3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
3574
Okunma

"Neden, anne… Neden hiç bir şey beklendiği gibi olmadı… Neden? Neden çürüyüp gider insan sessizce… Acıyla ihtiras arasında parçalanarak? Ben neden hayatımı sürgündeymiş gibi geçirdim? Kendi ana dilimi konuşma şansım varken, neden bu kadar seyrek döndüm ülkeme? Kendi dilim varken, hala kayıp kelimeleri bulabilecek, ya da sessizliğin içinden unutulmuş kelimeleri çıkarabilecekken… Neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde? Neden? Söyle bana, anne… İnsan neden bilmez nasıl seveceğini?" (Theo Angelopoulos)
Anne… Biliyor musun?
Senin öldüğün yıllar kadar gurbet yaşadım; yabancı yerde hem senden hem de kendimden çok uzaklarda kaldım. Anadilimi unutup yeni bir dille kendimi ifade yolları ararken yıllarca “ASİMLE” olmuşum habersizce! Asimle olmak veya olmamak o kadar önemli değil benim için fakat onlar önemsiyor; ötekileştirmeyle beni bir ben olarak görmediler, hem anayurdum hem de dilini öğrendiğim vatanımdan bir yabancı gibi yaşadım durdum! İki taraftan da yalnızlığa terk edildim; tüm dünya insanlarını önemsediğim halde…
Anne… Hep başkaları için yaşadım, bu yüzden kendim yaşamak için fırsatım olmadı. Radikal gelenekçi bir toplumunun bireyi olmamdan beni kökleriyle bağladılar! İki farklı dünya iki farklı dil arasında bocalayıp durdum Anne! Beni birçok dillerden soyutladılar en çok beni benden… İki parçaya böldüler, bir yandan unuttuğum anadilim bir yandan kendimi ifade edebildiğim dilimden parçalayarak iki kez ağırlaştırılmış müebbet yalnızlığa terk ettiler! Anne… Sen sağ olsaydın bunlara izin verir miydin? Veremezdin çünkü canından bir candım. Canım annem, bir yanımda alevlenen özlemin diğer yanımda diri diri öldürülmem; bir nevi toprağa çağrılmam gibi geliyor.
Şimdi burada bir vatanın çocukları kendi aralarında savaş çıkarmış bir birlerini yok ediyorlar Anne… Aramızda bin bela, bin kin türemiş canavarlar “Vurun lan! Kardeşin, kardeşi yok etme günüdür!” nidalarıyla dereleri, denizleri al kana boyadılar! Ne gariptir ki anne! Ölen de öldüren de “Allah-ü Ekber” diyor! Ve aynı beyaz kefenlerle sarılıp aynı imamlarca defnediliyor.
Uyan… Uyan anne! Korkuyorum! Ecel ile ölmek nerdeyse yok gibidir. Ya bir kardeş kurşunuyla ya da bir hainin tuzağıyla ölmek var!
“Sahi Anne, senin gittiğin yerde
Kardeşin kardeşe savaşları var mıdır?
Gittiğin yerde bizi ne bekliyor?
Yani oralarda da savaşlar var mı Anne?”
Ecelimle ölmekten değil, bir kör kurşun, bir taşıtın altında ezilmek ve bir eylemcinin bombasından ölmekten korkuyorum Anne! Şimdi sıradan günümüzde, eceli ile ölmek nerdeyse yok gibidir! Neden bu kadar barbarlaştık inan ben de bilmiyorum…
Oysa Anne… ha zenci- beyaz ha Türk-Kürt ha fakir- varsıl ha doğuda-batıda doğmuşuz ne fark eder; bir tek Allahın kullarıyız ve insan olarak doğmadık mı? Fakat kul, kendini tanrılaştırma uğruna kendi türünü yok edebiliyorlar! Bir para tanrıcılığı kurup kan emiyorlar…
Anne, senin konuştuğun dilde bir şiir bir mektup yazmak istedim fakat anne konuşuyor fakat yazamıyorum! Sana yazmam için tercümanlar tuttum! Ne garip değil mi anne? Annesinin dilini bilmemek! Sana mektup yazmak için kelimler satın aldım! Ne kadar çok para, o kadar çok kelime!
