2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
990
Okunma

Bundan tam ‘’14 gün önce’’ bir şafak vakti, dozerlerin Gezi Parkı’nı yıkmaya çalışması ve bu yıkılacak olan Park’ın yerine AVM ve rezidans yapılacak denilmesi sonucunda on binlerce insan (çapulcu)’nın Taksim Meydan’ında bir araya gelmesini sağladı.Kısa bir zaman sonra da YURT GENELİNDE büyük yankı uyandırdı bu direniş:
‘’Bu Halkın Direnişidir,Parti Mitingi Değildir!’’
Burada bir parantez açmak istiyorum: konuyu hiç bulandırmadan ve kelime oyunu yapmadan tam kalbinden anlatmaya ve geride bıraktığımız o iki hafta insanlar neler yaptı-yaşadı dilim döndüğünce ifade etmeye çalışacağımı bilmenizi isterim.
Geçen haftadan başlamak istiyorum öncelikle,yani herkesin neler oluyor memlekette dediği o SİSLİ günlere:
O kadar şey yaşanmasına rağmen bir iki görüntü dışında neredeyse Türk basını tek söz etmedi,edemedi ya da Gezi Parkı’yla alakalı.Basının(özellikle görsel) bu kadar ilgisiz kalabileceğini hiç kimse beklemiyordu doğrusu. İstanbul’un merkezinde o kadar insan bir araya gelsin;ancak basın olarak tek söz etmeyip başını PENGUENLER’e(bu kadar hayvansever olduğunuzu bilmezdim) çevir.Olacak şey mi bu? Bu durum Türk basın tarihi açısından kepazelik değildir de ne? Fakat bir gerçeği de görmezden gelemeyiz.O da, Halk TV’nin olayları 24 saat canlı olarak verme gayreti(zaman zaman abartarak).Bunun yanında Türk basının görmezden geldiği bu Gezi’ye dünya basını geniş yer vererek, bu boşluğu doldurmuş oldu bir nebze. Öyle ki dünya çapında tanınan Femen grubu ‘bile’ Gezi Parkı’ndaki insanların yanında olduğunu duyurdu,ama buna rağmen Türk basını sükûnetini hâlâ muhafaza etme çabasındaydı;varın siz düşünün artık. İşin buralara kadar geleceğini kim hesap edebilirdi ki zira? Adeta fırtına öncesi sessizlik yaşanıyordu.
Tabii bazı çevrelerce hayırdır inşallah,dünya basının başka bir işi mi yok ki, ülkemizle ilgileniyor? En sıradan deyişle, ne iş? Hatta, ‘’dış güçlerin parmağı var ki bu işte, bu kadar ilgileniyorlar, diye öngörülerde bulundular.Ülke olarak zaten haddinden fazla paranoyağız.Ve her şeyden bir ‘bit yeniği’ çıkarmak için hazır da bekleyen nice insanlar var. Kaldı ki yılardır ‘’Türk’ün Türk’ten başka dostu yok’’ diye haykırılması da boşuna değil. Belki de bu sefer haklıydılar. Sonuçta hiç bu kadar ilgi görmemişti ‘’Türkiye’’daha önce.Çünkü Türkiye ne Şampiyonlar Ligi’ne ne de Olimpiyatlara(Türkçe Olimpiyatlarını saymazsak) ev sahipliği yapıyordu o sıralar.
Bununla birlikte bir de sosyal medyadaki spekülatif haberlerin geniş bir yer işgal etmesi,bir başka can sıkıcı tarafı oldu bu olayların;ancak Gezi Parkı’yla tekrar anlaşıldı ki sosyal medyanın gücü yadsınamayacak derecede büyüktür.Bazı köşe yazarların da dahil olduğu bir belli bir topluluk Gezi Parkı’ndaki direnişini benzettikleri ve Washington Üniversitesi araştırmacılarının yapmış olduğu bir araştırma sosyal medyanın ‘’Arap Baharı’’ üzerinde etkisi bilimsel olarak daha önce (3 milyondan fazla tweet, binlerce blog gönderisi ve yüzlerce gigabytelık youtube videosu incelendi.Özellikle Twitter, bu isyanlarda en çok başrolü oynayan araç konumunda olmuştur.) kanıtlanmıştı. Hatta Başbakan’ın: Twitter denilen bir bela var. Yalanın, abartının daniskası burada,dediğini hepimiz biliyoruz.
