- 3015 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Çocuklar neden korkmak ister?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çocuklar neden korkmak ister?
(Deneme)
Çocuklar korku filmi izler.Korkunç macera romanları okurlar.Birbirlerini korkutmaktan büyük keyif alırlar.Bütün bunları niçin yaparlar hiç düşündünüz mü?
Ben çok defa düşündüm.İzlenmemesi gereken filmleri büyük bir merakla izlediklerini gözlemledim.Anne ve babaların ve eğitimcilerin ısrarla izlememeleri gerektiğini söyledikleri filmleri severek isteyerek seyrettiklerine bizzat şahit oldum.Kurban kesilirken özellikle yanına kadar giden çocukları dehşetle gördüm.
Televizyonda çocukların izlememesi gereken şiddet içeren sahnelerle dolu dizileri filmleri çocuklar neden bu kadar ilgiyle izliyorlardı.Aklım almıyordu.İlkokul birinci sınıfa giden bir oğlan çocuğu annesine iki tane oyuncak tabanca aldırıp sonra da “Ben Polat Alemdar oldum.”demesi şaşılacak bir şey miydi? Kurtlar Vadisini ailecek oturup izliyorlardı.Ben o diziyi yalnızca bir kez o da tesadüfen ortasından bir yerinden çok az izledim.Gördüğüm sahnelerin etkisinden günlerce kurtulamadım.Sinek öldürür gibi adam öldürüyorlardı.
Dokuz yaşında bir kız çocuğu elinde korku filmiyle bize geldi.Yanında 12 yaşlarında ve onların yaşıtı birkaç çocuk toplanıp filmi izlediler.Küçük kızın ikinci izleyişi imiş.Noktası virgülüne ezberlemiş.Sürekli neler olacağını anlatıyordu.Hem de en ufak ayrıntısına kadar.Sarı saçlarını beline kadar upuzun bırakan bu şirin kıza bir ara kanım kaynadı.Yavaşça elimi uzatıp saçını okşamak istedim.Hemen başını çevirerek benden uzaklaştı.Ben onu sevimli küçük bir kız çocuğu olarak canlandırıyormuşum demek ki hayalimde.Fakat o çocuk olarak görülmek istemiyor,çocuk gibi okşanarak sevilmeye şiddetle karşı çıkıyordu.
Benim çocuğum orta ikiye geçti.Gece olunca yatıp uyumak istemiyordu.Bana birlikte uyumayı teklif etti.Bunun sebebinin izledikleri korku filmi olabileceğini söylediğimde başka konuda konuşmak istedi.Ona daha güzel,yaşlarına uygun,edebi değeri olan filmler izleyebileceğini söylediğimde hangi film diye sordu.Ne cevap vereceğimi bilemedim.Biraz düşündükten sonra pek az isim aklıma geldi.Mesela; ”Oluver tvist” geldi.Neden onu izlemesi gerektiğini sorduğunda ise daha fazla açıklama yapmam gerekiyordu.Dünyada yalnız zengin ve bolluk içinde yaşayan insanların değil fakir ve zorluk çeken insanların da olduğunu,bu tür kitapların ve filmlerin kalplerde sevgi ve merhamet duygularını harekete geçirdiğini söyledim.Korkunç ve iğrenç sahneleri olan filmlerin ise insanın hafızasından kolayca çıkıp gitmediğini ve uykularını kaçıracak kadar rahatsız ettiğini anlatmaya çalıştım.
Ağabeylerim küçük birer çocukken kafa kafaya verip arkadaşlarıyla “Drakula”filmine gitmişler.Filmin ikinci yarısında ölünün külleri arasından çıkan bir el görünmüş.O anda salonda ne kadar seyirci varsa hemen hemen hepsi koltukların altına eğilmişler.Film bitip sinemadan çıktıklarında ırmağın kenarındaki evimize giderken yolda yürümeye korkmuşlar.Küçük olan büyüğe dönerek:”Elimi tut lan! ”demiş.El ele tutuşmuşlar.
Büyük abim sinekleri kibrit çöpüne dizer,ateş yakıp kızartırmış.Serçe kuşunu sapanla vurur,tüylerini yolduktan sonra ateş yakıp kızartır,”şu budu sana,şu budu bana.”diye paylaşırlarmış.
