5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1726
Okunma

İstanbul , Şile’nin, Doğancılı köyünde sahile epeyce yakın yazları kullandığımız, zaman zaman başımı alıp adeta yalnızlığa çekildiğim evimiz var kış günlerinde bazen hafta sonları gidip mangal yaparız.Çocuklar koşar ,eğlenir varsa budama, biçme işlerle uğraşırım. Köyün komşularıyla ayak üstü sohbetleriz köyün köpeklerine o gün ne varsa menülerinde gayet güzel sunumlar yaparız.
Bahçeye düşmüş çürük meyveleri ineklere veririz. Çocuklar gece gece köyde sahilde dolaşmaya çıkarlar. Kış kış, kıyı köşe, suçlu suçlu dondurma yerler. Salıncakta, hamakta sallanırlar. Velhasıl böylece hafta sonunu geçiririz.
Bahçesinde elma, armut, üzüm, dut, hurma, nektari ağaçlarının yanı sıra top çam, leylandi, limoni çam, zakkum, envai çeşit gül vs. vs. ağaçlarımız vardır ki; tam burda. hikayemizin konusu yer alıyor...
Ağaçların ismini sıralarken nektari ağacını saymıştık değil mi ?
Evet her sene diğer meyveler bolluğundan dal kopartırken nektari ağacı hiç istifini bile bozmadan ya üç ya beş meyveyle şişman bir kedi gibi seneyi savar, bizde onun bu haline el bebek, gül bebek sevgiyle yaklaşırız :) Tabii daha çok hanım böyle bir yaklaşımı uygun görmüştür bizde evcek peşinden mechule kürek çekeriz:)
Hanım akşamın birinde ’bak ; köye gidelim o ağaca ne yapacağım...’ dedi. Tamam artık odun olur bizim nektari ağacı şöminede yakarız diye düşünürken hanımın sanki bir cellat edasıyla içten içe güldüğünü hissettim sinsiliğini kemiklerimde hissetmedim değil.Velhasıl o gece salonda uyudum anlarsınız , korktum :) Hatta gençlikten kalma nunçaku sopamı dahi koltuğun altına sıkıştırdım elimi atınca bulmak için :)
Biraz abartılı oldu benim geyikte varsın olsun...
Hafta sonu, Cuma akşamından hazırlanıp gittik bizim yoksul villaya...
Herkes yorgundu .Yemeği yiyen ’bulaşığı yarına’ deyip odasına çekildi.Tabii gece kuşu bendeniz, verandanın ışıklarını yaktım, havuzun yanıbaşında hem çay yudumladım hamde f 650 bmw motorsikletin yağını suyunu kontrol ettim ki; Hazır olması açısından. Malum yarınki bizim grup turuna, Ağva Yolları’na hazırlıyordum makineyi, yalnız bundan kimsenin haberi olmazdı ki zaten işin muhteşemliği gizliliğinde yatar der benim felsefem telefonumu dahi yanıma almam. Sadece ben ve yoldaşlarım, hele hele mevzu motorsikletse usulca ayrılırım. Vallahi hiçbir şey dinlemeden. Benimle makinemin arasına kimseleri sokmam . Evlenmeden önce tek dostumdu o benim. Gerçi aynı makine değil de, yani ikisininde motorsiklet olma açısından demek istediğim...
Bahçemdeki yıldızlara el sallayıp odama çekildim evin en tepesine en nostalji kokan köşesine, yattımki uyumuşum... Babacığım , babacığım diye benim kızların koro halindeki bağırışlarıyla, boş çay bardaklarına bırakılan kaşıkların çıkardığı sesin sofra çağrışımları çalıyordu kulaklarıma. Kalktım, özellikle değiştirmediğim çatı katına has o çürümüş tahta penceremi açtım, sıkışmış hali ve gıcırtısı bile bir paslı cevherdi sanki, aşağıdan çocuklar çağırıyorlardı. Bensiz kahvaltı etmezlerdi. Saat sabah on olmuş ve sofra kurulumu sesleri kulağa hoş geliyordu, haşlanmış yumurtaların el yakan düşünceleriyle birlikte... Kahvaltı sofrasından sonra Elif kızımızın o muhteşem köpüklü kahvesini, yediklerimizin üzerine, keyifle sıcak sıcak bocalıyor, gülüşerek höpürdetme yarışı dahi yapıyorduk. Bir santimetre geriden kahveyi nefesimle dudakları yakma adına dahi olsa çekiyordum, serde babalar hep en iyisini yapardı...
Adeta bir Shrek’in sevgilisi Fione edasıyla hanım yanımızdan kalktı.. Ardından baktığımda o kemiklerimde önceden duyduğum sızıntıyı tekrar hissetmiştim. Dedim; ’ işte bizim nektari ağacı bu gün mevta olacak’ düşüncelerindeyken odunluğa girdi elinde baltayla çıktı. Baltanın ağzını geçen hafta taşlamıştım parlıyordu. Herkes ağacı keseceğini düşünüyordu; bön bön bakıyorduk. Derken efendim; ağacın önünde durdu, ağaca seslenerek kaşları çatık kararlı ifadelerle sağ elinde balta, sol elinin işaret parmağını sallıyarak dedi ki ’bak kızım; bu senin son şansın.eğer bu senede meyven çıkmasın seni keserim!’ dedi ve hafifce ağacın gövdesine vurdu. Hatta az birşey ağaca gömülmüştü baltanın ağzı. Sonra hiç yüz vermeden sinirli sinirli geldi yanımıza oturdu ve bize dedi ki; ’Üzerine saksı asmıyorsunuz, suratına bakmıyorsunuz bu kısır ağacın’...’Vah vaaaaah!. ’Tamam bizim hanım gitti , diye düşünürken. Dışardan dostların motorsikletlerinin sesleriyle irkildim. Hah işte benim adrenallerim gelmişti! fırlayış o fırlayış. Beş dakika sonra bizim grup ağva yollarına düzülmüştü bile :))
Efendim ertesi günü ikindiydi geri dönüşüm, çocuklarda dönüş toparlanmasına hazırlanıyorlardı yavaş yavaş. Birbuçuk günlük bir maceranın verdiği boşalımlarla adeta her şeylere doygundum... Her neyse bir hafta sonu daha eve cümbürcemaat dönüşümüzle son bulmuştu..
Günler günleri ,haftalar haftaları kovaladı ve ağaçların meyve zamanı geldi.Bakınız ister inanın, ister inanmayın; o zamana kadar üç, beş meyveyle yazı geçiştiren o nektari ağacının meyveleri adeta muson yağmurları gibiydi. Dalları basmıştılar ve pekte sağlıklıydılar. O sene içlerinden ya üç ya beş çürük çıktı.
Demişlerdi ya atalarımız ’YAŞ KESEN BAŞ KESER’ bu olay da o atasözünün adeta başka bir açıdan onayıydı. Yeşili korumalıyız ki; Dünya’mıza sahip çıkalım. ona gaz bırakıyor, ağaçlarını adeta yağmalıyor tüm Dünya’yı lüksümüz adına adeta harcamıyormuyuz ?...