10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1000
Okunma

İŞTE GELDİM GİDİYORUM
Bölüm 18
Gözlerini kapadığı için bir şey göremiyordu. Kapamadan önce gördükleriyse, hayrete düşürmüştü zaten delikanlıyı. Meşrubatçıdaki yedi ya da sekiz civarı insan, işyerinin başka bir köşesinde toplanmışlardı. Sinmiş ve korkulu gözlerle sadece izliyorlardı. Delikanlının olduğu tarafı yalnız bırakmışlardı; sanki gelenler rahat rahat vursun bir insanı diye.
Saniyeler içinde düşündü. Toplum nezdinde bu kadar ucuz muydu ki can? “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” zihniyetinin mi esiri idi artık herkes. “Ben yaşayayım kim ölürse ölsün” demekti bu. Okuduğu kitaplar böyle anlatmıyordu toplumu oysa. Bir can gidiyordu ve herkes sinmişti. Kurtarma çabası bir yana, adamların rahat vurmaları için yer bile açmışlardı sanki. Sert bir sesle gözlerini açtı.
-Hadi bakalım! Oyun bitti çocuk; bizimle geliyorsun.
Koyu yeşil bir jeep göründü az ilerde. Hızla geldi ve meşrubatçının önünde durdu. Plakasının ortasında AA harfleri vardı. Ön camının hemen altında da “POLİS” yazıyordu.
Şimdi bir yandan seviniyor, diğer yandan üzülüyordu. Seviniyor; çünkü hiç değilse ölümden kurtulmuş oluyordu. Üzülüyor; çünkü belki tutuklanacak, hatta okuldan atılacaktı.
Polisler iterek araca aldılar delikanlıyı. Üçü birlikte bindi, diğer üçü orada kaldı. Polis aracı hareket etti. Delikanlı tedirgindi. Önde oturan yaşlı polis konuşmaya başladı.
-Söyle bakalım, neden kaçtınız? Kaç kişiydiniz? Orada gizli ne yapıyordunuz? Arkadaşlarının adı neydi?
-Ben yoldan geçiyordum. Baktım bir grup var. İçki içiyor, yemek yiyorlardı. Davet ettiler; “Ben içki kullanmam” dedim. Onlar da yemeklerinden ikram ettiler. Siz geldiğinizde artık kalkmıştık.
-Eeeeeee sonra? Gerçekten çok heyecanlı ya! Merak ettim sonunu bu hikâyenin. Sonra ne oldu?
-Sizlerde tabanca görünce hepimiz kaçtık.
-Evet ya… Profesyonel bir kaçış hem de. Her biriniz ayrı yere…
Genç polis atıldı birden söze.
-Amirim ben gördüm. Bu var ya yedi yaşlarında bir çocuğa tecavüz ediyordu.
-Yapma ya! Desene çok ağır suç… En az otuz yıl yer. Vah vah! Üzüldüm şimdi. Gencecik de biri.
-Ne yapalım amirim. Kendi düşen ağlamazmış. Ufacık bebeden ne istediler?
-Haklısın. Yarın hemen mahkeme ve avukat bile vermezler. Direk otuz yıl.
Delikanlı hayretle dinledi. Otuz yıl önemli değil de, ya bu tecavüzcü suçlaması? Annesi, babası kimsenin yüzüne de bakamazdı. Lanetli biri olurdu. Birden gözyaşları boşaldı. Hıçkıra hıçkıra, katıla katıla ağlıyordu. Böyle bir iftira aklına bile gelmemişti. Öndeki yaşlı polise döndü:
-Gerçekleri söylersem beni bırakır mısınız?
-Söyle lan! Hatta oraya götürelim seni, ne yaptıysanız orda anlat. Sen öğrenci misin?
Sessiz kaldı delikanlı.
-Sana sordum! Bak iyi niyetimizi yok etme.
-Evet abi… Öğrenciyim.
-Nerede okuyorsun?