Başbakan’ın twitter için toplumun baş belası,demesine ne demeli? Belli ki canını sıkmıştı bu bela. O yüzden düşünülüp sorulması gerekir,nasıl oldu da bu kadar etkili olabildi sosyal medya? Bunun yanında ortalıkta dolaşan bazı yalan yanlış bilgilerin birçok insanın galeyana gelmesinde de etkili oldu maalesef. O yüzden daha sonra hangi haberin doğru ya da gerçek olduğu konusunda özen gösterilmesi gerektiğini de anlamış olduk. Basının günahını bela denilen twitter, sevaba döndürmeye çalışıyordu çünkü.Diğer yandan bela denilen bu twitter’ın yararı da göz ardı edilemeyecek kadar büyüktü.Dikkat!
Tarih şahit!
Evet bu anlattıklarım daha çok olayların nasıl cereyan ettiğiyle alakalıydı.Şimdi, Taksim’de kim, neler yaptı ve kimler haklıydı ona bakalım biraz da.
Sayıları on binleri bulan bu kadar insanın tek amacı sadece Gezi Parkı’ndaki ağaçlar mıydı peki?
Elbette ki hayır. Gezi Parkı buna vesile oldu o kadar,o yüzden hiç kimse günlerdir sadece bunun için bir aradalar (özellikle genç nesil)bu kadar insan diyemez. Bu haykırışın temelini ‘’artık her şeye tek başına karar vermekten vazgeç ve azınlık dediğin bizlerin de sesine kulak ver ‘’Ey Başbakan!’’dır daha çok.Öyle ki atılan sloganların %95’inden fazlası Başbakan’a yönelik olması da bunu gösteriyordu.O yüzden bazıların dediği gibi ‘’hükümeti düşürmeleri’’yle ilişkilendirilemez bu direniş.Bunu görmek gerekir.Tabii Başbakan’a da ne zaman mikrofon uzatılacak olsa meydan okur gibi, BİR KAÇ ÇAPULCUYA PAPUÇ BIRAKACAK DEĞİLİZ,dolayısıyla ne söylerseniz söyleyin ve ne yaparsanız yapın kulak asmayacağız gibi sözler sarf ederek, kaldığı yerden GEZİ’lerine devam ediyordu. Zaten POLİS’ler ‘kutsal vazifelerini’ yerine getiriyordu,ne gerek vardı Başbakan’ın bu kadar çapulcuyu muhatap almasına.
Bir de zor zapt ediyoruz dediği o % 50’yi unutmamak gerekir.Ne demişti Başbakan hep birlikte bakalım:
Bize oy veren o % 50’yi sokaklara çıkmasın diye zor tutuyorum.Bir an düşündüm de, velev ki müsaade edildi sokaklara çıkmalarına,n’apacaklardı? Taksim’e gidip Polis’e yardım ve yataklık mı edeceklerdi,yoksa en yaratıcı kabul ettikleri‘’Polise kalkan eller kırılsın’’ diye slogan mı atacaklardı.Demek ki gerçekten nobran bir kin besliyorlardı Taksim’deki insanlara karşı ve onlara yapılan her muamele müstahak olarak görüyorlardı belki de!
Hepsi bu kadar mıydı?
Bitmek bilmeyen göz yaşartıcı BİBER GAZLARI bu işin ‘’tuzu biberi’’ydi. Oradaki ambiyansı solumayan bunları okuduğunda tevatür gibi geleceğinden hiç şüphem yok,haklı da olabilirler kendilerince;çünkü oraya gitmeden ve oradaki insanların halini görmeden anlamak çok güç. Polisin o ilk günlerdeki acımasızlığı unutulacak gibi değil. Kazara kendi bedenini kaptıranları öncelikle acımasızca dövüyor sonra da hop merkeze doğru paketliyorlardı.Ne de olsa HALK İÇİN EMNİYET ADALET İÇİN HİZMET anlayışıyla hareket ediyorlardı.N’apsın mecburrr!.. Sahi bu kadar acımasız olmak kolay mıydı? Vazifelerini ifa ediyorlardı sonuçta,ne yapsaydılar diye sorabilirsiniz. Bu kadarı mümkün mü yani?
Ve ekranlarda görüldüğü gibi olayları fırsat bilen marjinal gruplar yok değildi.Her zaman her yerde olduğu gibi.Ama bunların günahını oradaki bütün insanlara yüklemek NE KADAR DOĞRU? Kaldı ki bu kalabalığın içinde kendilerine yer bulmasını o kadar da yadırgamamak gerekir. Şiddet kullanmamaları gerektiğini haykıran diğer bir çoğunluk da oradaydılar.