Çocukluğumla ilgili hatırladığım en tuhaf şeylerden birisi kedimizi evimizin ikinci katındaki camdan aşağıya sarkıttığımdı.Kedi can havliyle tırnaklarını kollarıma geçirirdi.Okulda arkadaşlarım sorarlardı:”Koluna ne oldu? ”diye.
Köpeğimize uluyor diye tekme attığım,oyuncak bebeğimin gözlerini ameliyat ediyorum diye söküp pamuklarla pansuman yaptığımı da hatırlıyorum.Babamın sinirlendiğinde anneme bağırırken yaptığı gibi ağzını kocaman açmış insanlar resmederdim kağıt üzerine.Fakat iyi şeyler de yapıyordum bazen.Mesela karınca yuvasını saatlerce izler,ekmek kırıntıları koyardım önüne.Bir de havuza düşen kelebekleri çöp uzatıp kurtarır sonra onların uçup gitmelerine sevinirdim.
Çocukluk böyle bir şey işte.Çocuklar korkmayı severler.Babama arabayı daha hızlı sür,daha hızlı’ diye bağıran ben miydim.Şimdi yolda yürürken birisi yanımdan hızlı geçse korkuyorum.Çocuklar korku romanları okurlar.Abim” Klink”,”Korku” diye resimli romanlar alırdı.Onları biz de okurduk.Abim benden altı yaş büyük.Onun okuduğunu ben de okuyordum ve kimse okuma demiyordu.Akbulut mecmuasında “Ejderin gözleri”isimli bir hikaye vardı.Hem ödüm kopar hem de okumaktan kendimi alamazdım.Ceylan mecmuasında yerden yükselen yumruk biçiminde mantarlar vardı.yiyen çıldırıyordu.”Helmut! ”adında korkunç birinin hakimiyeti altına giriyor ve ne derse yapıyordu.Bir gazetenin arka sayfasında her gün şeytan filminin resimli hikayesi yayınlanıyordu.Onları makasla tek tek kestiğimi hatırlıyorum.Evet ben bunu da yaptım.
Lunapark korkmak isteyen çocuklar,gençler ve hatta yetişkinlerle doludur.Belki de onlar çocukluklarında yeterince korkmanın tadına varamamışlardır.Büyüyünce acısını çıkarmak istiyorlardır kim bilir.Ablam ağabeylerimle ve arkadaşlarıyla korku tüneline girmişti.Yanındaki çocuk çığlıklar atıp korktukça ablam gülüyormuş.Tünelden çıktıklarında kahkahalarla gülüyordu.Ben tünelin içini merak ediyordum ama dışarıda duran elinde orağa benzeyen bir şey tutan heykelden çok korkuyordum.Kırk yaşın üzerindeyim.Bu gün bile oraya girer misin deseler giremem herhalde.Galiba en çok o isim korkutuyor beni:”Korku Tüneli”.Korkmaktan korkuyorum belki.
Ben çocukken her şeyden korkardım aslında.Mesela balık yerken boğazıma kılçık batmasından.Masada altı kişi varken annem bana dönerek:”Aman dikkat et! boğazına kılçık batar diye bağırırdı.Ben kılçıktan daha çok annemin yüzündeki korku dolu ifaden korkuyordum galiba.Ahşap iki katlı evimiz kocaman bir bahçe ortasındaydı.Yağmur yağınca korku filmini aratmayacak sesler ve ışıklar oluşurdu.Rüzgar kurt uluması gibi uğuldardı.Çoğu zaman ağaçlara yıldırımlar düşerdi.Bir gece böyle bir fırtına koptu.Annemle birbirimize sarılmış taşlık avluda çömelmiş duruyorduk.Bir de böyle havalarda elektrikleri keserlerdi ya da elektrikler tellerin kopmasıyla kesilirdi.Böylelikle korku iki misline çıkardı.Korkumun dozunu artıran bir diğer şey annemin aşırı derecede böyle havalardan korkmasıydı.Camın önüne gitsem gitme diye odanın ortasına çeker,elimi yıkamak istesem su elektriği çeker diye engel olmak isterdi.Fakat haklı olduğu taraf da yok değıldi.Bizden önce bu evde oturan bir yeni gelin elinde bakır tabakla bahçe kapısının önünde yanmış kömür olmuş.Korku içimde kökleşmişti artık.
