HÜZÜNLÜ BULUŞMA
(Yerinizde olsam bu kadar uzun yazıyı okumam, ben de yazdıktan sonra fark ettim uzunluğunu, benden uyarması…)
Aylar mı olmuştu görüşmeyeli yoksa yıllar mı? Yoksa daha dün mü görüşmüştük seninle… Saat kavramım pek iyi değil şu sıralar, akıp giden zamana küseli epey oldu… Ama galiba saatlerin haberi yok bu durumdan… Tavşan dağa küsmüş ama dağın haberi yok hesabı benimkisi…
Farklı bir sabahta uyanmış gibiyim bugün… Karışık duygular yatağımı sarıp sarmalamış sanki, ne yapsam faydasız, kurtulamıyorum bir türlü bu duygu karmaşasından… Uyanalı çok oldu fakat ben inatla gözlerimi yumuyorum ve yorganın altından çıkmak istemiyorum… Uyanmaya hazır mıyım acaba? Hayır(!), en iyisi hiç yataktan çıkmamak, bu buluşma için yeterince güçlü hissetmiyorum kendimi… O kadar zaman sonra ne yapmalıyım, nasıl davranmalıyım hiçbir fikrim yok… Belki de ilk defa hayatımda korkuyorum bir şeylerden…
Kaçmanın çözüm olmadığını kendime kabullendirdikten sonra derin bir nefes alıp yataktan çıkmayı başarıyorum… Hazırlanmalıyım hemen, buluşmaya az bir zaman kaldı…
Son 5 saat…
Aman Allah’ım bu aynadaki yüz kime ait acaba? Bana benzemediği kesin… Ağlamaktan şişmiş iki göz, hafif mor renge kaçan gözaltı torbaları, dağınık ve karmakarışık saçlar… Böyle mi olmalı? Uzun zaman sonra böyle mi çıkmalıyım senin karşına… Oysa ki hep demez miydin sen “Ne olursa olsun, ne kadar kötü durumlarla karşı karşıya kalırsan kal, o güzel yüzünü hep aydınlık görmek istiyorum” diye…
Evet, haklısın… Hayatımda bir sefer olsun sözünü dinlemek istiyorum… Hemen çekidüzen vermeliyim kendime, belki de ılık bir duş fena olmaz… Duştan sonra da sıkı bir kahvaltı…
Son 4 saat…
Tamam, kabul ediyorum, duş biraz iyi geldi fakat kahvaltıyı bünyem kabul etmiyor… Epey çaba gösterdim kendi kendime fakat bir fincan kahve ve parmaklarımla bütünleşen bir sigara daha cazip geldi nedense…
Ne giymeliyim acaba? Biliyorum gene kızacaksın ama ben gene siyah giymek istiyorum… Senin kızmanı mı seviyorum yoksa siyah giymeyi mi seviyorum, daha anlamış değilim… Belki de şu anki ruh halimi daha iyi anlatan bir renk bulamıyorumdur…
Son 3 saat…
Ne makyaj yapmak geliyor içimden ne de saçımı başımı düzeltmek… Değişiklik olsun diye olduğum gibi geleceğim bu sefer sana…
Nasıl göründüğümün ne önemi var ki sanki… Büyük bir öfkeyle geliyorum bu sefer, yaptığın bu kötü oyunun hesabını sormaya geliyorum ve belki de ilk defa seninle gerçekten kavga etmeye geliyorum…
Cevap vermeyeceği, öylece sessizce karşımda kalacağını bile bile gene geliyorum…
Son 2 saat…
Nefes alamıyorum galiba artık… Kalbim her zamankinden farklı çarpıyor bu sefer, biri gelip ciğerlerimin üzerine oturmuş gibi hissediyorum kendimi… Diyorum ya nefes alamıyorum diye… Duvarlar dört bir taraftan gelip vücuduma baskı yapıyor gibi, tavan başıma çökeli epey oldu zaten, kaldıramıyorum artık bu ağırlığı… Dışarı atmalıyım bir an evvel kendimi, belki bir yudum nefes alabilmek ümidiyle…
Son 1 saat…
Sonunda dışarıdayım işte ama burasının da içeriden bir farkı olmadığını anlamam uzun sürmüyor… Herkes bana mı bakıyor yoksa bana mı öyle geliyor… Bütün komşular, bütün esnaf, bütün tanıdıklar acıyarak bakıyorlar sanki bana…
Çok mu kötü görünüyorum acaba, yoksa biliyorlar mı nereye gittiğimi, belki de tahmin ediyorlardır… Onlar da duydular mı acaba benim duyduklarımı…
Ne bir taksiye ne de bir dolmuşa binmek gelmiyor içimden, öylece yürüyerek gelmek istiyorum sana… Yürümek istiyorum, yalnız kalmak istiyorum ve kafamı toparlamak istiyorum… Ama kafamı toparlamak bir yana dursun, seninle geçirdiğimiz bütün zamanlar geçiyor gözümün önünden, ne bastığım yerin farkındayım ne de girdiğim sokağın… Öylece ayaklarımın götürdüğü yere doğru sürükleniyorum…
