4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
988
Okunma

Aynı cümleler etrafında dolaşmaktan, kelime tekrarından yoruldum. Nicedir susuyorsun. Kim hatalı, kim doğruda bilmiyorum. Tek bildiğim karşındaki insanı yok sayan, hırçın çocuk tavrını sürdüreceksin. Sergilediğin katı tutum yüzünden, çevrende sevgiye dair ne varsa yok ettiğini zaman anlatacak bir gün sana. İnsanların senden beklentisi yok. Herkes sana umut bağlanmayacağını, duvarlarının aşılmayacağını, kabuğunun kırılmayacağını öğrendi. Peki ya sen, anlayabildin mi? Kimsenin senin affına ve merhametine ihtiyacı olmadığını. Lütfedip, bağışladığında kimsenin sana geri dönmeyeceği gerçeğini kavradın mı? Devasa gölgelerde, kocaman öfkeleri susarak, kendine saklıyorsun. Ağlayamıyorsun... Kendine yanıyor, kendince tükeniyorsun. Göremediğin gerçek, giderek azalıyorsun. Kocaman bir yalnızlık girdabının içinde biteviye salınıyor ve hakikatin farkına varamıyorsun. Sanrılarınla baş başasın. Yapayalnızsın... Çevrende yönettiğin, hükmettiğini sandığın tek gerçek, sahipsiz çığlıklarından oluşan bir yalnızlık senfonisi.
İnsanlardan uzak durmayı yeğliyor, insanları sevmiyorsun. Kapını defalarca tıklattım, korktun ve kapıyı açmadın, sen beni sevgi dilencisi sandın. Oysaki ben ne yalnızlığını paylaşmaya, ne de seni yalnızlığıma ortak etmeye gelmiştim. Yalnızlığınla mutlu olduğunu söyleyip kendini kandırıyordun. Yapılan hataları affedemiyor, sevginin ışığını göremiyordun. Bana göre sevgi, sana göre güç en büyük şifa kaynağı. Kimse sana yaklaşmazsa, kimse seni incitmez. Kimseyi sevmezsen, kimse sana yaklaşmaz. Mesafeli olmak en güzeli. Bu yüzden buz kalıbından örülmüş, şeffaf olduğu sanılan, görünmez duvarlar inşa ettin kendine. Her gören doğru yürüyüşüne hayran, mükemmel adama yaklaşmak istedi. Kimini susarak, kimini umursamayarak savdın başından. Kimsenin seni suçlamaya hakkı yoktu çünkü senin bir suçun yoktu. Yalnızım diye hiç bağırmamış, kimseyi yakına çağırmamıştın. Sevgiye dair tutum sergilememiş, gösterilen ilgiye hiç bir zaman itibar etmemiştin. Sevginin yüreğindeki buz kalıplarını çözecek gücünün farkındaydın. Bir yüreğin vardı nihayetinde. Biliyordun her yürek, hangi kalıba koyarsan koy sevgi karşısında çözülüyor, boyun eğiyor ve teslim oluyordu sevgiye.
Sevgiyle uzanan eller, hep tedirgin etti seni. Biliyordun; ne zaman yağmur yağsa, yeşeriyordu çorak toprak. Alışkındın kendi yaralarını sarmaya. Güçlüydün sen. Şefkatle uzanan eller seni irkiltiyor, sanki gölgesi özgürlüğünün üstüne düşüyordu. Sevmek bağlanmayı, bağımlığı sürüklüyordu peşinden. Ben geldiğimde rahattın. Çok uzaklardaydım. Sana benzer sınırlarım vardı, mesafeliydim. Küçük bir kız çocuğuydum. Yaramazlıklar yapıyor korkutuyordum seni. Katık olsun diye gecelerine, gün ışığı dolduruyordum ceplerine. Sınırlarına, kurallarına uyuyor, kızdığımda çocukça kafa tutuyordum sana. Çok konuşuyor, kendinden uzaklaştırıyordum seni. Dertlerimi anlatıyor, ağlıyor, avunma bekliyordum senden. Gereksiz kavgalar çıkarıyordum. Güçlü adamın, iradeli yönlendirmeleri sıkıyor, bunaltıyordu beni. Sen bana sınır çizmeyi, duvar örmeyi öneriyordun. Oysaki ben tüm sınırları, samimiyetsiz insanların icat ettiğini söylüyordum. Suyu seviyor, su gibi akıyordum sana. Korksan da kaçamıyordun. Samimiyetim karşısında bocalıyordun. Sana göre her insan hatalı davranıyor, hatalarını görmek istemiyor, daha kötüsü hatasını kabullenemiyordu. Hatalarımı anlattım, ağlayarak utanmadan. Senin kadar yalnız ama başka yöne akan ırmak gibiydim. Ne akmaktan, ne köpürmekten korkuyordum. Bağıra, çağıra ağlıyor, dolu dolu gülüyordum. Sana benzemeyen ama doğrularda kesişen bir başka yüzdüm. Korkutuyordu sergilediğim şeffaflık, içimi görüyor şaşırıyordun. Manalandıramıyor, çözemiyor ama uzaklaşamıyordun.