Ocağı yakmaya korkardım.Büyük abim başıma dikilir,hadi yaksana! ”diye bağırınca büsbütün korkar,yanan kibriti elimden atardım.Çarşıda ablamla yürürken yerde dev alev şekilleri gidip gelmeye başladı.Başımızı yukarıya kaldırdığımızda ahşap bir binanın çıra gibi cayır cayır yandığını gördüğüm zaman yüreğim ağzıma kaç kere gelip gitti hatırlamıyorum.Belki elime kibriti alıp ocağı yakmak kadar basit bir şeyi başaramayışım bu yüzdendi.Evimizin de o ev gibi alev alev yanmasından çok korkuyordum.Abim içimde taşıdığım korkumu bilmediğinden bana sabır ve anlayış gösteremiyordu.
Daha birçok korkularım vardı.Tek cesur olduğum konu hastalık konusuydu.Hastalık bana vız gelirdi.Hasta olur yatar yarım ya da bir saat sonra ayağa kalkar,iyileştim derdim.Komşuya gittiğimizde çocuklarla körebe oynarken ebe olmuştum.Kolumu savurunca cama geldi,bileğim kesildi,Bileğimdeki kemik dışarı fırladı.Kanlar boşanırken diğer elimle sıkıp evimize gittim.Annemi sakinleştirmek için “Bir şey yok,bir şey olmadı.”diyordum.sekiz dikişli bileğimle top oynadım.Dikişler patladı.Kolum kütük gibi şişti.Ateşler içinde yandım,
İlkokulda otobüsün kapısından yola uçtum,bir ay yürüyemedim.O zaman ben korkmadım.Ablam daha çok korktu.Beni asfaltın üstünde hareketsiz yatarken görünce öldüm sanmış.Peşimden o da kendini boşluğa fırlatmıştı.Bana top,kitap,cüzdan alırdı okuldan dönüşünde.
Babamın boğazında et kaldığında küçük abim misafir kızla kıkır kıkır gülüyordu.Ben çırpınıyordum.Babam o halde Ankara’ya gitti.Ameliyatla boğazını tıkayan eti almışlar mendile sarıp vermişler.Hep gözümün önünde aynı sahne tekrar, tekrar canlanıyordu.Babam ağabeyime pikabı yemek masasına getirdi diye kızdı.”Aman oğlum dur ne yapıyorsun,plağı çizeceksin! ”demeye kalmadı.yuttuğu et parçası lak! diye boğazını tıkayıverdi.Su içmeye çalıştı gitmedi.Çatal sokuyor,nafile.Gözleri dehşetle açılmış öğürüyordu.Bir yıldan fazla ağzıma et koyamadım.Büyük abim kızar:”Ye,ye! ”derdi.Ağzıma alır sakız gibi çiğner samana dönüşünce yavaşça tabağın kenarına bırakırdım.Ablam alıştırdı beni.”Bak kardeşim ben kontrol ettim bu et yumuşacık! ”diye diye azar azar yemeye başladım.O dönem ayılıyorum,bayılıyorum.Doktora götürdüler.Kan tahlili istedi.Doktor:”Benden sağlam,sadece protein noksanlığı var,et yesin geçer.”dedi.
Çocukluğumun en korkulu anısı büyük bir tarlaya hastanenin atıklarını dökmeleridir.Oradan geçerken o kadar fena bir koku yayılırdı ki etrafa içim bir tuhaf olurdu.Kendimden geçerdim,başım döner midem bulanırdı bu kokudan.Bu da hastane korkumu pekiştirmiş olmalı.Daha sonra daha da fenası oldu.O tarlaya ıspanak diktiler.Ispanaklar azmanlaştı.Dev ıspanaklar kapladı tarlayı.Sonra o ıspanakları toplayıp pazarda sattılar.Halk hastane artıklarıyla beslenen ıspanakları yemek yapıp yedi.Çoğu nasıl yetiştiğini bilmiyordu ki zaten.
Ben de bir zamanlar korkuyu bilmiyordum.Gerçi annemin karnında göbek kordonu dolandığı için mosmor dünyaya gelmişim.Annem:” sen nefes almıyordun.On dakika sesin çıkmadı.Baş aşağı sallayıp vurdular,sonra canlandın.” diye anlatırdı.Dünyaya gelişim bile trajikmiş yani.Onun için mi zaman zaman nefesim sıkışıyor,dar alanlarda duramıyor,asansöre binsem bunalıyorum acaba?
