12
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1387
Okunma
UZAKLARDAN...3
Vatandan Uzakta İnsan Manzaraları
Tarihi yeni, görünümü eski olan bu yorgun şehrin geniş caddeleri, sabahın erken saatlerinde oldukça tenha gözüküyor.
Servisi beklediğim durağın hemen yanı başındaki bankta, alışagelmediğim bir görünüm var bu gün. 12-14 yaşlarında bir çocuk, sırtında spor çantası, üzerinde eşofmanları, ayağında spor ayakkabıları, kulağında da muhtemelen müzik dinlediği bir kulaklıkla oturmakta. Elinde de küçük bir kutu. Sanırım bir müzik kutusu o, zira düğmeleri ile oynayıp durmakta.
Bakü semalarından, Sumqayıt’ı sarmalayan mavi be bulutsuz gökyüzüne usul usul yükselmeye başlayan güneş, yol kenarlarını gölgeleyen yüksek akasya, dut, zeytin ve çam ağalarının yoğun yaprakları arasından, o çok sevdiğim altın renkli ışıklarını gözlerime kadar ulaştırıyor.
İçimi değişik bir huzur kaplıyor ve gerçekten çok küçük nedenlerle bile insanın mutlu olunabileceği düşünüyorum günün telaşesine başlamadan önce. Dudaklarımda bir yalnız gülümseme gezinmekte. Kendi kendime güldüğümü görmesin insanlar diye, etrafıma kaçamak bakışlar gönderiyorum.
Yol kenarlarına park eden araçlarda tamamen bir tezat gözlemliyorum. Son model lüks araçlar yanında, bizim Hacı Murat’ların ikiz kardeşi olan Lada’lar da oldukça fazla ve bayağı da revaşta buralarda.
Aracım, genellikle saat 08.00 civarında geliyor ama, insan manzaralarını seyretmeye olan düşkünlüğüm ve aldığım tarifsiz zevk, beni erkenden sokağa sürüklüyor.
Her zamanki gibi, zeytin ağacının gölgelediği bankın bir ucuna ilişiyor, şehrin yavaş yavaş hareketlenen yaşantısını seyretmeye başlıyorum.
Bakışlarım etrafta geziniyor, geleni geçen insanları, hızlı hızlı geçip giden araçları inceliyorum ama, göz ucu ile yandaki ufaklığı incelemekten de geri durmuyorum hani.
Rahat durur muyum;
- Sabah hayr!... diyorum tebessümler eşliğinde...
- Sabah hayr!... diye karşılık veriyor.
- Nereye gidiyorsun bu erken saatte?
Bu ülkeyi seviyorum. En azından dil problemin yok, insanlara kendini sıkındı çekmeden ifade edebiliyorsun.
Üstelik de, İstanbul lehçesinden hiç taviz vermiyor, cümle kurallarını katletmek zorunda da kalmıyorsun.
Çokça seyrettikleri Türk televizyonları sayesinde, Türkiye Türkçesine gerçekten kulakları çok aşina.
- Spora gidiyorum!... diyor ufaklık.
- Ne sporu yapıyorsun?
- Çok var!... Top, güreş, judo!...
- Burada mı oturuyorsun?
- Arka sokakta!...
Hımmm!... Demek penceremden gözüken, teneke damlı ve öğrenci yurtlarına benzeyen, komünizm sisteminden kalan toplu konutların birinde oturmakta.
- Komşu sayılırız. Ben de burada oturuyorum!...
Hoş bir gülümseme ile karşılık veriyor. Bakımlı dişleri dikkatimi çekiyor hemen. Zira bura insanlarının en büyük problemi dişleri.
Rast geldiğiniz Azerilerin hemen hemen hepsinin ağzında altın diş vardır. Zannetmeyin ki gösteriş olsun diye takmışlardır. Sebebini bilmiyorlar ama, bir nedenle hepsinin dişlerinde problemler oluşuyor. Sudan olabilir diyorlar.