Eskileri hatırladıkça suratımın değişmesi insanların dikkatini çekiyor mudur acaba? Bir gülüp bir somurtan ve öylece ruh gibi sokaklarda dolaşan bu kızı görenlerin akıllarından neler geçiyordur kim bilir…
Son yarım saat…
Hangi sokaktayım bilmiyorum ama şu köşedeki çiçekçiyi hatırladım, çiçekçinin önünde öylece dikilmiş olmalıyım ki genç bir çocuk çıkıyor dışarıya ve “nasıl yardımcı olayım abla” diye soruyor… Bilmem… Yardımcı olabilir misin ki bana, içimdeki bu sancıyı yok edebilir misin ki diye sormak istiyorum ama yapamıyorum… Birden kendimi içeride çiçek alırken buluyorum, bir demet kır çiçeği… Ne var yani, hep erkekler kızlara çiçek alırlar diye bir kural mı var? Bir kız bir erkeğe çiçek alamaz mı yani…
Çiçek hazırlanırken gözümün önünden geçen sahneler devam ediyor… Düşünüyorum da hiç kır çiçekleri almadın bana bu güne kadar… Her zaman, her fırsatta kucağımı gül demetleriyle doldururdun ama hiç kır çiçekleri almadın bana… Ben neden kır çiçeği alıyorum o zaman sana? İşte bunun da cevabını bilmiyorum, daha bir sürü sorunun cevabını bilmediğim gibi… Ve tıpkı neden çiçek aldığımı bilmediğim gibi…
Çiçekçiden ne zaman çıktım, ne kadar ödedim, şu anda nerdeyim hiçbiri hakkında en ufak bir fikrim yok…
Son 15 dakika…
Epeyce yaklaştım sana… Geleceğimden haberin yok bunu biliyorum ama sanki beni bekliyormuşsun gibi hissediyorum… Böyle mi olacaktı, bu kadar zamandan sonra senin nerde olduğunu başkalarından öğrenip böyle habersiz mi gelecektim sana…
Ama biliyorum ben, hissetmişsindir mutlaka… Belki de... Neyse boşver, bu ihtimali düşünmek bile istemiyorum…
Ayaklarım geri geri gidiyor sana yaklaştıkça, dönsem mi acaba diye düşünmeden edemiyorum… Ama bu kadar gelmişken, sana ulaşmaya bu kadar az kalmışken dönmek olmaz… Sen söylemez miydin hep “hayatta senin kadar güçlü insan görmedim” diye… Senin yüzünü kara çıkarmak yakışmaz bana, elbette bu buluşmayı da kaldırabilirim…
Toprak kokusu geliyor burnuma, birden seninle yağmurlu havalarda dolaştığımız zamanları hatırlıyorum… Ardında da sanki senin kokunu duyar gibi oluyorum, yoksa buralarda mısın? Evet, tam da buradasın, seni bulmak zor olmuyor, zaten en başından beri hiç zor olmamıştı birbirimizi bulmamız… Kader miydi yoksa başka bir şey miydi bizim yollarımızı sürekli kesiştiren?
Öylece duruyorsun işte karşımda, tepkisiz, hareketsiz… Büyük bir sessizlik etrafımızı çevirmiş durumda… Çiçekleri uzatıyorum sana ama almıyorsun işte… Yüreğim burkuluyor, kalbim sızlıyor, ağlamak istiyorum ama tutuyorum kendimi… Oysaki kendimi günlerdir alıştırmıştım bunların olacağına…
Kalbimin sızısına dayanacak gücüm kalmadı artık, o güçlü zannettiğin kalbim son nefesini vermek üzere… Aslında sana bu son yaptığının hesabını sormak için gelmiştim buraya ama dilim tutuldu sanki, ezberlediğim cümleleri bile unutmuş durumdayım…
Kendimi toparlamam biraz zaman alıyor ama sonunda başarıyorum…
Elimde öylece duran çiçekleri özenle yattığın toprağın üzerine bırakıyorum, yandaki çeşmeden aldığım suyu biraz üzerinde gezdiriyorum suya karışan gözyaşlarıma aldırmadan…
Yapmayacaktın işte bu son oyunu bana, bırakıp da gitmeyecektin beni bilinmeyenlere diye geçiriyorum içimden ama yine de hiçbir şey söylemiyorum sana…
Daha fazla dayanamayacağım sanırım, biraz daha kalırsam nefes alamamaktan korkuyorum, koşarak uzaklaşmam da bu yüzden olsa gerek…
Fısıltı bile olsa hep duymak istediğin fakat benim hiç söylemediğim söz şimdi dudaklarımın arasında, hissedebiliyor musun?
