5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1573
Okunma
Kimi hayatlar, başkalarının kararlarına sığdırılamayacak kadar kırılgandır.
Bazen düşünüyorum da; ben mi yanılıyorum, yoksa bu memleketin örf ve adetleri mi insanın kaderini elinden alıyor, bilemiyorum.
Anadolu’nun nice yerinde hâlâ evlilik kararları, evlenecek kişilere değil de; anneye, babaya ya da aile büyüklerine bırakılıyor.
Sözde “büyükler en iyisini bilir”.
Oysa çoğu zaman bu kararlar, küçük bir ömrün en büyük yanlışına dönüşüyor.
“Nikahta keramet vardır.”
Evet, vardır belki.
Ama en büyük keramet, iki kalbin birbirini sevmesiyle olur.
Sevginin olmadığı bir evlilik, içi boş bir sandıktır; dışı süslü görünse de içinde yalnızlık, sessizlik ve tükenmişlik yankılanır.
Hastane Duvarlarında Saklı Hayatlar
Bir sağlık sorunum nedeniyle yirmi gün hastanede kaldım.
O duvarların arasında dertleştiğim her insan, bir başka hayal kırıklığının hikâyesini anlatıyordu.
Kimisi “çocuklarım için sustum”, kimisi “elin diline düşmeyeyim” diye bunca yıl katlandım, diyordu.
Hepsi aynı zincirin halkasıydı: dayatılmış zoraki hayatlar.
Erkekler bu konuda biraz daha şanslı; en azından itiraz edebiliyorlar.
Kadınlarsa sessiz, çünkü elleri kolları bağlı.
Ya kocasının eline, ya babasının merhametine bakmak zorundalar.
Bir çoğu kendi hayatlarının seyirci.
Bu nasıl bir anlayıştır?
Bir ömür aynı yastığa baş koyacak kişilere neden sorulmaz.
Sevgi, bir gönül işidir; başkasının aklıyla kurulmaz.
Ve istenmeden yapılan evliliklerin sonu hep hüsranla bitiyor.
Kimi ayrılıkla noktayı koyuyor, kimi sessizce içten
içe tükeniyor.
Tıpkı Zehra gibi…
Zehra, İstanbul kültürüyle büyümüş bir kız çocuğu.
Küçük yaşta zekâsıyla öğretmeninin dikkatini çekmiş.
Öğretmeni, babasına gidip “Bu kızın geleceği parlak, mutlaka okutalım.” demiş.
Ama babası, “Kız çocuğu bu kadar okuduğu yeter.” diyerek onu okuldan alıp, çocuk yaşta üç yüz lira başlık parası karşılığında, sağır ve dilsiz bir adama eş olarak vermiş.
O gün, Zehra’nın kader defteri başkalarının eliyle yazılmıştı.
İstemediği biriyle zorla evlenmiş. üç çocuk dünyaya getirmiş, evlilik hayatında hiç bir zaman mutlu olamamış.
Eşinin ailesi “Ya biri aklını çalarsa?” korkusuyla onu adeta esir edip, hiç kimseyle görüştürmemişler.
Zehra’nın gözleri yıllar içinde solmuş; sesi, içe çekilmiş etrafa kendini kapatmış. Ve sonunda sağır ve dilsiz olan eşinden ayrılarak, çocuklarını da yanına alıp tekar ailesinin yanına dönmeye karar vermiş. bir süre sonra Zehra’nın beyninde tümör çıkmış.
Bir kez ameliyat olmuş. bir müddet iyileşmiş fakat hastalık sonra tekrar nüksetmiş. Bu defa doktorlar, “Ya masada kalır, ya da felç olur.” demişler.
Zehra’nın gözlerinde artık korkudan çok yorgunluk vardı.
Çocuklarının velayeti ona verilmişti, ama hastalığı ağırlaşınca iki çocuğu babalarıyla kalıyordu.
Zehra, 19 yaşındaki büyük oğlu ile hastane köşelerinde yaşam mücadelesi veriyor şimdi.
Bir yanda yaşamla ölüm arasında gidip gelen bir anne, diğer yanda çaresiz bir evlat...
Delikanlı, annesinin gözlerine umutla bakıyor.
Sanki “Dayan anne, ben buradayım.” der gibi.
Zehra bazen kendinde olmuyor, bazen geçmişe dalıyor.
Ağzından çıkan ve sık sık tekrar ettiği tek cümle:
“Off baba, yaktın beni baba , Sana hakkımı helal etmeyeceğim.”
Beynindeki tümör sinir damarlarına baskı yaptığı için bazen ne söylediğini bilmiyordu, bazen her şeyi unutuyor.
Ama o cümleyi hiç unutmuyordu.
O cümlede, hem öfke, hem kırgınlık, hem de yarım kalmış bir çocukluk vardı.
Zehra’nın hikâyesi beni çok etkiledi.
Ama onunla bitmiyor bu acı tablo.
Çünkü bu ülkede hâlâ binlerce Zehra var.
Sesini duymadığımız, çilesini bilmediğimiz, yaşarken diri diri gömülen binlerce kadın…
“Biz senin iyiliğini düşündük.” diyerek, susturulan binlerce kader…
Ana-baba kurbanı olmuş evlatlar, “kader” deyip razı oldukları enkaz gibi hayatlar…
Kimi hastane köşelerinde ömür tüketiyor, kimi bir yastığa mahkûm ediliyor.
Ve sonunda herkes aynı sessizliği paylaşıyor:
Birinin kararıyla yaşamak zorunda bırakılmış bir ömür.
Toplum olarak unuttuğumuz bir şey var:
Kader, başkalarının değil, insanın kendi iradesiyle şekillenir.
Bir insanın hayatı, bir başkasının “doğru”suna sığmaz.
Selam ve dua ile,
Asûde Fatma Erbaş
Not: Bu hayat öyküsü için kişilerden izin alınmıştır.