Korkuyu öğrenmişim.Öğretmişler sağ olsunlar.Çevremdekiler,en yakınlarım beni korumak adına korkularımın daha bir pekişmesine yardımcı olmuşlar.Zaten,”Korkma! ”kelimesi bile korkulacak bir şeyi çağrıştırmıyor mu? Neden eskiden çocukların korkmasına engel olmak isterlerdi de şimdi korkmaları adeta teşvik ediliyor.Elli yaşındaki dedeyle beş yaşındaki torun oturup aynı tabancalı tüfekli filmi izliyor da çocuğun annesi mutfakla uğraşmak yerine neden çocuğu alıp oradan uzaklaştıramıyor.
Çocuklar neden korkmak ister? Bunun cevabını tam bulamadım belki ama sanırım cevaba hayli yaklaştım.Çocuk korkuyu öğrenmek için izliyor bunları.Sınırlarını zorluyor.En çok ne kadar korkabilir onu merak ediyor.Korkuya meydan okuyor.Onunla kahramanca savaşıp alt edebileceğine inanıyor böylelikle.Korkmaktan korkuyor.Korkmamak için korkuyu tanıması lazım.Korkuyla tanışması lazım.Korkuya alışması lazım.Ancak bu şekilde hayatın zorluklarıyla mücadele edebilir.Korkusunu yenebilmesi için korkunun üstüne üstüne gitmesi lazım.Şimdiki çocuklar bunu biliyor.
Serçe kuşunu pişirip yiyen abim korkmadı mı? Aslında o yaptığının korkudan çok acımayla ilgisi var.Merhamet duygusu yok belki çocuklarda.Bu bambaşka bir tartışma konusu.Bizim zamanımızda diye başlayan cümleleri sevmeye başladım galiba.Altı yaşımın üstünden kırk yıl geçmiş birisi olarak buna birazcık hakkım var sanıyorum.Kırk yılda meydana gelen değişiklik baş döndürücü.Çocuklar artık bilgisayar oyunlarıyla ateş ediyor,kesiyor,biçiyor,kan akıtıyor ve bundan zevk alıyor.Bir de ucundan ateş çıkan silahla ateş eden kedi görmüştüm.Babayı kızdır oyununda babayı ne kadar kızdırırsa o kadar puan alıyor.Gel de bu çocuğa şefkati,sevgiyi,saygıyı anlat.Çocuklar terbiyelerini anne babalarından mı internetten mi,bilgisayar oyunlarından mı alıyorlar? Küçücük bebeklerin eline oyalansın diye cep telefonu sıkıştırılıyor.Çocuklar ayak altında dolaşmasın diye televizyonun karşısına oturtuluyor.Çocukların ne suçu var.Hepimiz biraz suçluyuz.Bütün toplum sorumlu bundan.
Biz çocukken korku diye bir şey vardı.Şimdi korku çocuklardan korkuyor olmalı.Ya benden korkmazlarsa diye.Çocuklar kendi aralarında şöyle konuşuyorlar:”Fazla korkunç değilmiş,şuna bak ne komik! ”Ne kadar korkutursa o kadar makbul.Ne kadar iğrenç ve çirkin olursa o kadar prim yapıyor.Zamane çocukları korkamamaktan şikayetçiler.Televizyon haberleri korku filmini aratmıyor.Dizi filmlerde her türlü dayak,cinayet,kötülük sıradan bir şeymiş gibi anlatılıyor.Alıştılar,kanıksadılar.Zavallı çocuklar korkamıyorlar bir türlü.
Çocuklar korkmak istiyor.Büyükler için yapılmış en korkunç filmlere ilk önce çocuklar gidiyor.Yaş sınırı getirilen filmlerin cd’leri ellerine geçiyor.İzleme desen daha çok merakını cezb etmiş olacaksın.Yasaklanan bir şey daha cazip gelir ya bazen.Sıradan bir şey gibi yapıp,ara sıra onların yanına oturup izlemek mi doğru olan.Miden kalkarsa ne yapacaksın o zaman.Yorum yapsan çocuklar buna daha çok bozulacaklar.Dalga geçip,”Ne saçma bir film.”desen çocuklar büyüksün diye seslerini çıkarmayacak ama kötü kötü bakarak tepkilerini ortaya koyacaklar.İki arada bir derede kalacaksın yani.
