3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
769
Okunma

Karanlık eşyanın bütün teferruatına öylesine nüfuz etmişti ki, elimi gözlerime yakın tuttuğumda gözlerim sadece karanlığı görüyordu.
Çünkü her şeyin görünen yerine karanlık değmişti o gece.
Ve ben hedefi nasıl göreceğimi düşünüyordum kendime siper yaptığım yol üzerindeki kayanın arkasında.
Hava aydınlıkken gelmeseydim, şimdi nerde olurdum kim bilir?
Yine de bu iş bu gece bitmeliydi.
Verilen söz, alınan emir bu işin bu gece nihayete erdirilip, hayırlısıyla sabah ile hiç bir şey yokmuş gibi nahiye camisinde bayram namazında en ön saflarda kendimi göstermek olacaktı.
Kaç saat geçtiğini anlayabilmek için kolumdaki saate baktım.
Zaman da kararmış. Kibrit yakmak aklıma gelmedi değil, geldi de kibritin ışığını görüp nerde olduğumu anladıklarında avcı yerine av olmak işten bile değildi maazallah.
Elimle kucağıma yatırdığım mavzerin mermilerini yokladım.
Emniyet açık.
Tüfeğin namlusu omzuma dayalı, işte tetik kundağı ve işte burası tetik.
Buraya dokununca kıyamet kopacak.
Keşke birkaç tane armut koysaydım heybeme.
Bağdaki sulu armut dalında sallanır,kimbilir ne tatlıdır şimdi.
Mermi sesleri karşı kayalıklara çarparak köydeki evlerin üzerine serildiğinde, bu işten haberi olanlar yattıkları yerde tebessüm ederek yatakta sevinçten bir o yana bir bu yana dönecekler, eminim.
Belki de sabaha kadar uyku tutmayacak gözlerini heyecandan.
Bir an önce beni kenara çekip "nasıl oldu?" diye sormayı arzulayacaklar.
Belki "bir daha anlat" diyerek yere seriliş anını kaç defa bütün teferruatıyla anlattıracaklar.
Ve hepsinin beklentileri bu işin bir an önce bitirilip ganimetin pay edilmesi.
Kimse duymadan tabii ki!
Beni neden seçtiklerini zannediyorsunuz ki?
Benden laf çıkmaz.
Sır olarak bana teslim edilenler benimle mezara girecek, bilirler.
Ve attığımı vururum.
Yeter ki mermi gördüğüm hedefe kadar gidebilecek mecali bulsun.
Asla kaçmaz.
O yüzden beni seçtiler ve bana güvendiler.
Karanlık soğuk havanın dondurucu etkisini azaltıyor.
Korkular yer değiştiriyor zifiri karanlıkta.
Bazen nefesimi bile tutarak karanlığı dinliyorum.
Bir çıtırtı olsun kaçırmamak lazım.
Çünkü her çıtırtı atılan adımların, gidilen yönün, ağırlığın ve pusudakini görüp görmediğinin içerdeki muhbiridir.
Haini başka yerde arama.
Seni ele veren o sesler, koku, rehavet, güven hissi, düşmana yerini belli eden en büyük zaafların, üzerinde taşıdığın ihanetlerindir.
Bilirler ki ben bir taş gibi kıpırdamadan saatlerce durabilirim, pusuda sigara içmem ve bazen dört dakika nefes almadan durabilirim.
Yeter ki hedefi görebileyim.
İşte bir ayak sesi yaklaşıyor.
Yavaş adımlarından başına gelecekleri sezmiş ya da beni de satmış biri.
Temkinli olmasına hiç gerek yokken neden bu kadar aheste ve korkak adımlarla ilerliyor.
İşte ses gittikçe yaklaşıyor, şu taraftan geliyor.
Usulca silahımı hazırlarken sesten kulaklarımı ayırmadan yönünü ve hızını tahmin etmeye çalışıyorum.
Hala yavaş ve yolu takip ederek geliyor.
Ve yalnız!
Olsaydı muhakkak konuşur ve endişelerini ona da aktarırdı.
Belki o zaman daha kolay olurdu.
Arkadaşı ona korkmaması için destek olurdu, bu kadar endişeli olmazlardı.
Bir de ay ışığı olsa, az olsa yeterliydi.
Hani ay’ın bazen bulutların arasına gizlenip bazen açıldığı geceler gibi olsa işim ne kadar kolay olur.
İşte, ilerliyor.
“Sus “ diyorum kalbime, bir tek işleyen, beni takmayan o.
Sesler o kadar yakınlaştı ki, silahı atıp elimle de işini bitirebilirim.
İşte şimdi tam önümde olmalı.
Nefes alış verişini duyuyorum. Hatta evet hatta nefesinin kokusunu bile hissediyorum.
Armut kokusu vuruyor burnuma, demek en son armut yemiş.
Acaba bizim bahçedeki ağacın armudu, yok daha neler o kadar da cesaret edebileceğini zannetmiyorum.
Usulca elim mavzerin emniyetine gidiyor, parmağımı dayayıp yavaşça itiyorum emniyet mandalını, işte hazır.
Şimdi ateşe hazırım, şşş… Durdu galiba, yoksa.
Yoksa beni fark etti mi?
Ya önce o saldırır, beni yaralar ise. Ben şimdi pusuda savunma durumunda mıyım?
Yoksa saldırı pozisyonunda mı?
İçimi titreten bu soğukluk nerden geliyor, havadan mı?
Yoksa içimde derin bir yerde kendimden bile gizlemeye çalıştığım eski küçük korkucuklar mı büyüdü benimle beraber?
Ellerim ter, yüzümde de ter vardır muhakkak. Çünkü çocukken de öyle olurdu, heyecanlanınca ellerim ve yüzüm ter su olurdu.
Dalların arasından sıyrılıp yürürken çıkardığı ses ve adımlarını yere basarken küçük dalların çıtırdayan sesleri ne kadar ahenkli.
Yalnız değil, yanında biri var!
Fakat konuşmuyorlar, usulca ilerliyorlar ve hala bir şeyler yiyorlar.
Armut çoktan bitmiştir. Kokusundan bizim buraların o sulu nefis armudu olduğu anlaşılıyor. Acaba, ama yoktur yanlarında fazla bir armut.
Armut mu acaba?
Elim karanlıkta tetiği nasıl da kavramış.
Nasıl da yerini biliyor parmaklarım.
Şimdi yavaşça namluyu çevirmeliyim gölgelere doğru, işte böyle tam kalbine vurmalı merminin çekirdeği ki ilk atışta yıkmalıyım.
İşte böyle tetik boşluğunu alıp, tüfeği titretmeden hedefi vurmalıyım.
“Dannnnn!”
Vurdum!
Yaralı halde kaçıyor, fakat çok gidemez düşer birazdan.
Zira kan kaybı veya kalbinin durması gerekir.
Fakat eminim birkaç tepe aşıp uzaklaşacaklar.
Anne yavrusunun peşinden koştuğunu gördükçe daha hızlı aşacak tepeleri, daha sevinçle.
Bu kadar yaklaşmışken “ Neden vuramadın?” derlerse ya!
Vuramadım işte derim.
Hem küçük bir ceylan ile annesini vurunca mutlu mu olacağım?
Ölümle mutlu olunur mu?