8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
992
Okunma

LİMANDAKİ KADIN
Şehre karanlık çöktüğünde bir bir sokak lambaları yanmaya başlardı.Otobüslerin,metroların camları, gövdesine ağır gelen insanların başlarına yastıklık ederdi.
Gecenin karanlığı her ne kadar siyaha çalsa da insanların yorgun yüzlerini kapatmaya yetmiyordu.Sabah, uykusuzluktan yorgun olan insanların gözleri, akşam bürolarındaki yorgunluğundaydılar.
Bu saatlerde evine ulaşanlar, durakta bekleyen insanlara göre çok şanslıydılar.Vapurdan inen insanların otobüs duraklarına ulaşması için en az on beş dakikaya ihtiyaçları olduğu kesindi. On beş dakika bu şehirde çok şeydi. Dona hariç herkes için.
Yitik bir zamanın kıyısında, kalabalığın şehirlerde kol gezdiği caddelere bazen kar, bazen yağmur yağardı.Mevsimler Dona’nın kirpiklerine takılmadan akıp giderdi. Baharın son demi olan yazın ilk kuraklığı yerleri kuruturken, Dona’ın alnını terletirdi.
Penceresinin perdelerini aralayıp da açtığında penceresini, içeri sokulan rüzgar yosun kokularını Dona’nın saçlarına sürer,tarardı.
Sıcak esen rüzgarın etkisiyle Dona’nın uzun saçları havalanır, birkaç teli beyaz perdeye dokunurdu. Derin bir nefes alır ciğerine doldurup, birkaç dakikalığına gözlerini kapatırdı.Gözlerini açtığında denize bakar, çok uzaklara dalardı.
Onun ne kadar süre öylece kaldığını kendi dahi bilemezdi.Bakışları zihnindekilerin etkisinden kurtulunca, pencereyi açık bırakır, mutfağına geçer, çiçekleriyle konuşurdu.
En çok sardunyalarıyla konuşurdu.Yılların çizikler bıraktığı elleriyle çiçeklerini bir çocuk gibi severdi. Dona çiçekleri çok sevdiğinden mevsimlerin hep ilkbahar olmasını isterdi.En çokta ilkbaharın yağmur yüklü bulutları göğsünde taşıyıp getirmesini, yolları ıslatmasını izlemek onun en büyük tutkusuydu.
İlkbaharda hep yüzü gülerdi.İnsanlar yağmurdan kaçarken,o, evinin balkonuna çıkar, elleriyle yağmuru yakalamaya çalışırdı.Bazen aşağıda koşuşturan insanların bir kaçı onun durduğu balkona bakar, ne yapmaya çalıştığını çözemeden, ıslak elbiseleriyle kendi yollarında devam ederlerdi.
Gece çöktüğünde, caddelere tenhalık yağardı.Sokak lambalarının cılız ışıklarında yağmur damlarlı kesik çizgiler oluştururdu.Dona o saatler günlüğüne kurşun kalemle bir şeyler karalardı.Bazen birkaç sayfa bazen iki satır yazar günlüğünü ve kalemini sehpanın üzerine bırakırdı.
Sıkıldığı anlarda tek yaptığı, limana gider, gemileri ve denize konan martıları izlerdi.Havanın durumu ne olursa olsun bunu yapardı Dona. Yağmurun fırtınaya sarılıp bardaktan boşalırcasına yağdığı zaman bile o limana giderdi bir şekilde.
İşte böyle bir fırtınalı yağmurlu gündü.Duvardaki saat sabahın haberciliğini yapmak istercesine.04:00’ ı gösteriyordu.Her zaman olduğu gibi eline günlüğünü aldı.Günlüğüne iki satır yazıp sehpanın kenarına koydu.
Yağmurluğunu giymeden önce vestiyerin yanında duran aynada kendine baktı.Parmak aralayarak tarar gibi yapıp saçını düzeltti.Kapının eşiğinde duran şemsiyesine baktı.Ama şemsiyesini dışarı çıkarken almadı.