Eğitimciler bu konuda neler yapılması gerektiğini en doğru bilen insanlar şüphesiz.Çocuklara tümüyle bu tür filmleri yasaklamak mı,Onlarla sıradan bir film gibi beraberce oturup izlemek mi daha doğru? Bilemiyorum.Yasaklamanın iyi bir çözüm olamayacağını düşünüyorum.Yasaklasan gidip arkadaşının evinde yine izleyebilir.İstedikten sonra bu filmlere ulaşmasının pek çok yolu var.Bilgisayarda oyun oynuyorum der,rahatça film indirip izleyebilir.İnterneti yasaklasan internet kafeye gidebilir.Arkadaşıma ders çalışmaya gidiyorum diye gidip onlarda izleyebilir.Yasaklamakla bu iş olamayacağına göre bir başka çözüm olmalı.Çocuğa doğruyu ve yanlışı anlatarak onun otokontrolünü kendisinin yapmasını sağlamak.
Çocuklar özellikle belli yaşlarda anne ve babayı dinlememeye başlıyorlar.Dinlemese de her şeyi ben bilirim edasında olsa da bir iki kelime kulağına kaçsa faydası var.Fırsat buldukça,istese de istemese de bıkmadan usanmadan doğru bildiklerimizi çocuklarımıza söylemek en iyisi.Ama şırıngayla değil damlalıkla.yavaş yavaş,dozunu kaçırmadan.Her gün bir damla yeter.Çok söylersen kulaklarını tıkar,sen konuşurken o kulağına kulaklık takar müzik dinler.Ya da karşılıklı bağırıp çağırma ve sinir bozukluğu yaşanır.Çocuklarımız elimizden sabun köpüğü gibi kayıp gitmeden onlarla azar azar konuşmalıyız.Çok zor.Dünyanın en zor işi belki de anne baba olmak.Fakat zor diye eli kolu bağlı durmak da doğru olmaz.Her derdin bir dermanı her zorluğun bir kolaylığı vardır.Problem kolay olsaydı adına problem denmezdi de kolaylem denirdi.Onlar bizim her şeyimiz.Kontrolü tamamen elden bırakmamak en iyisi.
Ailelerimiz bize bir sınırlama getirmemişlerdi.Zamanla biz kendi kendimize o sınırlamayı koymaya başladık belki.Yaşımız büyüdükçe korku filmleri eskisi kadar cazip gelmemeye başladı belki de.Şimdiki çocuklar da hevesleri geçip usanınca kendiliklerinden bırakacaklardır diye umuyorum.Dokuz yaşında bir çocuk yaprak dökümünü izliyor,korku filmi izliyor.On yaşındaki çocuk acı hayatı izliyor.Sekiz yaşında bir çocuk Kurtlar vadisini izliyor.Bir gün gelecek korkarım ki çizgi film izleyen ya da Tarçın ve arkadaşlarını izleyen çocuk kalmayacak.Çocuklar arka sokaklar dizisini,Hatırla sevgiliyi,Kavak yellerini izliyorlar.Ortalama 9 yaşındaki bir çocuğun gerçek zekası 19 yaşına tekabül ediyor.Demek ki 12 yaşındaki çocuk aslında 22 yaşındaki bir zeka olgunluğuna karşılık geliyor.Fakat böylesine zeki çocuklar bir sayfa metni bir saatte zor okuyorlar,neden? Televizyon,internet,cep telefonu onları hep hazırcılığa alıştırıyor.Tık tık,her şey ayağına geliyor.Çocuk en değerli özelliğini kaybetti bu asırda; Hayret etme duygusunu.Artık çocuk hiçbir şeye hayret etmiyor.Gördüğü hiçbir olay karşısında şaşırmıyor.Allah Allah! bu nasıl oluyor? demiyor.Saatlerce karınca yuvasının başında nöbet tutan,gökyüzündeki bulutları uzun uzun seyreden,geceleyin yıldızlara bakıp hayaller kuran çocuklar yok artık.Çocuk İstanbul’dan Ankara’da bulunan arkadaşıyla internet arcılığıyla görüşüyor,kamerası varsa görerek ve sesini duyarak anında iletişim kuruyor.Hayal etmesine gerek kalmıyor.
