3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1160
Okunma

Ben şairleri taş duvar ustalarına benzetiyorum.
Tuğladan duvar örmek de belli bir beceri gerektiren ustalık olduğu halde, örülecek duvarın ebadı ve kullanılan malzemenin ölçüleri belli olduğundan taş duvar örme ustalığıyle mukayese bile etmiyorum.
Tuğlanın ölçüsü ve aralarına koyulan harcın miktarı da önceden bilindiğinden, istenildiğinde, kaç metrelik bir duvara kaç tuğla harcanacağı konusunda kesine yakın bir tahminde bulunmak mümkün olabiliyor.
Taş duvar işçiliğinde öyle mi?
Tabii ki hayır.
İnşaat mahalline kamyon kamyon taş getiriliyor, dökülüyor.
Taşlara bir bakıyorsunuz; irisi var, ufağı var.
Üçgeni, beşgeni, sekizgeni var.
Velhasıl, birinin ölçüsü diğerine tutmayan binlerce taşı ustanın önüne döküyorsunuz, bunlardan, düzgün, şartlara uygun taş duvar örmesini örmesini bekliyorsunuz.
Usta yere harcı yayıyor, sonra taşlara bir göz atıyor, uygun olanları alıyor, bazılarının köşelerini kırıyor, duvarı örmeye başlıyor.
Duvar inşa edilip tamamlandığında bir bakıyorsunuz ki, ortaya insan emeği, alın teri ve göz nuruyla yapılmış bir eser çıkmış, hayran kalıyorsunuz.
Bence şiir yazmak da aynen taş duvar işçiliğin içine harç yerine duygu katılmış halidir.
Türkçede kimi bir, kimi iki, kimi ise daha fazla heceye sahip binlerce kelime var.
Türkçede bir harfin yer değiştirilmesiyle tam aksi bir anlam kazanan binlerce kelime var.
Şiir işiyle uğraşan duygu insanları önce bir konu belirliyor, sonra tıpkı taş duvar işçiliğinde olduğu gibi ilk bakışta birbirinden farklı kelimeleri öyle bir intizamla sıralıyorlar ki adeta kelimelere can verip anlam üzerine anlam katıyorlar.
Bazı şairler şiir yazım işinde öylesine ustalaşmışlar ki , öylesine becerikliler ki kendi duygu yüklü dünyalarını yazdıkları mısralar vasıtasıyla okuyucuyun ruhunu ve gönlünü bir anda kazanabiliyorlar.
Şiir sevdalıları, kaliteli şiir bulduğunda çölde susuzluktan kavrulan yolcuların su bulduklarında kana kana su içmesi gibi, şiiri de kana kana içiyorlar, gönüllerinin ihtiyaç duyduğu gıdayı elde edebiliyorlar.
Ben yaklaşık 7 yıldan beri yazım işiyle uğraşıyorum.
Bilgisayarda çalıştığım zamanların dışında bol bol kitap okuyorum.
Çocuklardan bana sıra geldiğinde de internette yayımlanmış öykü ve şiirleri okumayı çok seviyorum.
Benim esas ilgi alanım öykücülüktür, öykü yazmayı çok seviyorum.
Öyle ki, öykü yazarken sanki transa giriyorum, yaşadığım alemden uzaklaşıyorum, bedenim burada olsa da ruhen başka bir boyutta dolaşıyorum.
Arada sıra da şiir yazmış olsam da, bunların içinden bazılarının eli yüzü düzgün olsa da ayda yılda bir şiir yazanı şair saymadığımdan, kendimi de şair sınıfına sokmuyorum, sokmaktan utanıyorum.
Burada çok samimi söyleyeyim ki şiir işiyle uğraşan duygu insanlarına çok büyük saygı duyuyorum.
Şiir yazmanın ne kadar zor bir uğraşı olduğunu çok iyi bildiğimden şairlere özeniyorum, gıpta ediyorum.
Ama ortada bir gerçek var ki, şair doğuluyor, sonradan şair olunmuyor.
Alemlerin Rabbi de herkese aynı yeteneği bahşetmediğinden, iyi şairlerle şair taklidi yapanlar çok kolaylıkla ayırd edilebiliyor.
