16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1162
Okunma

İŞTE GELDİM GİDİYORUM
Bölüm 3
Babasında hiç böyle bir ruh ve yüz hali görmemişti. Kendini net ifade eden bir adamdı aslında. Sevinçli anlarında kahkahalarla güler, şakalaşırdı. Hüzünlü anlarında sırtüstü yatar ve sadece tavanı izlerdi. Hatta bu yönüyle çocuk da babasına benzemişti sanki.
Oysa şimdi mutluydu ve dudaklarında bir tebessüm vardı. Tuhaf olan da; aynı anda o dudaklara endişe de hâkimdi. Çocuk sormaya cesaret edemedi hiç bir şeyi. Dedesi üstlendi bu görevi.
-Oğlum o zarfta bir haber var. Var da yüzünün bir yanı iyi haber der, diğer yanıysa kötü haber. Hep merakta kaldık.
Oturdu babası sedire. Sırtını dayadı kırlentlere. Derin bir nefes aldı, gülümsemeye çalıştı, zarfı eline aldı ve oğluna verdi.
Çocuk zarfı açmaya cesaret edemedi o an. Babasına bakmaktaydı. Korkuyordu aslında içten içe. Anladı babası…
-Oğlum hayırlı olsun. Girdiğin sınavı kazanmışsın. İlk kez başka yere yalnız gidecek ve tek başına yatılı okuyacaksın.
Çocuk çok sevindi. O an dedesi lafa girdi.
-iyi de üzülecek ne var? Hep beklediğimiz, istediğimiz bu değil miydi?
-Evet baba. İstediğimiz bu idi tabii. Bu haberi ailece bekledik hep.
-O halde üzülecek ne var?
-Anarşi baba, anarşi… Memleket kan gölü. Suçlu, suçsuz ayırt edilmiyor ki… Her yerde silah; kan davası sanki.
-Haklısın oğlum. Her taraf kan.
-Bir başka şey daha var ki; tam cehalet. Memleketimiz küçük. Kahvede otururken açtım zarfı. Öğrendi herkes. “Bu varlıkla çocuğunu yatılı okutmaya utanmıyor musun?” dediler bana. Çok zoruma gitti.
-Halt etmiş onlar! Kime ne? Oğlum, ilerde para pul bitebilir. Okumak gibi var mı? Bakma sen ellere.
-O önemli değil de, anarşiye canım sıkılıyor. Arkadaşımın iki oğlu var; gencecik ikisi de. Dün birbirlerine bıçak çektiler. Hem de öldüresiye. Biri ülkücü, biri devrimciymiş. Aynı evde bile düşmanlıklar başladı.
-Oğlum göreceksin bak. Ben ölürsem bunu unutma. Şimdi birbirini öldürenlerin hepsi kan davasına girmişler. Kiminin arkadaşı, kiminin dostu, kiminin kardeşi öldü. İlk başlarda öldürenler aslında ne o taraf, ne bu taraf. Öldürenler bu dünyanın başının belası olan dövletler. Hani bir söz var ya; “Şeytan kazığı oynatmış, seyre dalmış” derler. İşte tam da öyle…
Çocuk söze atıldı gülerek ve dedesini düzeltti yine.
-Dedem benim; dövlet değil, devlet.
-Oğlum biz dövlet öğrendik. Dövlet işte. Sen dövlet de.
Herkes güldü. Ama bu gülüş endişeleri yok etmeye yetmedi. Çocuk da kendince düşünmeye başladı. Neden kardeşine bıçak çeksindi ki? Neden insanlar birbirini öldürsün? Radyolardan sürekli ölüm haberleri geliyordu. Bombalar, molotof kokteylleri, silahlar. Molotof kokteylini de bilmiyordu. Ne idi ki? Babasına da bu üzüntüde soramadı. Okula gitmeyi ne de çok istiyordu aslında.
-Baba ben giderim, karışmam bir şeye ya! Sen korkma. Herkes kavga etsin; bana ne ki… Ben kavga görünce uzaklaşırım.
Babası güldü. Çocuk anladı ki, bu gülüşte çok şey var.
O gece rahat uyumadı aslında aile. Herkes bir başka açıdan düşünmekteydi. Ama aile bireylerinin ortak endişesi en fazla anarşi üzerine yoğunlaşmıştı.
Ertesi gün yüzler karmaşıktı. Çocuğu okumaya göndermekle göndermemek arası, düşüncelerde gizli çatışma başlamıştı bile. Komşular da duymuş; kimi hayırlı olsuna, kimi dedikodu malzemesine, kimi merak gidermek için gelmeye başlamışlardı bile.
Çocuk, kadınları rahat bırakmak için dışarı çıktı ve sokakta bir taşa oturdu. Aslında artık çocuk da denemezdi. Resmen bir delikanlıydı çünkü. Hem de gittikçe yakışıklı hale gelen bir delikanlı.
Taşa oturup düşünmeye başladı. Gitse, iyi bir okulda okuyacak ve hayatı kurtulacaktı. Gitmese buradaki okullardaki eğitimi kimse beğenmiyordu. Zor bir durumdu.
Bunları düşünürken, bir hareket hissetti yanında. Bir etek vardı yanında ve gözü önünde. Terlik giymiş büyük bir kız ayağıydı devamında… Hemen yanında durduğu için etek saçlarına değmeye başladı. O an içi bir tuhaf oldu. Bu ana dek hiç böyle bir duygu hissetmemişti. İçi kıpır kıpırdı ve nedenini bilemiyordu. Bu duyguyu diğer arkadaşları da yaşıyorlar mıydı acaba?
Kızın elini omzunda hissetti. O yöne başını çevirdiğinde, rüzgârın esintisi ile uçuşan eteğin altındaki bacakları da görünce tam bir duygu fırtınasına yakalandı. Kız omuzlarını iyice sıkmaya başlamıştı. Bir gören olsa bu çok ayıptı.
Kafasını kaldırıp kızı tanımak istedi; ama gözlerini rüzgârın yardımıyla hafifçe açılan bacaklardan da ayıramıyordu.
Kendini bir hamleyle o fırtınadan silkeledi ve kafasını yukarı doğru kaldırdı.