17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1790
Okunma

Bu bir roman giriş denemesidir. Lütfen yorumlarınızı esirgeeyiniz.
1.BÖLÜM
Elleri terliydi. Sadece elleri mi? Yok, hayır. Alnı boncuk boncuk ter olmuştu. Sağ eli gömlek cebine ulaştı. Bir peçete çıkardı, elini yüzünü sildi. Terlerden kurtulmuş kirpiklerini kaldırdı; Evet, işte çınar göründü.
Bu çınara kadar yürüdüğü için mi soluk soluğa kalmıştı? Aslında hiç öyle sanmıyordu. Pantolon cebinden bir siyah beyaz fotoğraf çıkardı. Bir pastayla poz veren bir çocuk, yanında annesi yanaklarından öpüyor. Çocuk mutlu gibi..
Kafasını kaldırdığında çınara varmıştı. Çınarının altındaki banka oturdu. Önündeki çardakta ihtiyar heyeti oturmuş memleket meseleleri hakkında bir meclis oluşturmuşlardı. Sesleri kulaklarına geliyordu ama aklındaki düşünce öyle sesli konuşuyordu ki başka hiçbir şeyi duymuyordu; yanına gelmiş cılız garsonu bile:
-Vedat abi ne içersin?
Birden doğruldu. Garsonu tepeden tırnağa süzdü. Cılız bedeni yoğun iş temposuna yenik düşmüş ki bıkkın gözlerle boş boş bakıyordu. Epey bir genç gösteriyordu. Gözü bir yerden ısırdı bu çocuğu; evet! Hasan.
-Bir şey içmeyeyim Hasan sağ ol.
Yapma bir gülümseyiş takınarak gitti çocuk. Vedat yine düşünceleriyle başbaşa kaldı. Yine terlemeler, kafasında çığlıklar, çözülemeyen denklemler artmaya başladı.. Kafasını iki yana salladı, düşüncelerden kurtulmak ister gibi, eli beline gitti; ve oldukça eski bir Smith-wesson tabancasıyla geri geldi.
Silah en az 200 yıllık. Ama hala işlevini yerine getiriyor. Şarjuruna baktı. 4 kurşun; 3ü kanlı, kullanılmış. Temiz olan kurşunu silaha verdi. Silahın namlusunu kalbine dayadı. Gözünden film şeridi geçiyordu:
Birinci şerid; Küçük bir köy evi. Kundakta bir bebek. Ve şöminede yemek yapan bir kadın, anne!
İkinci şerid; bir asker. Çocuğu öpüyor. Ama sol bacağı yok.
Üçüncü şerid; Siyah beyaz fotoğraf. Pastayla fotoğraf çekilen bir çocuk. Yanında annesi. Çocuk önüne bakıyor, biri var. Önce ayaklarını seçiyor gözleri, bacakları omuz hizasında açılmış. Sanki nişan almış ateş edecek gibi. Fotoğrafı çeken kişi olmalı. Hayır! Elinde Smith-wesson var. Nişan almış biri. Annesi yanağını öpmüyor çocuğun. Sadece dualar ediyor. Çocuk silahın namlusunu takip ediyor, epeyce uzun gövdesi var. Tetiği gövdeğe göre dar. Ama adamın ince parmakları için yapılmış sanki. Parmakları takip ediyor. Dirseğe kadar sıvanmış kanlı bir gömlek. Boynundan akıyor kan. Evet tam yüzü seçilecek;
-Tak! tak!
2.BÖLÜM
Vedat olduğu banka boydan boya uzanıyor. Gelen silah sesiyle birkaç çınar yaprağı dökülüyor ağaçtan; Vedat’ın gözünü ve sol bacağının bir kısmını kapıyor. İhtiyar heyeti ayaklanıyor ilk. Mahmut Muhtar, Vedat’ı görüyor. Boynundaki kan dirseklerine ilişmiş. “Bismillah! Bismillah!” sesleriyle ayaklanıyor meclis. Ardından garsonlar ve halk toplanıyor Vedat’ın başında. Muhtar telaşlı. E dile kolay 2 hafta içinde dördüncü cinayet bu. Köylü korkulu; jandarma didik didik inceleme yapıyor. Valiler, kaymakamlar.. En kötüsü de haftaya Zeytinova’nın kurtuluşu. Belediye başkanından tut valisine kadar herkes köye gelir. Tabii bu ard arda gelen olaylar da göz ardı edilemez.