Gerçeği görmek ne muhteşem duygu değil mi? Gerçeği bilip, gerçeği görmenin önemini kavrayıp, kendi gerçeğini göremediğini bir türlü fark edemiyordun. İnsan kendi gerçeğini görmeli, kendini iyi tanımalı, hatta yeryüzü toprağında asli amacı bu olmalı dediğimde, hemfikirdik seninle. Hatalarını göremeyen insanlardan uzaklaşıyor, kimseyi yaklaştırmıyordun yanına. Aramızdaki gerçeğin farkına senden önce varmıştım. Konuşarak adım adım ilerleyen bu yolculukta, mesafelerin yok olduğunu hissettiğim an afalladım. Aramızda kurulan bağın, bağımlılığa dönüşmesinden korktuğumu söyledim. Benim korkularım seninde aklına başına getirdi sanki. Kırıldığın için mi yoksa işaret ettiğim gerçeğin ağırlığından mı susup, uzaklaşmayı yeğledin. Sebebini sorduğumda; korkularımı bahane ettin, benim iyiliğim için susmuştun. Konuşmak en iyi iletişim yoluyken, susmanı anlayamamıştım. Sözlerimin seni incittiğini ise kabuğuna çekildiğinde geç de olsa fark etmiştim. Senin göremediğin gerçeği gördüğüm için değil, bağlanmak söz konusu olduğunda daha korkak davranıp önce geri çekilenin ben olduğumu sanman mı seni incitmişti, bilmiyorum. Asıl bağlanmak istemeyen sen olduğun halde "artık konuşmayalım" diyerek kestirip atan bendim. Bu yol ayrımı uzun süre bocalamana sebep oldu. Canını sıkan mevzu elbette ki, benim üstüne parmak basıp, işaret ettiğim noktada kendini dinleyip, tartmanı sağlamıştı. Hissetmiştin, farkında olmadan bana bağlandığını. Nasıl olurdu bu? Sen kimseye bağlanmazdın, bağlanmamalıydın. Hissettiğin hezeyanın etkisi öyle ağır geldi ki uzun süre tek kelime etmedin.
Sürekli sorgulayıp cevap isteyişim yüzünden, kendini savunma güdüsüyle aylar süren suskunluk evresinden çıktın. Yeniden konuşmaya başladığımızda cevabın beni suçlar nitelikteydi. Ilıman değildim, orta yolu bulmak yerine toptan yok edişi seçmiştim, "konuşmayalım" diyerek. Açık sözlülüğümün senin tarafından yanlış algılandığını, aramızdaki fıtrat farkından geç kavradım. Senin kavrayamadığın bir başka gerçek ise bunu; kendimi korumak adına yaptığımı ayrımsayamamak oldu. Korkusuzca, hesapsızca anlattım sana davranışımın sebebini açık açık. İnsan yüreğinin sevdaya dair, umuda dair beklentiye girmesi sürecinin getirilerini biliyordum. Getirdiklerinin yanında götürdüklerinin çok daha yıkıcı ve yıpratıcı olduğunu da. Sevda yolunda yürümüş ve yolun sonunda yalnız kalmıştım. Sevgi bana kalan, yüreğime merhem olandı. Çünkü sevgi ait olduğu yüreği terk etmez.