Öykücülükten gelme alışkanlıktan olsa gerek, şiir yazma konusundaki yetersizliğim bol bol şiir okuma ve yorum-eleştiri yazmama da engel teşkil edemiyor.
Bir şiir okuduğumda, şiiri beğenirsem, takdir hakkımı ifa etmezsem, insanlığımın eksik kalacağını düşünüyorum, samimi düşünce ve tebrikimi iletmeyi vicdan borcu sayıyorum.
Fakat sıkça da bunun tam tersi bir durum zuhur ediyor, şiiri beğenmiyorum, yazım tekniğinde eksiklikler, imla ve kurgu hataları buluyorum, o zaman da yanlışlıklara dikkat çekmezsem kaliteli şairlere ihanet olacağına inandığımdan eleştiri hakkımı kullanıyorum.
Kullanıyorum da ne oluyor?
Çoğunlukla koskoca bir hiç!
Bir arkadaşın şiirini okumuştum.
Arkadaşımız belli ki şiir yazma kurallarına takla attırmakm istemiş, her kıtanın son mısrasının sonuna bilindik kelimelerden ürettiği ’Garip’ sözcükler kullanmış, bir anlamda güzelim Türkçeyi katletmiş!
Bu duruma duyarsız kalamadım, oturdum, biraz da ironik bir dille eleştiri yazdım.
Bana gelen cevabı okuyunca, kafamdan aşağı bir kazan haşlak su dökülmüş gibi oldum.
’Beyefendi; siz Edebiyat Profösörü müsünüz ki benim yazdığım şiiri eleştiriyorsunuz?
Ben sizin kim olduğunuzu öğrendim( Burada üstü kapalı biçimde benim ilkolkuldan sonra okumadıma gönderme yapılıyor. Sanki gizlemişim de değerli şairimiz bu eksiğimi ortaya çıkarmış)
Ben diyor, tam 40 yıllık Edebiyatçıyım, siz beni eleştirme hakkına sahip değilsiniz.
Vay, vay, vaay.
Vay ki ne vay!
Beyzademiz bir konuda çok haklı!
Bir şiir okuduğumda o şiire gelen yorumları da okuyorum.
Ve ibretle görüyorum ki şiire eleştiri yazanların pek çoğu; bildik, okumaktan usandığımız, okuyunca da midemizi bulandıran vıcık vıcık yağcılıktan öte gidemiyor.
Üstadım, yine döktürmüşsünüz!
Hocam siz bir tanesiniz!
Şair dost, iyi ki varsınız, siz olmasanız, şiir öksüz kalırdı!
Peh, peeh, peeehh!
Beyimiz yazdığı şiirle sanki Nobel’in Edebiyat ödüllerine ambargo koymuş da kendisinden başkasına o ödüller nasip olmuyor!
Aynı şiir ben de okuyorum, güzellikler yanında bir sürü hata görüyorum.
Yapılan bazı hatalar o kadar basit ki, ilkolkul çağındaki bir çocuğun bile yapmayı beceremeyeceği! Sıradanlıktan başka bir alam ifade edemiyor.
De-da takıları ’Ki’ eki yanlış kullanılıyor, nokta, virgül, noktalı virgülün nerede kullanılacağı bilinemiyor, rast gele serpiştiriliyor, bu da şiir de anlam kaybına neden oluyor.
Yazdığım yorumlarda bunlara dikkat çekiyorum, peşinden de çakan şimşeklere hedef oluyorum.
İlk söylenez söz; sen kaç paralık adamsın?
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış!
Bizim toplumsal alışkanlığımızdır, özeleştirinin ne olduğunu bilmeyiz, bizi eleştirenlerden de hiç mi hiç hazetmeyiz.
Şahsımıza olur olmaz yerde vıcık vıcık yağ çekilirken yerin dibine gireceğimize, yalakalıktan memnun kalırız, iki yüzlü riyakarları dost sanarız, hatamızı gösterenlere de anında gazaba gelir, ne cahilliğini bırakırız ne de adamdan sayarız.
