4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
667
Okunma
KONAK...
Sırtlarında buğday taneleriyle yanımdan geçen birkaç topal karınca sürüsünün ayak seslerini işitmemle birlikte kendime gelmeye başlamıştım.Köz kapaklarımı açmama rağmen etrafı henüz net göremesem de baktığım istikametin birkaç metre ötesindeki karınca yuvasını gayet iyi görebiliyordum.
Burada ne zamandan beri böyle yattığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Yanımdan geçen topal bir karınca benim yerde öylesine uzandığıma umursamasa da göz ucuyla bana bakmıştı.
Sırtında yükü olmasaydı saatin kaç olduğunu soracaktım.Yanağımı kuru topraktan ayırmayı başaramasam da bir otun gölgesi bana saatin kaç olduğunu söylemişti.Otların sarılığı mevsim hakkında küçük bir ip ucu vermiş olsa da haftanın hangi günü olduğunu öğrene bilmem için yakınlardan bir kaplumbağanın geçmesi gerekecekti.Bu zayıf ihtimali düşünmek, ayağa kalkmak kadar zordu o an benim için.
Halime gülen birkaç çekirge el sallayarak gözlerimin önünden uçarak geçti. Birkaç fırsatçı serçe buğday tanelerinden usanmış olsa gerek ki birkaç çekirgeyi bana güldüğü için midelerine indirdi.Nefes alabildiğim halde parmak uçlarımı oynatamamanın garip bir duygu olduğunu o an öğrenmişti.
*
Her şey Rikardo’nun üç kuruşluk yüzdelik satış payı almak adına, bana değerinin yarısına almam için ısrar ettiği o konağı almamla başlamıştı. Şehirden kaçmanın bir fırsatı olarak gördüğümden onun bu satış işlemlerini gerçekleştirmesine yardımcı oldum.Magi’nin ölümünün üzerinden bir ayı aşkın bir zaman geçmişti.
Onun yokluğunu başka bir boşlukta doldurmak için o sahil kasabasındaki konağa gitmeye karar vermiştim.Gideceğim bölgenin coğrafyası hakkında birkaç bilgi edinirken yaşayanların yarısından fazlasının yerli kabilelerden oluştuğunu da öğrenmiştim.Değişik ten renklerini göreceğim için gülümsemiştim.Magi de severdi benim gibi farklı coğrafyanın ten renklerindeki değişik kültürü.
Onun için kararlı bir şekilde yol hazırlığımı yapıp yola koyuldum. Her zaman ki gibi koluma saat takmadığım için güneşe bakarak birkaç saat süren deniz yolculuğumun süresini ölçmüştüm.Kamaranın penceresinde bir iki martı görmemle güverteye çıkmıştım.Martıların sayısı artıkça burnuma toprak ve ağaç kokusu gelmeye başlamıştı. Bir zamanlar kaçak yolcu taşıdığı için adı gazeteler geçmiş olan Miguel, yanıma yaklaşarak, “Yaklaştık dostum” derken birbirimizin yüzüne bile bakmamıştık.
Uzaktan gördüğüm limanda büyük bir karmaşa yaşanıyordu.Yaklaştıkça limana insanların ten renkleri kadar net görebildim neden koşuşturduklarını.Hepsi ilk karaya inen müşterisinin yükünü adresine taşıya bilmek için telaşlıydı. Zakari ile o zaman tanışmıştım.Yüklerimi gemiden indirirken. Gideceğim adresi kendi dilimle ona tarif etmemin sevinci dudaklarımın kıyısında belirmişti.
Adresi duymasıyla onun yüzündeki ifade benim ruh halimin tam tersine dönmüştü.Bunu anlamam hiç zor olmamıştı.Gözlerindeki sakladığı sırrı hissetmemle onunla daha fazla konuşmaya başlamıştık.Siyah derisinin altındaki bir dövme onun atalarının ritüelinden kalma işaretlere benziyordu.
Bunu da gemi yolculuğu sırasında okuduğum kitapların birinde görmüştüm….Taş duvarlı üç katlı konak, alabildiğine yeşiller içindeki düz bir arazinin üzerinde benim gelişimi izliyordu.
Nihayet gelmiştim.Daha çitlerle örülmüş araziye ayak basmadan bir rüzgar oranın tarihindeki kokuyu burnuma taşımıştı.Konağa yaklaştıkça Zakari’nin şakağından tek tük ter damlalarının süzüldüğünü görsem de umursamadım.Sıcaktan herkes terler nasıl olsa….
ısınmak için nesir yazmaya öylesine yazılar......klavye az yordu bu sefer...