Seni seviyorum, zaten hep seviyordum…
Artık bunu söylemenin bir anlamı var mı bilmiyorum ama…
Bir umut işte…
Belki hissedersin diye…
Yine sokaklar…
Yine ben sokaklarda…
Ve işte yine karşımda duran anlamsız dünya…
( Not: Beni anlatan bir yazı değil bu, ya da olduğu gibi beni anlatıyor, en azından kısmen beni anlatıyor ya da kısmen anlatmıyor… Hiçbir şeyi bilmediğim gibi bunu da bilmiyorum aslında şu anda… Neyse vazgeçtim not yazmaktan… )
Pelin
25.Şubat.2008
00:51
YORUMLAR
İçinkedi kararasızlıkları ve arada nükseden karamsarlıkları çok güzel ifade etmişsin... Evet insan kendisiyle bu şekilde savaşır çoğu zaman. Kazanıp kazanması anlam ifade etmiyor....
Yüreğine sağlık.
Not: Ben de çoğu zaman bu tür durumlara düşerim. Bir an beni anlatıyor gibi düşündüm sonra vazgeçtim. Çünkü ben genelde bu tür kararsız durumlarda sahile iner yalnız takılırım. Neyse yazı uzun ve güzel olmuş yoruma gerek yokken uzatmanın anlamı da yok. tekrar kutlarım...
Yerinizde olsam bu kadar uzun yazıyı okumam, ben de yazdıktan sonra fark ettim uzunluğunu, benden uyarması…)
Ama yerimizde değilsin ve okuyacağız işte size inadına sevgili yazar:-)
Ve siz yazın okumayı bize bırakın diye düşünüyorum...çünkü yazdıklarınız akıcı ve güzel...
Kutladım ve bekliyoruz uzunda olsa böyle güzel paylaşımları.
Sevgiyle..
Yazıyı okumaya başladım.
"Uyanalı çok oldu fakat ben inatla gözlerimi yumuyorum ve yorganın altından çıkmak istemiyorum… Uyanmaya hazır mıyım acaba? Hayır(!), en iyisi hiç yataktan çıkmamak, bu buluşma için yeterince güçlü hissetmiyorum kendimi… O kadar zaman sonra ne yapmalıyım, nasıl davranmalıyım hiçbir fikrim yok… Belki de ilk defa hayatımda korkuyorum bir şeylerden…" diyen genç bir hanımı düşünüyorum.
" Hazırlanmalıyım hemen, buluşmaya az bir zaman kaldı… " Sözünden sonra başlıyor bir merak... Saatler geçiyor derken... Hazırlıklar... Karasızlık anları... merak devam ve saatlerin bittiği an keskin bir bük ( viraj ) hüzün, okuyucuda doğan acıma duygusu...
Kutlarım, başarılısınız...
hiç bir şeyi bilmediğinin farkında olanlar çok şey bilenlerdir..
yazının seni anlatıp anlatmadığını bilmiyorum ama bazen insanlar dejavu yaşarlar ya(bazı noktalarda beni mi anlatıyor acaba ? diyorum) işte okurken bir an bana da dejavular yaşatacak kadar etkileyici oldu.
yüreğinize sağlık.
eğer bu bir kurguysa;
heyecanın,sevincin,öfkenin bittiği,kısacası olumlu veya olumsuz bilimum ayarı kaçmış duygunun bittiği noktada başlayan,çoğunlukla yoksunluğun,kaybedişin,çaresizliğin belkide korkunun dayattığı nokta...tek bir fotoğrafa bakarken de,kocaman bir mücadelenin ardından da gelme ihtimali vardır...ve umarım ki kurgudur...
eğer bir kurgu değilse;
ızdıraba döner ki,yaraya,acıya,paradoksa ve absürde dokunmadan,gayretin ve teslimiyetin öncesinde bir yerde söylenen şeyler ondan ne kadar uzak olursa olsun ve sözler kendine ne kadar yabancılaşırsa yabancılaşsın betimlemede başka bir güç vardır...hatıra getirme,diğer hatıraları devirme gücü,belki de devinme gücü...
çok,çok fazla duyguluydu satırlar...tbrklr...
Umarım son nottaki BENİ ANLATAN BİR YAZI DEĞİLDİR BU kısmı doğrudur , umarım bir kurgudur yoksa çok üzülürüm .
Yanlış anlamadıysam şayet sanırım yazarın kahramanı sevdiğini ziyarete gidiyor bir mezarlıkta ..
Yazının başını okurken nasıl da kızmıştım oysa şu kızcağızı bırakıpta giden adama .
Ama son bölümde çok üzüldüm gerçekten bu bir kurgu da olsa .
Kutlarım seni Pelin , hüzünlü ama güzeldi , sevgilerimle ....