1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
824
Okunma
Soğuktan çürümüş kısacık çimenlerin üzerinde ki kırağı tabakasına ayağımı sürterek yürüyordum. Güneş toprağın yüzüne bakmayalı, taş kesilmişti toprak. Ayakkabılarımın toprağın üzerine iz çıkarmasını izliyordum. Karşıma bakasım gelmiyordu. Baksam ne olacaktı ki? Tüm dünya duman içindeydi; ya da dünya duman olmuşta ben onun içindeydim. Sisten bir adım ötemi görmüyordum. Soğuk ve karanlık havanın verdiği duygudan huzursuzlaşıyordum. Huzursuzluk değil belki, evrende kendimi yalnız hissetmenin verdiği korkuydu bu. Belki de alışamamaktı bulutlarla birlikte iç içe yaşamaya. Nereye gittiği mi de bilmiyordum. Gelişi güzel adımlarla geniş bir vadide belki de nadasa verilmiş sert bir tarlada yürüyordum. Ara sıra taşa çarpıyordu lastik ayakkabılarım. Yorgun türküler dökülüyordu dilimden. Tabanları kalmamış çorabım ıslanarak ayağıma yapışmıştı, ceketim ise ağır geliyordu sırtıma. Yorulduğumu haykırıyordu bacaklarım. Ama ısrar ediyordum hissetmemekte. Kaç gün yürüdüm, kaç gün dinlendim, ne zaman bir taşın üzerine oturdum da etrafıma bakındım bilmiyordum. Dağın eteklerindeydim sanırım. İşte şimdi bir amaç doğmuştu bana! Zirveye ulaşmak