Tekrar yukarıda alıntıladığım cümleye gelecek olursak.Yaşanılanları ‘Arap Baharı’na ithafta bulunularak ‘Türk Baharı’ dendi. ‘Doğrusunu söylemek gerekirse teşbihte hata olmaz ama yine haddini aşan bir benzetilme olduğu aşikâr. Diğer yandan da ünlü Sosyolog Nurhayat Kızılkan’ın olanları ‘’Beynelmilel 28 Şubat’’ olarak yorumlaması olayların ne kadar saptırıldığını gösterir.Çünkü Arap Baharı’na ve kezâ 28 Şubat’a benzetmek de bir o kadar yanlış ifadelerdir. En azından şuan için bunu söylemek doğru olmaz.Fakat daha önce hiç görülmemiş ‘’sosyal bir patlama’’ olduğunu belirtmeden de geçmemek gerekir.
Her ne kadar ‘’ birkaç çapulcunun çıkardığı direniş’’ diye ucuz bir yakıştırmada bulunulsa da Türkiye Cumhuriyeti tarihi içerisinde bir milat olarak yer bulacaktır kendine.Ve günler bu şekilde akıp giderken,Başbakan tekrar sahneye çıkıp Kitlesel eylemlere sebebiyet veren ve dünya gündeminde de büyük yankı uyandıran Gezi Parkı direnişini 1960 ve 1980 darbelerinden önce yapılan gösterilere;aynı zamanda 2007’de olduğu gibi "ordu göreve" çağrıları da yapılan Cumhuriyet mitinglerine benzetmesi,olayları daha kızıştırmaktan başka bir işe yaramadı. Geri adım atmamı bekliyorsanız yanılırsınız mesajını veriyordu sanki
(Başbakan,Taksim Gezi Platformu’yla yarın Ankara’da görüşecektir).
Binlerce insanın siyasi partilerin flamalarından rahatsız olmaları da bu yüzdendi zaten.Taksim’i daha fazla görüntü kirliğine dönüştürmeyin artık demek istiyorlardı bir bakıma.Ve en sonunda O’nların yapamadığı işte bugün Polisler Taksim’e girerek yaptı. Kaldı ki flamalar çok daha sonra ortaya çıktılar. Başbakan da bunlara aldanarak CHP’nin bu direnişi başlattığını dillendiriyordu sürekli.Hiç alakası olmadığı halde.Bu da ‘resmi’ yanlış yorumlamasına sebep oluyordu.Buna ortam hazırlayan asıl şey de, ‘’Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’’sloganıydı ne yazık ki.Ancak daha sonra ‘’Mustafa Keserin Askerleriyiz’’ diye mizahi yönü ağır basan sloganlar atılmaya başlayınca bu sesler de azalmaya başladı.
Aslında bu şu demekti: bu sloganın yeri ve zamanı hiç değil arkadaşlar.
Bütün bunların ötesinde Gezi Parkı’nda görülmeye değer şeyler var ki,adeta insanın duygularını okşuyor.Bir yandan halay oynayan,diğer yandan da horon tepenler ve tabii tencere ve tavalardan oluşturulan müzik aletleri eşliğinde söylenilen şarkılar, orada bulunan herkesler(koro) tarafından eşlik ediliyordu.
Taksim Gezi Parkı’na girdikten sonra elinizi cebinize hiç sokmadan,tek kurul harcamadan karınızı doyurabilmeniz de mümkün ayrıca. Daha önce TV’lerde görmeye alışkın olduğumuz görüntüler gibi insanlar birbirini ezmeden yapılıyordu bütün işler.Yaralanan mı oldu,hemen imdada orada hazır bulunan doktorlar imdada yetişiyordu.Daha önce böyle bir şey yaşadığımız bu memlekette görülmedi. Her bakımdan bir milat yaşıyoruz.Kesinlikle abartı değil bu söylediklerim.Yukarıda da belirttiğim gibi Gezi Parkı’ndaki bu durumu görmeden TV’den anlamaya çalışmak çok güç. Herkesin oraya gelmesi elbette düşünülemez,ama birkaç görüntüye bağlı kalarak insanları lekelemek de o kadar nahoş bir durumdur.
Durumlar bu şekilde akıp giderken,Başbakan, ikindi vaktine müteakip Ankara ve Istanbul’da miting düzenleme kararı aldı.Bu mitinglerin bir tesadüf olmasa gerek. Hadi bakalım hayırlısı.
Not: Gezi Parkı eyleminde dikkat çeken birkaç duvar yazısı:
‘’Polis Kardeş Gerçekten Gözlerimizi Yaşartıyorsunuz’’
‘’Mustafa Keser’in Askerleriyiz’’
‘’Gazlar Meksika’dan mı Hacı’’
‘’Yeter artık ya Polis Çağıracağım’’
‘’Piknik Tüpünü Çakmakla Kontrol Eden Millete Biber Gazı İşlemez’’
‘’Hiçbir Parti Altında Direnmiyoruz,Biz Halkız!’’
Haziran 2013