Yarım saate geliyor Yüzbaşı Yağız. Yağız’ı görür görmez, küçük kalabalığı yarıp yüzbaşının yanına koşuyor muhtar. Nazikçe aracın kapısını açıyor ve olanları saydırıyor:
-geldiğini görmedik bile komtanım. Çardakta yemiş yiyip sohbet ediyorduk ki iki el silah sesi geldi. Döndüm baktım Vedat kanlar içinde… Öyle değil mi ulen ne bakıpdurunuz?
Muhtar, cinayetlerden kendini kurtarmak istediği malum. Zaten yüzbaşı da anlıyor bunu:
-Hiçbir eşya yerinden alınmadı değil mi?
-Alınmadı komutanım!
-Yani bu milattan kalma silahla vuruldu Vedat öyle mi?
İnanmamış, küçümseyen gözlerle bakıyor Yağız Yüzbaşı.
-Öyle vallah yüzbaşım! Bakmayın eski olduğuna taş gibidir o silahlar.
Son sözüyle yanlış bir şey söylediğini düşünen muhtar hemen sözlerini sürdürüyor:
-Bende de var. Yani, evde. Getireyim mi komutanım?
Yüzbaşı da yükü üstünden atmak istiyor olacak ki muhtarın üstüne gitmiyor. Kalabalığı açıp görgü şahitlerini çağırıyor.
Tuhaf! Bu kadar kalabalık var ama olayı gören bir Allah’ın kulu yok! Cesedi araca bindiriyor Yağız. Muhtarın ve garsonların yazılı raporlarını alıyor.
Olayın üstünden üç gün geçiyor. Kaymakam bir bakan yolluyor Zeytinova’ya. Köylü hala olayın şokundan tam kurtulabilmiş değil.
Bülent Bey iyi bir eğitim almış. Yurt dışında aldığı onca yabancı dil eğitimine rağmen halk tarafından da oldukça sevilen içten biri. Öyle ki emekliliğine gelmesine rağmen sevilenleri, başta kaymakam Ali Bey olmak üzere, O’nu kaybetmeyi göze alamamışlar ki gelen ricalar üzerine hala görevine devam ediyor.
Bülent Bey dosyalarını koyduğu orta boy el çantası ve meydandaki bakkaldan aldığı küçük şişe suyu ile muhtarın odasının bulunduğu binaya giriyor.
İşte bu Bülent bey, belki de, hayatı boyunca yapmadığı bir kabalığı yapıyor; aralıklı olan kapıyı çalmadan içeriye girmeye kalkışıyor. Güneşten gözlerini korumak için kıstığı kirpiklerini serbest bırakıyor ki; muhtarın elinde X tabancasını görüyor. Raporlarda da okuduğu gibi gövdesi epey bi uzun ama tetiği dar. Gümüş renkli ve ahşaptan kapzası olan bir Smith-wesson tabancası. İçindeki yılların verdiği saygınlık, ona bu gözetlemenin uygunsuz olduğunu söylese de o, bu gözetlemeyi sürdürüyor.
Silahın şarjurunu yana itip içindeki kurşunlara bakıyor Mahmut Emmi. Dört kurşun sayıyor şarjurda kapı aralığından Bülent Bey. Muhtar birden kurşunları sol avcuna döküyor: Dört kurşun, dördü de kanlı.
Kurşunları siyah bir poşete koyuyor muhtar. Tam masanın üstünü toparlarken Bülent Bey kapıyı çalıp giriyor odaya.
Aniden ne yapacağını şaşıran Mahmut Muhtar tabancayı çekmecesine atıp, poşeti çöpe sallıyor. “Delilleri yok etmeye mi çalışıyordu?” diye düşünenn Bülent Bey’in dalgınlığını muhtar bozuyor:
-Buyuruun! Kaymakamımızın gönderdiği bakan olmalısınız?
Gülümsüyor. Ama bir tuhaflık var. Sanki suçüstü yakalanmış bir hırsızın kendini ele vermemek için arka arkaya yalanları sıralaması gibi.. Heyecan ve korkuyla gülümseyerek devam ediyor muhtar:
-Geleceğinizi yüzbaşımdan haber almıştık. Gelene kadar hazırlıkları tamamladık bir de siz göz atarsınız.