Ankara’dan İstanbul’a taşınırken sarılıp ağlaştığı arkadaşıyla internette görüştüler.O çığlıklar atarak benim çocuğun boynuna sarılan çocuk gitmiş yerine bir başkası gelmişti sanki.Donuk,boş bakışlı,durgun.Bu yaz Ankara’ya uğradığımızda yine aynı.Heyecan yok,sevinç çığlıkları yok,birbirini ilk defa görüyormuş gibi boş boş bakan çocuklar var.
Çok değil bundan 34 yıl kadar önce bulunduğumuz şehre televizyon yeni gelmişti.Beyaz eşya satan mağazaların büyük vitrinlerine siyah beyaz televizyonları sıralıyorlardı.Halk sokakta durur şaşkın şaşkın bu televizyonlardaki karlı görüntülere bakardı.Ya bir haber spikeri haber okuyor olurdu ya da tsm korosu siyah giysiler içinde konser verirdi.Ne gösterildiğinin ne önemi vardı ki.Önemli olan bu olaya duyulan hayret ve merak duygusuydu.Heyecandan kalbim pırpır çarparak babamın bize de bir Nortmende televizyon alması için içimden dua ediyordum.O zaman çok az kişinin evinde vardı.Akşamları anneler babalar çocuklarının elinden tutup komşulara televizyon izlemeye giderlerdi.Kapanışa kadar izler,güne bakış bitip program tamamen kapanınca sinemadan dağılır gibi evlerine giderlerdi.Yeri kazan bir adam resmi çıkar,altındaki yazıyı defalarca okurdum:Program kanallarımızdaki arıza nedeniyle yayınımıza bir süre ara vermek zorunda kaldık özür dileriz.Bu yazı iri harflerle yazılmıştı.Sevdiğim bir dizi film olunca sabırsızlıkla yayının yeniden açılmasını beklerken bu yazıyı kaç bin defa okuduğumu hatırlamıyorum bile.Ben en çok hava durumunu sunan Ali Esin amcayı severdim.Her zaman tatlı dilli ve şık giyimli.Fon müziği olan Vivaldi’nin mevsimlerini ilk o zaman dinlemiş ve sevmiştim.Küçük ev,Bonanza,Kaçak ve daha niceleri.Hey gidi çocukluk günleri!
Çocuklar artık mesafe ötesi yaşıyorlar.Zaman ötesi düşünüyorlar.Beklemeye tahammül edemiyorlar.Her şey çabucak oluversin istiyorlar.Uzun sohbetler,kavrulan kestaneler,uzun kış gecelerinde okunan binbir gece masallarını dinleyen çocuklar yok.Mekanik,ağızlarının içinde kelimeleri yuvarlayarak,ne kadar anlaşılmaz olursa o kadar iyi dercesine literatürde yer almayan anlam fakiri kelimeler, yarıda kalmış gibi havada asılı kalmış cümleler var şimdi.”Nber,ok,by by! ”var.
Çocuklar bir başka değerli şeyi kaybettiler; hayallerini.Öylesine gerçeklerle iç içe yaşıyorlar ki hayal diye bir şey kalmadı.Bizler Arzın merkezine seyahat filmine gidebilmek için çıldırırdık.Şimdi ses ve görüntü efektleriyle bilgisayar teknolojisiyle donatılmış olağan dışı görüntülerle dolu Harry potter var.Narnia,Karayip korsanları ve sayısız animasyon filmleri.Hayaller öldü.Yaşasın gerçekler! Yaşasın donuk bakışlı,hiç bir şeye şaşırmayan,korkmayı başaramayan çocuklar!
Gülhan Çeliktaş
YORUMLAR
Bir eğitimci olarak yazınız çok ilgimi çekti ve üşenmeden sonuna kadar okudum :) Malum pc de yazılar insanların gözünü fena yoruyor o yüzden uzun olanlar çoğu zaman okunmuyor ki bence bu yüzdendir bu yazıya fazla yorum yazılmaması neyse bu ayrı konu...