Abartmanın sessiz koridorunun basamaklarında parmak uçlarında yürüyerek çıktı binadan. Dışarı çıkmasıyla birlikte başını kaldırıp, yüzünü, karanlık boşluktan yağan yağmura çevirdi.
İri yağmur damlaları rast gele Dona’nın yanaklarına saçlarına çarpıyor, sonrasında fırtınanın ve yer çekiminin etkisiyle süzülüp kaldırım taşlarına düşüyordu.
Sonrasında yağmur taneleri küçük akıntısıyla uzaklaşıp gidiyordu.Dona ağzını aralayıp tuttuğu birkaç damlayla genzini ıslatmayı başarıyordu.
Dona çizmesiyle küçük yağmur birikintilerine umursamadan ıssızlığın kol gezdiği caddede yürümeye başladı.Dona’nın yüzünde, duş yaptığı anlardaki gülümseme vardı. Dona sadece duş yaparken fıskiyenin altında böyle gülümserdi.
Bir de böylesine yağmurda ıslandığı zamanlarda.Daha az önce evden çıkmadan önceki içine saplanan sıkıntılar sanki yağmur sularına karışıp, akıp gitmişti.
Issız sokakları tek hareketli kılan şey yağmur taneleri,rüzgar ve donanın adımlarıydı.Bir kaç yüz metre ilerledikten sonra bu hareketliliğe caddenin karşısında duran ekmek fırınından çıkan buharlı ekmek kokuları da katılmıştı.
Dona’nın saçları ağırlaşmasına rağmen fırtına yinede onun saçlarını savurmayı başarıyordu.Dona uzaktan gelen bir martının sesini duyduğunda yüzündeki gülümseme ikiye katlanmıştı.
Az önce ağır adımlar atan bacakları biraz daha hızlanmıştı.Bu heyecan Dona’nın sol yanındaki kalbini de hızlandırmıştı.Dona limana her yaklaştığında bu hep böyle oluyordu.İçindeki sevinç damarındaki kanı hızlandırmaya yetiyordu.
Sokağın köşesini dönmesiyle birlikte, o özlemini duyduğu beyaz büyük gemileri ve güverteye sığınmış birkaç martıyı görmeyi başarmıştı.Gözlerinin içindeki gülümseme çoktan dudaklarına iz bırakmıştı.
Yosun kokuları şimdi daha belirginleşmişti.Güverteden birkaç martı kanat açıp havalandı.Fırtınaya kılıç sallar gibi pike yaparak gemiden uzaklaşan martılar az sonra koyu mavi görünen denizin üzerine kondu.
Hava giderek aydınlanmaya başlarken, fırtınalı yağmur ilk başladığı coşkusunu yitirmemişti.Dona gülümsedi.Yürümesini sürdürdü.Denizin kenarına geldiğinde hırçın dalgalar kayaları döverken köpükler çıkarıyordu.
Bir kaç köpüklü deniz suyu donanın saçlarını okşamak için donanın üzerine sıçrıyordu.Denize çok gelen köpüklü sular, insanların yürüyüş yollarını yıkıyordu.
Sonrasında köpüklü sular bulduğu ilk çatlaktan yeniden denize sızıyordu.
Kendi düşüncelerinin içinde yüzerken,gözleri halen az önce denize konan martılardaydı. Yürümeye devam ederken ince dudakları gemilerle konuşmak istercesineydi.
Ama o sustu.Hep içinden konuştu onlarla.Onlarda Dona’ya çok şey söylemişti.Bunu sadece Dona duydu. Dona, martılar ve gemiler susarak limanda konuştular. Ses çıkararak konuşan sadece denizdi birkaç çığlık atan martıyı saymasak eğer…
:-( klavye yine yordu.Klavye yormasaydı Donna ile konuşacaktım.Neden limana kaçıp kaçıp geldiğini...