Yukarıda örneğini verdiğim olayda da aynen böyle oldu.
Beyzademiz kendi aklınca beni azarlayarak sindireceğini sandı ve fakat baltayı taşa vurduğunu bir türlü anlamak istemedi.
Cevabı okuyunca hiç üşenmedim, oldukça uzun bir yorum daha yazdım.
Cevabi yazıma ilk önce, Edebiyat Profösörü olmadığımı, Bursa’da yaşadığımı ve Havlu dokuma işçiliği yaparken sakatlanak şu anda engelli bir birey konumunda olduğumu yazarak başladım.
Bursa gibi büyük bir ilde doğup büyüdüğüm halde İlkokuldan sonra okumak imkanı bulamadığımdan, çok kişinin yanında cahil kaldığımı itiraf ettim.
Fakat okuyamamaktan kaynaklanan cahilliğimin, kendilerinin sandığı gibi okuduğum bir şiirdeki işkembeden uydurulmuş kelimelerle kurgulanmış bir şiirin saçmalığını anlamaktan beni mağrum bırakamayacağınıda çok net biçiçde belirttim.
Ve kendilerine bir öneride bulundum.
Şiirinde kullandığı ’Uyduruk’ kelimelerin kullanıldığı bir eserin olup olmadını bana bildirmesini rica ettim.
Sonuç mu?
Tabii ki tııssss!!!
Peki Beyzademiz ne yaptı?
Kendine yakışanı yaptı! Kolayı tercih etti, benim yorumlarımı silerek benden kurtulacağı gafletine düştü.
Bu işler bu kadar kolay değil Beyzadem!
Tahsil durumumdaki fecaate baktın da ufacık tefecik gördün de beni Karamürsel sepeti mi sandın?
El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanırmış!
Bizde de aynı durum hasıl oldu, Beyzademiz bana haddimi bildireceğini sanırken, benden gelen mukabil darbelerde feleğini şaşırdı.
Demek ki neymi?
Her kuşun eti yenmezmiş, bazıları adamın gırtlağına takılırmıış!
Burada bir ufak uyarımda ’Günün Seçkisini ’belirleyen arkadaşlara olacak...
Arkadaşlar; sizin ’Seçki’ olarak belirlediğiniz öykü,şiir vs. bende okuyorum, cahilliğimden olsa gerek! Ben bir fevkaledelik bulamadığım gibi bir sürü de hata ve yanlışlık buluyorum.
Tamam, sizler bu işin erbabısınızdır, haliyle benim gibi bir cahilin yazdıklarıa da fazla itibar etmeyebelirsiniz.
Fakat Allah rızası için elinizi vicdanınıza koyunuz, ince eleyiniz, sık dokuyunuz, iki ölçüp bir biçiniz,’ Hasımla Hısımın’ arasındaki farkı bilmeyen şairlerin yazdığı basit şiirleri de sanki çok matahmış gibi de parlatmayınız...
Bu yazıdaki son sözüm;bana haddimi bildirmeye davet eden Beyzadeye olacak.
Beyzadem, ben garip bir kör cahil,siz ise 40 yıllık Edebiyatçısınız.
Mutlaka yazım yeteneğiniz ve bilginiz benden kat ve kat fazladır!
Benim yorumlarımı sileceğinize, şanınıza yakışanı yapsaydınız, tiüm bilgi ve becerinizi kullanıp yazı yoluyla benim ağzımı tıkasaydınız, sizin adınıza daha iyi olmaz mıydı?
Siz 40 yıllık Edebiyatçı olmakla öğünüyorsunuz, benim gibi sıradan birinin eleştirisine bile cavap yazmaktan aciz kalıyorsunuz ki, yorumlarımı silerek benden kurtulmaya çalışıyorsunuz.
Burası er meydanıysa burada eleştiriye tahammül etmeyi öğreneceksiniz.
Siz 40 yıllık Edebiyatçısınız, ben ise sizin gölgenize bile sığınamayacak cehalette biriyim.
Fakat görüyorsunuz ki aynı sitede yazı yazıyoruz.
Öyleyse aramızdaki fark nereden kaynaklanıyor?