
gecelerinde, gündüzlerinde sevda şarkıları söyleyen rüzgarları olan kasabalarında;
veyahut ta,
güneş yanığı tenleri ile,
toprakla mücadelenin çatlattığı, nasırlaştırdığı elleri ile,
fakir ama tok gözlülüğü ile,
mangal gibi yüreği ile,
yiğit köylümüm mutlu yaşadığı yitik Anadolu köylerinde ancak hayal etiği bu ortamı bulabilirdi Anna...
Büyük şehirlerde, asla bu aradığı, hayal etiği dostluklarla karşılaşamazdı.
Düşüncelerimi Anna’ya anlatmadım. hayalleri yıkıldın istemedim. Zaten bir tek mutlu olduğu şey idi hayal kurmak. Ona da engel olmak, ümitlerini yıkmak insafsızlık olur diye düşündüm.
Bıraktım, hayalleri ile yaşamaya devam etsin o.
Belki bir gün, hayalindeki beyaz atlı prensi, Sarp sınır kapısından çıkıp gelir, tuttuğu gibi kolundan Türkiye’ye, mutlulukların en büyüğünü yaşamayı hayal ettiği ülkeye götürür.
Bu sohbetin ardından bir kaç gün daha geçti.
Artık benim yaptığım işin bitmesine çok az kalmış, anlaşmaya vardığım yeni iş yerimden, Ankara’dan, acele iş başı yapmam gerektiği mesajları gelmeye başlamıştı.
Biraz daha işlere yoğunlaşmam ve erkenden Türkiye’ye dönmem gerekiyordu. İşte bu nedenle, pazar günleri de çalışmaya başlamıştım artık.
Durmak dinlenmek yok gibiydi. Zaten insan devamlı çalışmaya bir alıştı mı, dinlenme ihtiyacı pek hissetmez oluyor.
Yine böyle çalışmakta olduğum bir tatil günü gelişen bir olay, bizleri o kadar çok üzdü ki; bu üzüntü, aradan bunca yıl geçmesine rağmen o olayın hafızamda cap canlı kalmasına sebep oldu.
Bu hikayeyi kaleme alışımın başlıca nedeni de, işte vicdanımda kıpırdayıp duran o tatsız anıdır.
Bazı tatil günleri, bilhassa havanın yağışlı olduğu zamanlarda, yaşadığımız evi ofis gibi kullanmakta, işlerimize orada devam etmekteydik.
Poti küçük şehir. Öyle gezilecek, görülecek bir yerleri de yoktu fazlaca. Şehir dediğimiz, Anadolu’nun nüfusu kalabalık ilçeleri gibi bir yer aslında.
Hele de hava yağışlı olunca, iyice can sıkıcı oluyordu hayat. İşlerle uğraşmak, noksan kalan ofis işlerini tamamlamak iyi oluyordu.
İşte böyle, yağışlı bir pazar günü, diğer arkadaşlarımla beraber iş yerine gittiğimiz bir sabah, bizim gözü dönmüş şantiye şefimiz, evde ofis çalışması yapacağız diye Anna’yı çağırıyor.
Daha önce bizlerle beraber çok defa çalışmaya katılan Anna, çabucak toparlanıp geliyor.
Gelmesine geliyor da, bizleri evde göremeyince huzursuz oluyor tabi ki. Şefin ne mal olduğunu o da en az bizim kadar biliyor zira.
Bizleri soruyor, şef iş yerinden bazı dosyalar almaya gittiğimizi, hemen döneceğimizi söylüyor, kızı sakinleştiriyor.
Zavallı Anna... Ne yapacağını şaşırmış durumda... Bırakıp gitse, zar zor bulduğu işini kaybetme durumu ile karşı karşıya kalacak.
Kalsa, bu gözü dönmüş adamla nasıl baş edeceğini bilemiyor. Bir ümitle bizim bir an önce dönmemizi bekliyor ama, şef de boş durmuyor bu arada.
Hem çalışır gibi yapıyor, hem de masayı donatıyor yavaştan. Mezeler, Türk rakısı, müzik, çiçek, ne ararsan hazırlamış meğer önceden.
Kızı fazla zorlamıyor ilkin. Öyle ya, tavşan ürküp kaçmasın diye ağırdan alıyor. Hem çalışıyor, hem de ağırdan ağırdan demleniyor bizimkisi.
Anna’ya da bir bardak koyuyor. Biraz iç, zararı olmaz, kafan daha iyi çalışır diyor.
Ne yapsın Anna? Mecburen bir kaç yudum alıyor.
Zaman geçiyor, beklenenler, gelmesi ümit edilenler bir türlü gelmiyor. Anna, ne yapacağını şaşırmış durumda. Gözü, kulağı kapıda, kalkıp gidemiyor da... Yavaş yavaş da sarhoş oluyor...
Şefin dudaklarında hınzırca bir gülümseme...Avını gözetleyen bir vahşi hayvan sinsiliğinde ve sabrında, sessiz, sakin, pusuda beklemekte.
Dışarıda, Temmuz yağmuru hala olanca şiddeti ile yağmaya devam etmekte.
Sokaklardan el ayak çekilmiş, insanı ürperten bir sessizlik sarmış şehri...
Zaman, zalimlere gülümsemekte...
(Devam edecek)
B.T.H. 30.07.2013 Azerbaycan