4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
558
Okunma
çocukken varolan oyunlardan sıkılır yeni oyunlar üretirdik aklımız sıra..
ambarın önüne yığılmış buğdayın içine birşey bırakıp sonrada aramaya başlardık..kim bulursa onun olacaktı güya kayıp hazine..
her neyse artık o şey..
sonra uğraşır uğraşır bulamazdık aradığımızı..bulamadıkça sinirlenir birbirimizi suçlardık..kimin başının altından çıktıysa fikir yandı gitti yani..
ama geçmiş ola..giden gitti..bir kamyon buğdayın içinde neredeyse kendimiz kaybolacakken ufacık bir şeyi bulmak zaten mucize..
onu birdaha bulamayacağımızı düşünmediğimizdenmi yoksa kendimize olan güvendenmi ve yoksa çocukluğun cesaretindenmi kaynaklanırdı bilmiyorum..
ama daha çocuklukta bazı şeyleri kendi ellerimizle kaybedip sonra deli divane aramak gibi saçma bir hal içersinde olabiliyormuşuz..
bulamayacağımızı anlayınca başkalarına kızıp onu kaybetmemize sebep olduğunu düşünüp küsebiliyormuşuz bile..
hani daha o zamanlar korkmuyormuşuz kaybetmekten..
ve çocukken bile katlanıyormuşuz sonuçlarına..
ben annemin doğum günümde aldığı ufacık yaprak şeklinde altın küpelerimi atmıştım bir keresinde..bulamadım tabi..o zamanki yaşadığım korku endişe ve üzüntü yığınını düşündükçe hala içim ürperiyor şimdi..
ama sonrasında bir söz verdim kendime..hiç bir şeyi ve hiç kimseyi göz göre göre kaybetmek olmayacak hayatımda..sonrasında vicdan azabı çekeceğim hiç bir şeyi yapmayacak ve hiç kimsenin kalbini kırmayacağım..
yani ben sevdiğim hiç bir şeyi hiç kimseyi göz göre göre kaybetmeyeceğim dedim..
yaptım dediğimi..kendime verdiğim sözü tuttum..
ama bunun bedelinin böyle ağır ödetileceğini hiç hesaba katmamıştım..
ve düşünememeiştim keybetmekten korkarken kaybolacağımı..