8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1266
Okunma

.“Hayatım akıllı bir kadın sırtını mutlaka bir erkeğe dayayan kadındır” dedi, hazırladığı şık çay masasına arkadaşlarını buyur ederken.
İnsanın içi açılıyordu doğrusu onun bu neşeli mutlu huzurlu haline baktıkça.
Kendi görüşüne göre akıllı olduğu da açıktı.
O sırtını dayamıştı çünkü. Üstelik bütün ailesinin sırtı da bu adamın Berlin Duvarından daha sağlam olan sırtındaydı.
Adam çok kısa sürede sınıf atlamış, fabrika sahibi olmuştu.
Paraya para demiyordu.
Karısından ve onun ailesinden başka gözü kimseyi görmüyordu. Hatta üç oğlunu babasız büyütüp yetiştiren fedakar dul annesini bile.
“Beş santimle cücelikten kurtulduk” diyordu bir karış topuklu terliğinin üstünde sekerken.
Aslında gerek kendisinin gerekse kardeşlerinin kıvrak zekaları ve insanları kullanma becerileri onlara hayatı öylesine kolaylaştırmıştı ki uzun boylu çabalamalarına gerek kalmamıştı zaten.
Boylu-poslu kendinden genç kocasının sırtı varken ayaklarını yere basmaya çalışmak ise akıllıca bir davranış sayılmazdı.
Bir yandan kayınvalidesini ve eltilerini ustalıkla idare ediyor diğer yandan kendi ailesinin akıl hocalığını sürdürüyordu başarıyla.
Yeni evli eltisi de masadaydı.
Aracılarla tanımışlardı karı-koca birbirlerini Karadeniz ‘in ünlü bir ilinde.
Bir görüşte tutulmuştu iki çocuklu dul ve hemşerisi olan bu adama genç kadın.
Kısa sürede de evlenmişlerdi.
Genç kadın Karadeniz’in hırçın sularını ardında bırakıp evlendiği adamın ardına düşmüştü. İstanbul’un yedi tepesinden mutluluğa kanat çırpacağı hayaliyle.
Kendisine el becerisi kazandıran bir okuldan mezundu.
Bu onun elinin ekmek tutuyor, ayaklarının yere basıyor olması demekti.
Ama o da eltisi gibi ayaklarının üstünde durmaya hiç niyetli görünmüyordu şimdilik.
“Çok sıcakladım” dedi yarım kollu ince hırkasını sırtından çıkarırken.
Kolundaki yan yana iki morluğa önce kendisi baktı gülümseyerek, sonra oturanlar şaşkınlıkla.
Parlak bakışları daha da parladı yeni gelinin. “Eşim yaptı” dedi. Güldü kocaman.
“Cama çıkmıştım. Onun geldiğini görünce öyle sevindim ki. El salladım, sonra gidip kapıyı açtım. Açar açmaz bunlar oldu işte.
Beni pencerede görünce…Hem böyle kollarım açık...Çok kıskanmış.
Karşı apartmanda bekar gençler oturuyormuş, ya beni görselermiş…
Ne yaparsın…Seven erkek işte böyle kıskanıyor karısını.” derken bembeyaz tenindeki morlukları gözüyle bile okşamaya kıyamıyor gibiydi.
Bilim ödülü alan bir kadın bu başarısıyla bu denli onurlanır mıydı bilinmez.
Öbür kadınlar nasıl kıskanmışlardır onun bu ‘mor ödüllü’ kadınlık başarısını kim bilir!
Adamın esmer dünyalar güzeli ilk eşinin yüreği de kendisi gibi güzeldi.
28 yaşında başındaki ciddi bir rahatsızlıktan dolayı iki çocuğunu bırakıp veda etmişti yaşama.
Hastalığının en ağır seyrettiği günlerde bile gece yarıları acıyla uyanıp mutfakta ‘kap kacak ovduğunu’ yıllardır aynı evde birlikte yaşadıkları kayınvalidesi anlatırdı kederle.