Burada fazla kalmayacak olmam, bu konuda telaşa kapılmama engel oluyor. Bu yaşıma kadar muhafaza etmeyi başardığım orijinal dişlerimi, Azerbaycan’a bırakıp dönmek istemem işin doğrusu.
Ben, dişlere dalmış giderken, ufaklığın otobüsü geldi, fırladı gitti.
Toplu iletişim konusunda gerçekten bizden çok çok ileride bu ülke diye düşünüyorum. Nereye giderseniz gidin 20 kepik (yaklaşık 45 kuruş) ödüyorsunuz. Bakü 30 km uzaklıkta, oraya da otobüsler ile 50 kepik, dolmuş taksiler ile 1 manata gidebiliyorsunuz.
Ulaşım, benzin, sigara, içki ve hayvansal ürünlerin bazıları ucuz burada.(Yoğurt çok kaliteli ama ucuz değil ve ona katık diyorlar)
Ben düşüncelerin engin ufuklarında kendimce gezinip dururken, yaşlı teyze yine elinde çalı süpürgesi, aheste aheste kaldırımları ve refüj kenarlarını süpürmeye devam ediyor. Toparladığı çöp birikintilerini de avuçlayarak beline bağladığı poşete dolduruyor.
Onun çöpleri avuçladığı durumu gözlemlemeyi hiç sevmiyorum. Bir acıma duygusu gelip yerleşiyor yüreğime o anda, tebessümlerimi kaybediyor dudaklarım.
Burada, sokak temizliklerini yaşlı nineler yapıyor. Erkekler asla sokak temizliği yapmıyorlar, kadın işi olarak kabul edilen bu süpürme işi hemen hemen hepsinin gururuna dokunuyor.(iş yerinde, işçilere yerleri süpürme alışkanlığı kazandırana kadar akla karayı seçtim zira.)
Yaşlı kadınlara cüzi bir ücret ödeniyor ve başkalarına yük olmadan yaşamaları sağlanıyor böylece ama, benim mantaliteme ters geliyor işte.
Tüm nineleri sokaklarda düşünsenize Türkiye’de... Ellerinde çalı süpürgeleri... Tuhaf olurdu...
Çok zengin insanlar değiller. Kazançları Türkiye’deki asgari ücret seviyesinde. Ama, burada hayat biraz daha pahalı.
Durağın müdavimleri ağır ağır düşüyorlar ardı ardına.
Genellikle bayanlar. Erkekler çokça piyasada gözükmüyorlar.
Karadeniz bölgesinde de kadınlar çok çalışır, bu konuda erkeklere baskındırlar. Gürcistan da da çalıştım bir süre ve orada da kadınların daha çok çalıştığını gözlemledim. Rus kadınlarının da erkeklerden daha çok çalıştığını biliyoruz ya, tüm bu yöreleri kadınlarının çalışkanlığı Rus kültüründen geliyor düşüncesi hakim oldu bende.
Bura insanlarına bir kaç konuda gerçekten hayranım.
Yediden yetmişe herkes, kadını erkeği, küçüğü büyüğü, zengini fakiri tüm halk, gerçekten çok şık ve temiz giyiniyorlar. Giyim kuşamlarına, bakımlarına çok dikkat ediyorlar.
Ayakkabısı boyasız, yüzünde sakalı uzamış bir insan göremezsiniz buralarda.
Bayanlar da, genç yaşlı ayırt etmeden son derce bakımlılar. Sayıları oldukça fazla olan kuaför salonları da bunu bir göstergesi. Nineler bile kuaförlere çok sık uğramaktalar buralarda ve giyim tarzları hiç de gençlerden farklı değil.
Bu gün anlatımımızı burada noktalayalım.
Uzaklardan...4 de, şehrin manzarasını çizmeye devam edeceğiz.
B.T.H.