Anne… Coğrafyamızda “erkekler ağlamaz” diyorlar, ben ağlıyorsam suç mu anne; ağlamayı kadından, sevmeyi bilen kadını sürtük sayan zihniyetten bıktım usandım ANNE!
Hatırlı yor musun Anne, Babama anlattığın dedemin savaş hikâyesini?
Babam bir gün bana anlatmışt; babam “Oğlum… Kürt deden ile Türk deden bir keresinde kurtuluş savaşında beraber düşmanla çarpışırken, düşman bombanın şarapnel parçalarından biri kulağından diğeri gözlerinden olmuş; fakat ikisi birbirlerine ‘göz-kulak’ olmuş düşmanı başarıyla hezimete uğratmış; övgü madalyasına layık görülmüşlerdi Allah tüm ölmüşlerimize rahmet eylesin” demişti. Babam, senden onbeş yıl sonra Allahın rahmetine kavuştu biliyor musun anne? Onun ölümüyle bir kez daha sarsıldım Anne! Hem annesiz, babasız ve anayurtsuz kaldım anne!
Kar-kışın soğuğundan tel örgülerin üzerinde donakalan insanların, kuşların asılı kalmış ölü halleri kanla çizilen ‘sınır savaşı’ beni dondurdu; düşündürdü ve ötede mi, beride mi ve dünyanın neresindeyiz olduğunu bilmiyoruz anne!
“Zaman benim dedemdir/ ve şimdi bir mezar başında ağlıyor”
Fırsatlar tepilmiş, gereken olmamız geleceği ötelemiş, masumiyet yitilmiş ve zaman tükenmiştir artık yapabileceklerimiz uzun, yorucu bir hayaldir Anne. Neden Anne, neden hiçbir şey beklendiği gibi olmadı?
Anne, biliyor musun sen öldükten sonra bir okula yazılmıştım. Daha yedi yaşlarındaydım babam bize “biz okuyamadık bari siz okuyup adam olun” diye bizi tanımadığımız, dilini bilmediğimiz öğretmen, hademelerin olduğu yabancı bir okulda eğitim-öğretime başlamıştık. Annemin, babamın konuştukları dilden olmayan bir dil öğreniyorduk ve öğrendikçe anadilimden uzaklaşıyorduk!
Aslında dil bir araçtı fakat eylem amacı farklı olunca dilimizden soyutlanıyorduk oysa “bir dil bir insan” sözü gibi iki dil bilen bir insan olmanın güzel tarafları da vardı. Yalnız, bir gün senin ve babamın konuştuğu dili unutacağımı aklımdan hiç geçmezdi.
Etrafımda yüzlerce çocuk aynı dilden konuşuyor olmamıza rağmen başka-yabancı- bir dille eğitim görüyorduk çünkü adam olmak için Türkçe öğrenmemizin gerektiğini defalarca söylemişlerdi bize. Öğretmenlerle, hademelerle iletişim kuramıyorduk tıpkı anayurdunda sürülmüş göçmenler gibiydik.
Ve zaman içinde öğütlenerek yaşamayı, yaşamayarak öğrenirken heybetli insan ormanlarında kaybolmuştum; kalabalık akıyordu bense yerimde sayıyordum.
“Zaman nedir” sorusu aklımın kıyısında, köşesinde kalan; cevaplanmayı bekleyen binlerce sorulardan sadece biridir ve zor bir sorudur. Kısaca ben zamana…
“Zaman benim için dedemdir!
Bir mezar başında geçmişine ağlayan…”
Zamanla yaşlanmış bir kimsenin, yaptıklarından çok yapamadıklarını düşünüp sorgular; yarım ilişkiler, sevdiklerini yeterince sevememek, öpememek, istediklerine sahip olamamak ve sevdiklerine yeterince zaman ayırmamaktan pişmandır. Ona kala kalan geçmişe ait bir kaç anı, düşleri ve geriye dönük hayalleridir.
DEMAN RONAHİ/ MEKTUPLARIM/ 2BİN