Bu hastalığa yakalanmasının, kocasının başına vurduğu darbelerin de etkisi olduğu dolaşır olmuştu dillerde.
Yeni gelinin bedenindeki morluklar arttıkça kocasına olan vurgunluğunun azaldığını hissetmesi uzun sürmedi.
Yöresinin denizi gibi hırçınlaşan yüreğini yanına alıp zor attı otobüse kendini bir akşam karanlığında.
Kadın iki ayağının üzerine bile basamazken, adam tek ayağının üzerinde bile ne taklalar atıyordu hiç yılmadan. Erkek olmanın getirisiyle daha çok da.
Gönül işleri de yolunda gidiyordu.
Hemen her köşe başında birini bırakıp bir diğer kadına koşuyordu hiç sıkıntı çekmeden.
Para kazandığı işine gelince…
İmajına ve de sunumuna bakıldığında; saygın itibarlı büyük bir işadamıydı çokları gibi.
Duruma ve ihtiyaca göre boy boy, çeşit çeşit TEKNE edinme modasının salgın hale geldiği günlerde vurulmuştu bacağından teknesinin içinde.
Uyuşturucu işini İŞ edindiği söylentileri dolaşıyordu ortalıklarda.
Balıkların masmavi sularda taklalar attığı, balıkçıların ağlarına kendiliğinden doluştuğu o geçmişteki günlerden.
O masmavi suların dünyanın ilk ve tek çöp denizi haline geldiği. Balıkların çeşitli yöntemlerle neredeyse neslinin tüketildiği bu günlere gelinmesinin üzerinden çok da uzun bir zaman geçmemişti.
Tekne edinme modasının başladığı günler, lüfer akınının başladığı mevsime denk gelmişti. Fakat tekne sahiplerinin ağları başka türlü balıkların! akınına uğruyordu lüferden daha çok.
Bunların görüntülerini gazetelerde ve televizyon ekranlarında görmek mümkün olunca.
Tekne edinme modasının düğümü de çözülmüş oluyordu böylece.
Ayaklarını bile denize sokmaktan korkanların, bu tekne sevdasının sonunu nasıl getirdikleri. Başlarını dertlere sokup sokmadıklarını daha çok kendileri bildi.
Ancak bu adamın Balkan ülkelerinden birine apar topar kaçtığı hemen duyuldu.
Ardından orada tutuklanıp hüküm giydiği haberi geldi.
Sonrasında güzel yurduna ve güzel insanların arasına döndüğünde her anlamda özgürdü.
Bu şeytan tüylü adam fazla zaman yitirmeden kendinden çok genç ve görenleri şaşkına çevirecek kadar güzel şık zarif ve de başarılı bir iş kadınıyla evlendi.
Bir kızları olduğunda aile bayram etti. İlk eşinden olan kızı ve oğlu büyümüşlerdi. İkisi de deli divane oldular küçük kardeşlerine.
Abla annesinden daha çok annelik etti ona.
Ama yine de hiç kimse ve hiçbir şey bir süre sonra bu üçüncü evliliğin de sonunun gelmesini engelleyemedi.
Şeytan tüylü adam bu dünya nimetlerinden artık elini ayağını çektiğini söylediğinde Cahit Sıtkı Tarancı’nın Yaş otuz beş yolun yarısı eder, dizelerindeki gibi yolu yarılamış ikinci yarısından epeyce bir gün almıştı.
Bu defa da gözü çöplükte değil belki ama öteki dünya nimetlerinde kalmıştı.
Hacca gitti geldi. Namaza başladı. Sakal bıraktı ve eline tespihini aldı.
Onu yakından tanıyanlar; ne yaparsa yapsın huyunun değişmeyeceğini söylüyorlardı ısrarla. Başını her secdeye koyduğunda hangi yatırım araçlarının daha karlı olduğunu düşündüğünü.
Çektiği tespihte geride bıraktığı kadınların sayısını hesapladığını.
Sıvazladığı sakalını ise ‘hangi niyetle’ okşadığını yalnız kendisinin bildiğini onun yüzüne karşı söylüyorlardı kıs kıs gülerek.