“Hazırlıklıar mı? Delilleri yok etmek mi?”
-Hazırlıklar?
Diyerek anlamlı bir gülümseme beliriyor Bülent Bey’in ağzında. Muhtar hiç bozuntuya vermeden devam ediyor:
-Yahu işte Pazartesi günkü kutlamalar için çelenkler, marşlar, ödül törenleri.. Hatta ilk kez bir bando takımı kurmaya karar verdik.
Büyük bir gururla anlatıyor bunları muhtar. Cinayet olaylarını tamamen unutmuş gibi. Veya da unutturmaya çalışıyor. Ama Bülent Bey’in buna hiç tahammülü yok:
-Bakın. Evet dört gün sonra bu köyün kurtuluşunun yıldönümü. (yüzü sevinçle doluyor muhtarın) Ama bu kutlamalar olur mu olmaz mı ona ben bugün karar vereceğim.
Tadı kaçıyor muhtarın:
-Niçin iptal olacakmış ki bu kutlamalar. Bizim hiçbir eksiğimiz yok! İstediğiniz kadar araştırın. Hemşerilerim de en az ben kadar bu toprakların gavurlardan kurtardığımız günü kutlamak istiyorlar.
-Konu belgeler, törenler.. Değil Mahmut Bey. Asıl araştırılması gereken kkonu cinayetler. İki haftada dört cinayet Muhtar Bey. Ve hala ne suçlu bulunabildi ne de en ufak bir ipucu. Bu ortamlarda yıldönümü kutlanmasının çok riskli olacağını düşünüyorum. Tüm bürokrasi burada olacak. Unutmayın burası bir kasaba olabilir fakat oldukça verimli bir alan. Yani özel alan. Özel yerlere de özel insanlar gelir ve bu şartlar bu özel insanlara hiç de uygun değil.
Evet, Bülent Bey haklı. Zeytinova oldukça verimli bir toprağa sahip. Halk temel gereksinimini, kasabanın adından da anlaşılacağı gibi, zeytincilikle sağlıyor. Ve İtalya’nın Po Ovasından sonra Dünya’da kişi başına en fazla zeytin düşen ikinci bölgedir. Zamanında tütüncülükte de oldukça verim sağlamışlar ama devletin bölge de tütün yetiştirme yasağından sonra bu verim durdurulmuş. Ne ekersen onu biçersin yani burada. Ayrıca konum itibariyle de Bayındır ve Tire arasında geçiş yolu sağladığı gibi Ödemiş’i; Bayındır ve Tire’ye bağlayan bir köprü görevi de görür.
Muhtarın gözlerindeki korku korkudan öfkeye dönüştüğünü hissetmişti Bülent Bey. Muhtar kendi kendine söylendikten sonra bağırarak konuşmaya başladı:
-Yapma Bülent Ağa! Bizim bu bayramımızı üç dört çapulcu kendini öldürdü diye elimizden alma! Her şey tastamam.
Muhtarın gözlerine baktı Bülent Bey:
-Ya bu katil daha büyük bir cinayet için 4 Eylül’ü, yıldönümü, seçerse?
Muhtar iyice kendinden çıkmıştı artık:
-Olmaz! Yaptırmam Efem! Orda duracaksın. Kimse bu törende zarar görmeyecek.
Şüpheli bir bakış belirdi Bülent Bey’in gözünde:
-Hiçbir cinayeti çözemezken nasıl bu kadar eminsiniz?
-Ne yani efem? İstediğini yap! İstersen bütün haneleri didik didik ara. Ama bir şey bulamazsan bu tören olur!
“kendinden çok emin; tuhaf”
Kaşkıyor Bülent Bey:
-Peki muhtar dediğin gibi olsun şimdilik. Evleri arayamam buna yetkim yok. Ama bir gözlem yaparım.
Elini uzatıyor tokalaşmak için bakan. Ve eli sıkıyor muhtar. Bülent Bey devam ediyor:
-Eliniz mi yaralandı? Hayırdır ne bu kan?
Bir süre sessizlik oluyor. Muhtar sessizliği bozuyor:
-Evet. Dün karpuz keserken çakı kaydı elimden. Dünkü yara bugün açılmış
“Yara yok, kan var.”
-Geçmiş olsun!
-Eyvallah, size kolay gelsin.