Önce korkmak konusundan başlayacağım umarım sizde benim yorumumu üşenmeden sonuna kadar okursunuz :)
İnsanlar doğduğunda sadece yüksek sesten irkilirler. O da sadece irkilmektir, korku denilemez. Korkular yaşantılarla oluşur. Bir çocuk hiçbir şeyden korkmaz. Çünkü ne olduğunu bilmezler dünyayı tanımaya başladıkça ailesinin tepkileriyle oluşur çocukların korkusu çoğunlukla... Çocuk annesinin yüksek sesle tepki verdiği olaylardan zamanla korkmaya başlar. Bunda en önemli olay aile içi şiddettir. Çocukta anne güven unsurudur çocuk emme döneminde anneye güveni kazanamazsa o çocuk hiçbir şeye güvenemez artık. Ve her şeyiyle annesine güvenen çocuğun annesine şiddet uygulanması ve annesinin bir gün bu evden gideceğim sözleri çocukta anneyi kaybetme korkusunu oluşturur. İşte böyle zamanla çocukta yaşantılardan dolayı korkma başlar.
Korku filmlerinde korkunç sahnelerde hep yüksek ses var fark ettiniz mi? İnsanlar sahneden değil sesten dolayı irkiliyor ve korku yerleşiyor. Peki şimdiki korku filmlerinde var mı böyle bir şey? Korku diye adlandırılan filmlerin çoğusu canilik. Korkmaktan çok insanın midesi bulanıyor. Şimdiki çocuklarda o iğrençliği birebir yaşamadıkları için korkmuyorlar. Ama yüksek sesten hepsi yine irkiliyor!
Gelelim çocukların özellikle izlemek istemesine... Anne baba çocuğu uyutmaya çalışıyor sevdikleri dizi olunca.Çocuk anlıyor tabii beni uyutuyorlar ama onlar ne izliyor? Bu sefer merakı cezbedilen çocuk hiç uyumuyor başlıyor vay efendim bende izleyeceğim yoksa size de izletmem! İçinde dehşet olsa ne olur çocukta yaşanmışlık yok korkmuyor! Hayvanlara eziyet eden çocuklar da bu filmlerin etkisinde kalıp filmde bişe olmuyor bende deneyeyim diyip eziyet ediyor. Tabii korku filmlerini geçtim asıl çocukları çizgi filmlerden uzak tutmak lazım!
Bizim çocukluğumuzun Temel Reis'i... Şimdi irdeliyoruz aman Allahım çizgi film değil yaprak dökümünden beter... Hele şu arabanın altında ezilip ölmemeler bilmem neler çocukların aklını çeliyor. Bu çocuk niye korksun ki efendim ona izletilen şey de hiçbir şey olmuyor ki!
Korku hayatın olmazsa olmazı değil! Hayret mi dersiniz benim öğrencilerim de çok var, öğrenme isteği çok var. Şimdinin çocukları daha zeki!
Önemli olan teknolijiyi kullanmayı bilmek. Aile pc net hakkında hiçbir şey bilmiyor çocuk ödevim var diyor inanmıyor dışarıdan duyduklarıyla hareket edip çocuğu kısıtlıyor. Aileler kendini gücelleştiremiyor. Aklınız hep eski devirlerde... Siz daha çocukken tv ilk çıktığında dizi için neler yapmışsınız şimdiki çocuklar bu teknoloji devrinde ne yapsın!
Efendim sözün kısası her şey aileden geçiyor zaman geçtikçe sende kendini geliştireceksin ve çocuğunla neyi nasıl konuşman gerektiğini bileceksin. Öyle kısıtlamakta olmuyor serbest bırakmakta.. Sen bileceksin sen öğreteceksin... Çocuğun varsa sorumluluğun vardır ben yaşlandım anlamam bahaneleri üretmeyeceksin.
Unutmayın kötü çocuk yoktur kötü ana baba vardır. Demokratik aile düzeni ancak bizi ve yavrularımızı selamete götürür.
Saygılarımla her daim...
"Yaşasın donuk bakışlı,hiç bir şeye şaşırmayan,korkmayı başaramayan çocuklar! "
İşte zamanın ve çocukların ACI GERÇEĞİ bu cümlede çıkıyor ortaya açık seçik.
Toplumdan soyutlanmış dokunulmazlığı olan çocuklar ve yapay sevgi ve korumacılık gösterişinde olan acınası anne babalar...
Robotları aratacak bir nesil yetişiyor.
Esenlikler.