7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3170
Okunma

Ben de herkes gibiyim ya da herkes benim gibi, bu ikisinin bir farkı var mı? Farkı olsa da bu farkın bana faydası olur mu bilemem. Renkleri ne kadar da çok sevsem, onlarsız nefes alamasam da bir ressamın paleti olmak er geç yoruyor insanı. Çünkü her geçen zamanla daha bir karışıyor, daha bir eskiyorsun. Tek bir an bile Zamana ait değilken, zamana dâhil olacağının çekincesi ağır ağır işliyor üzerine.
Ve bu dâhiliye kış mevsiminde üşümelerini artıyor mesela.
Güneşe kafa tutan bu soğukların, bir tek kendisi dışında herkes biliyor mevsimlere sıkışmış, geldiği gibi gidecek, geçecek olduğunu. Lakin yine de gökyüzünün şimdiki zamana hükmeden, şu soğuk kar rengi, göçebe hissiyatımı, üşümelerimi doruğa çıkarıyor. Öyle ki “Zaman” ile birebir konuşmak istiyorum. Ahşap, eski, denize bakan bir bankta yan yana oturup:
“ Çok acımasızsın, ben ne zaman hızlı akmanı istesem duruyor, ne zaman yavaşlamanı istesem su’yun akışına özeniyorsun” deyip onu suçlamak istiyorum.
Sonra ondan bir savunma bekliyorum. Beni teselli edecek, kendini mazur gösterecek cümleler kurmasını...
“Bak üşüyorum”
“Üşümen dışarıdaki soğuktan, onun da mı suçlusu benim?”
“ Yanılıyorsun geçen sene bu seneden daha az üşüyordum, her geçen sene azalıyor soğuğa direncim”
Derin bir iç çekiyor sonra güzel bir şiir mırıldanıyor:
"Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi.
Ve sular bir uzun geçmişe hazırlanır. Nerdeyse.
Bir çocuk ölür. Bir kadın hastalanır. Odalar
bulutlanır.
Su içmekten. Uzak. Bir köfte kokusundan
İnsan
uzak
bir memleket havasından.
Belli belirsiz bir şeylerden utanır.
Yapışkan ve dayanıksız bir vidanın eşliğinde
Gece.
Hatırlarız bir günlerde üşümediklerimizi
Üşümeyeceklerimizi..."
Dinliyor ve ona:
“Sen yine de keşke; yılları aylara, ayları günlere, günleri saatlere bölmesen, çünkü ömrümü kronolojik olarak sıralamak istemiyorum. Hem William Saroyan boşuna mı demiş “Geçmiş hiç bir zaman ölmüyor. Hatta geçmiş, geçmiş bile değil.”diye, o vakit her bir günü alaycı bir takvim yaprağına dönüştürmek niye?” diyorum, her ne kadar bunun kuyuya taş atmak olduğunu bilsem de…
Hiç duymuyor gibi şiire devam ediyor…
“Bir kez daha söylüyorum üstümüze yağanları.
Uzun eski. Olumsuz. Güneşlere aykırı.
Haziran mintanları. Kopkoyu kent garları.
Alınıp götürülenler. Yerlerine konanlar.
Anladığımız ve.
Şaştıgımız kalabalıklar.”
Sinem Ilgın Omay