Seni incitmemek için dikkatli olamam gerekiyordu. Her an küsüp, çekip gidecek hırçın çocuk gibiydin. Ne kadar özenirsem özeneyim tedirginliğin geçmiyor, zaman içinde aynı tedirginlik bana yansıyor bu durum beni öfkelendiriyordu. Bile, isteye kavgaya tutuşuyordum seninle. Yine de sakinleşip seni kendimce affediyor, ne yaparsan yap rahatlığımı bozmana izin vermiyordum. Sıkıcı kurallarını kabul ettiremiyordun bana. Sen mi çok özenliydin, ben mi çok arsızdım dersin. Zaman içinde sevginin varlığını ve beni diğerlerine davrandığın gibi davransan da küstürüp, bıktıramayacağını kavradın. Dırdırcı, kavgacı, inatçı, pes etmeyen kuşlar gibiydim. Tartışmaların, karşılıklı yapılan hataların tüm ilişkileri daha dengeli ve sağlıklı kıldığına inanıyordum. Suskun çığlıkların ilişkileri öldüreceğini söylüyordum. Susmak bir teslimiyetti, susmak bir kabulleniş ve ben doğruların kabullenişi kadar, yanlışlarında kabulleniş gerektirdiğini söylüyordum. Ve sen sustuğunda üstünde tartışmadan ne bir hatayı nede bir doğruyu kabullenmeyeceğimi anlaman için daha kuvvetli bağırıyordum. Bana hatalarımı göstermeli, pişmanlığıma şahit olmalıydın. Dostluğun gönül evine girmek için bu en önemli kuraldı.
Kavga molalarıyla ilerleyen bir yolculuğa çıkmış gibiydik. Molalarda sen susup köşene çekiliyor, ben inadına söyleniyordum. Suskuların bana susmayı öğretemiyor, zaman uzadıkça sırayla; sabredip beklemeyi, davranışını umursamamayı öğreniyordum. Seni kural koyucu olmakla suçluyor, kurallarına uymayacağımı davranışlarımla beyan ediyordum. İkimizde "yapma sakın" kelimesini sevmeyen çocuklar gibiydik. Sanki oyun oynuyorduk ve sen sınırları çizen, ipleri elinde tutan, kural koyucu olmak istiyordun. Ne yapsam seni sinirlendiremiyor, öte yandan kaprislerinden de vazgeçiremiyordum. Sınırlarını zorlayışım karşısında en büyük tepkin susmak oluyordu. Küsüp ortadan kaybolan küçük bir çocuktan tek farkın geri döndüğünde, hiç bir şey olmamış gibi davranman oluyordu. Bu umursamaz tavır bütün sükûnetimi yok ediyor, inatla bağırıp duruyordum karşında. Şimdi bile ayrımsayamıyorum aftan mı, sabırdan mı yoksa umursamaz oluşundan mı kaynaklanıyordu bu durum. Sana karşı yapılan hataları affedemediğini söylüyordun. Yine böyle bir gün sordum sana; beni neden affediyorsun diye. Sana göre açık açık konuşmak kendini ele vermekti sanki. Bu sorunun cevabı yine uzun süre susturdu seni. İnsan sevince, sevdiğini affedecek bir bahane mutlaka buluyordu. Sevginin en temel özelliğiydi bu.
Nicedir susuyorsun. Hangisi daha acı diye günlerdir sorguluyorum kendimi. Sevmiş olman mı? Sevdiğin için suçluluk hissiyle koyu bir sukuta sığınmış olman mı? Görmemi istediğin şey nedir? Sevdiğine pişman olduğunu mu anlatıyor bu sessizlik. Af kapılarını kapattın. Peki, beni gönül evinden de kovabildin mi? Affedemediğin kim? Düşününce bu soruların cevabını, biliyorum. Sen kendini affedemiyorsun. Neden diye sorgulamaktan vazgeçişimin sebebi artık cevabı biliyor oluşum. Ve bu cevabı senin, kendine bile itiraf edemeyeceğin gerçeği. Sevgi dolu iki yüreği imkânsız gerçekler bağlar ki bu aşktır. İşte bu yüzden aynı kördüğümün içindeyiz seninle. İkimizde aynı sukutun içinde yol alıyoruz, aynı ateşte yanıyoruz. Sabredip, narında yanmadan, çilesini çekmeden geçilmez aşkın yolundan. Aşkın kavli susmaktır. Oysaki sana hep şöyle seslenmiştim; susturma beni. Gözün aydın sevgili susturdun yüreğimi. Biliyorsun değil mi? Aşk; iki kanat, tek yürek özgürce maviliklere süzülmeyi bilenlerin işi. Aşk; kocaman yalnızlıklar içinde, saklayıp kimsesizliğin acıtan yüzünü, ay gibi dünyaya sevgiyle gülümseyebilenlerin işi.
Zeynep Özmen – 28 Temmuz 2012