13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1992
Okunma

Her bakışımda farklı bir şeyler görüyordum yüzünde. Bazen bir dağ, bazen bir geçit, bazen nehir yatakları çenesinin altına inen. Ne zaman ellerimi yüzünde gezdirsem bir âmânın elleri oluyordu ellerim. Keşfe çıktığım her yolculuğun sonu başından belliydi. Yaklaşıyordum, çok yaklaşıyordum ama bulamıyordum. Lanetli bir hazinenin bekçileriydi hülyalı gözleri. Beni lanetinden korumak için giydiği o umursamazlık maskesinin altındaki gerçeği arayışım sonsuza dek sürecekti koparıp atmasaydı gözlerini.
Ben imkansızı sevdim. İmkansız beni korudu kendinden.
Oysa ateşinde yanmaya gönüllüydüm en baştan. Ölümüm onun elinden olsundu. Değil mi ki hepimiz için bir ölüm vardı yaşanacak. Sebebi o olsundu, sonucu o.
- Çok korkuyorum, dedim.
- Korkma, dedi.
Uzun kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşmüş, o, dayanılmaz güzelliğinden bihaber sigarasının dumanını savuruyordu göğe. Bardağını durduğu yerden kapıp bir yudum içtim çayından. Güldü.
Biliyordum güleceğini. Ne zaman yediğine içtiğine ortak olsam gülerdi. Hem ne güzel gülerdi.
Bu kadar çay ve sigara içtiği halde dişleri nasıl bu kadar beyaz kalıyordu anlamıyordum.
Yüzüme baktı. Gözlerimi kaçırdım utangaçlıkla. Neden hala utandığımı bilmiyordum. Neden can attığım halde gözlerinin içine direkt bakamadığımı. Neden içimden geçen sevgi cümlelerinin ağzımdan nazlanarak çıktığını hatta çıkamadığını. Neden neden neden?
Ona dair sorularımın cevapları beynimin gizli bir köşesinde saklanmış olmalılardı.
Bir sigara da ben yaktım paketinden. Her ne kadar hafifse de öksürttü dumanı, ciğerlerime dolarken. Ellerimi tutup ‘’çok içiyorsun’’ dedi.
Bu küçücük temasla elim ayağıma dolaştı yine. Kem küm ettim. Konuşmayı yeni öğrenmiş çocuklar gibi oluyordum bana dokununca.
-sağlığına hiç dikkat etmiyorsun, dedi.
( ellerin ne kadar da sıcak. Sakın çekme ellerimden)
- Sen benim yerime de ediyorsun ya! Dedim ağzındaki sigarayı işaret edip.
- Yine güldü.
- (Allah’ım n’olur böyle gülmesin. Hayır hayır gülsün. Hep böyle gülsün elleri ellerimde.)
Ellerini ellerimden çekip saçlarıma dokundu.
-Kokusunu özleyeceğim, dedi.
-İstemesen özlemek zorunda kalmazsın, dedim.
Yutkunmasından anlamıştım yine susacağını. Başını başıma doğru eğip saçlarımı kokladı uzun uzun.
Biliyordum bu bir vedalaşmaydı. Ben de sustum. Konuşmak anlamsızdı. İçimde devrilen dağların gümbürtüsü kalp atışlarımı hızlandırırken, yavaşça uzaklaştırdım başını saçlarımdan.
Bir bardak çay daha doldurdum, iki şeker atıp karıştırdım.
( Biraz daha kal.)
-Sigarayı azaltmalısın, dedi. Saçların sigara kokuyor.
Elimde olmadan bir kahkaha attım. Gülme krizine tutulmuştum. Yanağımdaki rüzgarın bıraktığı serinliği hissettiğimde ağladığımı fark ettim.
-Ağlama, dedi becerebilirmişim gibi.
-Ağlamam, dedim. Zaten akıtacak daha fazla yaşımın kaldığını sanmıyordum.
-Fırsat buldukça ararım.
-Fırsat buldukça yazarım.
-Gitmek zorundayım.
-Biliyorum.
Yine o utangaç kız çocuğu oldum giderken. Gözlerim anlamsızca oturduğumuz masada, sandalyelerde dolaştı. Aniden başlayan gök gürültüsüyle irkilince bana doğru bir hamle yaptı. Görmezden gelip kapıya yöneldim.
Korkularımla baş etmeyi öğrenmeliydim artık. Şefkatli kolların güven verici sıcaklığını unutmalı, kendi kollarımı kullanabilmeliydim.
Kapıyı açtım. Ayakkabılarını giyişini izledim. Hareket ettikçe belirginleşen endamını, kendinden emin duruşunu son kez ezber edip kazıdım zihnime.
Elimi uzatınca beni kendine çekip ‘’ben de çok korkuyorum’’ dedi.
(böyle sarılırsan seni gönderemem)
-Korkma, dedim.
İkimiz de aynı anda gülerken yağmur başlamıştı
Ayrılık kelimesini hiç kullanmadık.