Delikanlı söyleyince, öndeki yaşlı polis aracı sürene döndü:
-Bizim o okulda öğrenciler arasında adamımız var mı?
-Var amirim.
-Telsizle hemen ara. Bunun adını ver. Hemen okula gidip temas kursunlar. Bu kişi neymiş, neyin nesiymiş öğrensinler.
-Sabah mı amirim? Şimdi uyuyorlardır.
-Yok! Hemen.
Bu arada parka geldiler. Delikanlı boya kutusunu gösterdi. Fırçayı da buldular. Yazıları not aldılar. Amir sürücüye seslendi:
-Hadi bakalım! Karakola… Bu gecelik misafir edelim.
-Abi hani bırakacaktınız.
-Bu saatte nereye gideceksin? Misafirimiz ol.
Karakola geldiler. Tüm ceplerini kontrol ettiler. Sadece demir paralar ve kimlik vardı cebinde. Amir olan, daktilodaki resmi polise döndü.
-Yaz bakalım. Bol miktarda beyannameler, bir adet küçük kesici alet, içinde uyuşturucu şüphesi olan sigara paketi…
-Amirim bunlar bende yok ki!
-Sus lan! Anarşist! O zaman gerçeği söyle.
Başka gerçek yoktu ki. Boyayı da vermişti. Sustu.
-Atın nezarete! Sabaha kadar kalsın.
Açtılar kapıyı. Bir karış kadar su vardı. Ayakkabısı ve çorapları suyun içinde kaldı. On dakika sonra üşüdü ve titremeye başladı.
Sivil polisler gitti az sonra. Karakolda dışarıya bakan nöbetçi ve güler yüzlü bir resmi polis kaldı. Resmi polis nezarethanenin penceresinden seslendi.
-Yeğenim sahi sen hangi taraftansın?
Sustu delikanlı. Aksi görüşteyse başı belaya gidebilirdi. Çünkü polisler de ikiye ayrılmıştı. Pol-Der ve Pol-Bir… Israr etti gülerek:
-Yeğenim bizim yetkimiz yok. Şurda sohbet ediyoruz. Mert olursan sana söz çıkartırım ordan.
Delikanlı gerçekten titriyordu. Söyledi.
-Yahu şunu daha açık söylesene… Ben ne anlarım sağdan soldan. Gomonist misiiiiiiiin yoksa faşist misin?
-İkisi de değilim abi.
-O halde Ecevitçi misin, Türkeşçi misin?
Usanmıştı delikanlı ve söyledi. Polis gerçekten de kapıyı açtı. Kendi odasına aldı. Sobanın yanına oturttu.
-Amirim bizlere getirmişti. Bir sandık muz. Ye sabaha kadar. Biz de yeriz.
Bir de çay getirdi. Artık şaşırıyordu delikanlı. Bu da laf almanın başka yöntemi miydi? Ama açtı. Görgüsüzler gibi saldırdı muzlara.
Epeyce sohbet ettiler. Polis gerçekten siyaseti bilmiyordu. Hatta “kaçmazsan kardeşim gibi davranım. Yooook kaçarsan vururum!” diyordu.
Sabaha karşı telefon çaldı. Bir ses “Delikanlıyı derhal bırakın” diyordu. Polis itiraz ediyordu. Tutanaklar var görevden alınırım diyordu. O ses kararlıydı. Polis de kararlıydı. Karşıdaki kişi öfkeyle kapattı teli.
Sonra bir daha… Bir başkası bir daha… Sürekli aranıyor, bırakılması isteniyordu. Arayanların isimleri geçince delikanlı beynine yazıyordu. Polis bırakmadı.
Sabah olmuştu ve artık saat sekiz civarıydı. Geceki sivil polisler geldi bir hışımla.
-Hazırlayın bunu! Mahkemeden hüküm çıktı. Kararı aldık. Otuz yıl yedi. Cezaevine götürün!
Delikanlı kalbini tuttu…