3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
652
Okunma
Çalışma masamda oturmuş düşünüyorum. Elimde kalem bir o yana bir bu yana sallanıp duruyor. Adeta e hadi yazsana der gibi feryat ediyor arada sırada.
Yanmak gerek diyorum, mırıldanarak. Yanmak gerek.
“Hamdım, piştim, yandım “ aşamasına gelmek için mi yoksa pervane gibi ateşe atmak mı?
Ah pervane bu ne sabırsızlık! Yanmak için. Oysa yanmak için bazı merhalelerden geçmek gerekiyordu. Onları geçmeden yanmaya çalışmak küle dönmekti.
Önce ham olmalıydı insan. Hamurunu yoğurmak için. Olgunluğa yakın bir dönemde pişmek ve en son noktada yanmak gerekti.
Bu da sabır isterdi en başta. “Sabır.”
Cemil Meriç de bir yazısında “Yıldız olmak kolay değil. Işık saçmak için önce yanmak gerek diyordu.”
Bakıyorum şimdiki yıldızlara daha kendi yanmamış ki bir başkasını yandırsın aşka.
Zaten bu yıldızlar da yanmadıklarını, ham olduklarını bilse gerekler, pop alıyorlardı başlarına.
Yanmak, yanmada yok olmak için yanmayı bilmek gerekti. Ne için yanmak?
Para, kız (erkek), güzellik, bir ev, araba için mi yoksa içimizdeki yolculuğu olgun bir ruhla tamamlamak için mi?
Doğu’da asırlar önce keşfedilmiş, ruhun engin denizinde dolaşmak dururken Batı’dan Simyacı gücüyle dolar, asit kokan ruh felsefesi.
Simyacıda ölür , Âmâk-ı Hayalde görürüm.
Yanmak için ne çöllere gerek vardı ne de Ferrari’yi satmak.
Yanmak için sadece
İsmailî bir gönülle teslim olmak ve bilerek aşka kanmak gerekti.
M. Ö. / 2008
kahramanmaraş