11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1611
Okunma

Bu Adam Benim Babam mı?
Babamın o gece evden gidişinden sonra, dört gün geçmişti. Evde yoktu; gelmiyordu. Üstelik bulmaya gittiği Aksoy Amcam da yoktu. Onu bulup, eve getirmek umuduyla giden babam, gittiği yerde kaybolmuştu. Yer yarılmış, yerin dibine girmişlerdi sanki…
O dört gün boyunca, annem bizi komşuların birine bırakır, başka bir komşuyla bir yerlere gider, akşam eve dönerdi. Gözlerinden yaşları da hiç eksik olmazdı. Babamın eve dönmeyişinin ikinci gününde anneme sormuştum; “Babam nerde?” diye. Aldığım cevap, suçluluk kuyusunun en derinine itmişti beni. Ama nasıl bir derinlikse git git bitmiyor, sürekli daralıyordu o kuyu yüreğimde. Annem, “Sen babana beddua ettin, o yüzden gelmiyor; bir daha sakın beddua etme.” demişti. “Ama sen de ettin.” dediğimde, “Ben içten etmedim. O an sinirlenip kızdığım için, aniden çıktı ağzımdan.” dedi. “Ona bir şey olmasından korkup gitmesini istemezken, nasıl öğle bir şey içten söylenir ki?” diye ilave etti. “Allah beni duymuş ve anlamıştır ne demek istediğimi.” Dediğinde, benim de tutunacak bir dalım vardı artık. O dibi olmayan kuyudan, o dala tutunarak çıkmaya çalışıyordum. Fakat dibine inemediğim gibi, çıkışı da yoktu sanki.
Anneme, “Allah seni biliyorsa, beni niye bilmesin ki? Babamın eve dönmesini istediğimi biliyor ve duyuyordur.” demiştim. Sonra “Benim her istediğimi yapmak zorunda mı? Kötü istediklerimi yapmasın, iyi olanları yapsın o da. Sen bizim her dediğimizi yapmıyorsun mesela. O da yapmasın.” olmuştu cevabım. Annemse “Sen daha çok küçüksün, çok saf ve temizsin. O kadar içten bağırdın ki babanın ardından, belki senin dediğini yapmaya karar vermiştir, kim bilir? Şimdi git içeriye ve Allah’a dua et babanın eve gelmesi için. Emin ol seni duyacaktır.” dedi.
Şimdi ikinci bir tutunacak dalım vardı. Hemen odaya koşup, başladım dua etmeye. “Allah babacım, ben babamın eve gelmesini istiyorum. Onu çok seviyorum. Onsuz yaşayamam. O bedduayı isteyerek söylemedim. Annemin canını yakmasına ve üzmesine dayanamadığım için söyledim. Ne olur Allah’ım babamı eve geri getir. Sana söz veriyorum; bir daha asla beddua etmeyeceğim.” diyerek dualar ediyor ve ağlıyordum.
Annem beni izlemiş, yüreği dayanamamış olmalı ki, gelip bana sıkıca sarıldı, saçlarımı okşayıp öperken, “Allah baba seni duyacak ve baban eve gelecek.” dedi. “Sen her gün duanı et ve baban eve döndükten sonra Allah babaya verdiğin sözü sakın unutma. Bir daha beddua etme” diye de ekledi. “Ben söz verdim; babam eve dönsün, bir daha beddua etmeyeceğim. Sende etme ama.” demiştim. O da bana ve Allah’a söz verdi. Artık beddua etmeyecektik.
Bu arada annem, bedduanın ne olduğunu anlattı bana. Biri senin canını acıttığında ona intizar etmek ve başına kötü şeyler gelmesini dilemekmiş. Aslında çok yanlışmış. Bu yaşadığımız olayda ben de çok kötü olduğunu öğrenmiştim zaten.
Beşinci gün babam evdeydi; fakat yüzü mosmor, gözleri kapanmış, dudaklarında ve kafasında dikişler, burnunda tamponlar… Gözlerine kocaman kara kara gözlükler takmıştı, yüzü görünmesin diye. Saklaması imkânsızdı oysa. Zorla yürüyordu. Bu benim babam mıydı? Şaşkınlığıyla bir köşeden izliyordum sadece. Konuşamıyordu bile. Annem babamın rahatsız olduğunu söyleyerek kardeşimle beni odamıza göndermişti. Kapımız ise sürekli çalıyor; eş, dost, akraba ziyarete geliyorlardı evimize. Annemse onlara ikramlarda bulunup, babamın rahat olması derdindeydi sadece. Artık gözleri parlıyor ve gülüyordu…
Bense kardeşimle odamda oturmuş, Allah’a beni duyduğu için çok teşekkür ediyor, babamı bir an önce iyileştirmesini ve ona beddua ettiğim için babamın da beni affetmesini diliyordum, çocukça yüreğimle…
17.10.2012________________Seher_Yeli