2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1121
Okunma

Herkes kendi cehenneminde yaşar derler ya hani. Yaşayıp gidiyordu işte kendi cehenneminde o da. Mutluluk nedir diye sorsa biri cevap veremezdi. Neydi ki mutluluk? Ona göre mutlu olmak, yaşayıp gitmekti öylesine. Rahat mı rahattı işte. Karnı da doyuyordu. Başını sokacak bir evi ve bir hayatı vardı. Ama bir şey eksikti hayatında. Bir boşluk vardı. Dolduramıyordu o boşluğu hiçbir şeyle.
En çok da sevgiye susamıştı. Çocukluğundan beri sevgisiz süre giden tekdüze bir hayat içini kurutmuştu onun. Susamış topraklar gibiydi çatlak çatlak olmuş yüreği. Beklediği o hayat suyunun bir damlası bile yeterdi can bulması için.
Ondan mıydı herkese gülücükler dağıtması, kendini sevdirmek için uğraşması, bunun için kırk takla atması. Ondan mıydı herkesin derdine koşar gibi davranması ama için için de kıskanması, darmadağın olması.
Ondandı belki de herkesin kalbinde bir yer edinmeye çalışması. Yer edinmeye çalışırken de inanılmaz hatalar yapması. Ondandı belki de sevgisini verdiği herkesten yediği darbelerden kırılan yüreğinin parçalarını teker teker dikip yeniden kullanıma açması.
Her seferinde yeniden yeniden yapıştırılan parçalar artık yama da tutmaz olmuştu. Kırılan parça yerinden sökülüp yere öylece düşüyor ve tarumar halde yerde kalıyordu artık. Artık mecali yoktu onları tekrar toparlayıp yeniden bir bütün yapmasına. Her kırılan parça biraz daha eskitti yüreğini. Her kırılıp yere düşen parça biraz daha eksiltti kendini.
Aynaya baktığında gördüğü kendi yüzüydü evet ama gözleri. Ahh o gözleri… Artık kendinin değildi sanki. Bir başka bakıyorlardı. O canlı pırıl pırıl göz bebeklerinin yerinde donuk donuk bakan iki çukur vardı. Bazen yüzü gülüyordu, güldüğü de oluyordu ama o gözler gülmüyordu ki ne kadar çabalasa. Aynadaki siluet kendiydi belki ama sanki bir yabancı bakıyordu oradan. Çok zaman aynadaki yabancı kınayan gözlerle bakıyordu uzun uzun kendine.
Kendine bile itiraf edemiyordu aslında bir yudum sevgi için nelere katlandığını. İçgüdüsel yaptığı muhteşem hataları hep sevgi gülücükleriyle kapamaya çalışıyordu. O sert görüntüsünün altında nasıl da bir çocuk yattığını bilmiyordu kendisi bile. O “kendi ayaklarımın üzerinde duruyorum“ tavrı vardı ya bir üflesen çöküverecek gibiydi ama.
Depremlere dayanıklı gibi duran o haşin yürek aslında her çalana açılıyordu kendiliğinden. Yosun bağlamış yüreğinin kapısını kim çalsa içinde bir umut yeşeriyordu hemen. Bu her seferinde yeni umut filizlenmeleri değil miydi işte kalbini her defasında yerinden oynatan. Her defasında acıtan. Evet, ama her seferinde yeni filiz vermiş yüreği can suyunu almayınca kuruyup gidiyordu.
O sert mesajlarının altında hep “ben de buradayım, ne olur görün beni “yakarışı vardı. Dimdik duran görüntüsünün altında baş eğmeye hazır duran ruhu görünmüyordu ki, kararmış bakan gözleri saklıyordu kendini.
Bir gün… Bir gün biri gördü o baş eğmeye hazır duran ruhunu. Anladı ruhunu ortaya koyan bakışlarındaki susuzluğu. Elini uzattı o karanlıklardan kurtarmak için ona. İçindeki kuyuya merdivenler dayadı oradan çıkması için. Kalbini açtı “al sevgimi, ver sevgini“ dedi.
Ama kadının yere düşüre düşüre kırılıp parçalanan, her seferinde örselenen kalbinin yerinde sadece yaşamaya yetecek kadar bir can kalmıştı. Artık kimseye verecek bir kalbi yoktu…
Şükran Demirtaş