4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
692
Okunma

İSTASYON
Kapitalin insanların boynuna zincir taktığı sistemin bütün elemanları ölü ruhlarla küçük bürolarında çalışıyordu.Her şey bir saatin içindeki dişli gibi dakik işliyordu.Metroların kalkış zamanlarına tüm insanlar benlikleriyle uymuştu.
Uyuşturulmuş beyinler; neyin hizmetine çalıştıklarını ve yaşadıklarını bile düşünemeyecek kadar bedenen de yorgundular.
Ruhları öldürülmüş bedenler soluk yüzlüydü. Uyanma ve uyuma zamanları hatta yemek saatleri bile bir çizelgede çok rahat yazılacak kadar sıradandı. Bende bu mekanik parçaları oluşturan küçük bir dişliydim sadece.
Harıl harıl evrakların içinde boğuşurken kendimi yer yer kaybeden biriydim. Saatime sadece aileme kavuşmak için bir de metroyu kaçırmamak için bakardım. İlk kez bu gün saatime defalarca baktım.
Küçük üç beş metrekarelik cam ofisten , elimde kağıt ve kalemle çıkıp tuvalete gittiğimi gören uzun sarı saçlı salak kadın Julia pis sırıtışıyla kendince bana esprisini soğukça yapmıştı.
“Dostum bari renkli resimli dergilerden götürsen orada daha iyi vakit geçirirsin.” diye bana günün en soğuk şakasını yapmıştı bana.
“Sen daha renkli duruyorsun istersen sende benimle gel erkekler tuvaletine.” dediğimde benim havamda olmadığımı o da anlamıştı.
“Dostum tuvalete kadar işleri taşıma diye demiştim.Anlaşıldı.Gününde değilsin sen.” diyip kendi işine koyulurken.
“Bugün uğraşma benimle Julia.” derken bir an önce tuvalete gidip elimdeki kağıdı doldurmak için adımlarımı hızlandırdım.
Tuvalete lavanta kokusuna karışmış buruk sidik kokuları burnuma çarpsa da alışkın olduğum bir kokuydu. Sıralı beş tuvaletten en köşedekinin mavi kapısını açarak girdim.Tuvaletin kapağını kaldırmadan ve pantolonumu çıkarmadan öylece oturdum.
Sürgüsünü çektiğim kapıya elimdeki kağıdı dayayıp elimdeki kalemle sayfa dolana kadar yazdım.Yetmedi arkasına geçti. Son birkaç önemli söz için kağıt yetmeyince tuvalet kağıdından bir miktar koparıp ona yazdım.
Kağıdı avuç içinden küçük olana dek katladım.Cebime soktum.Hızlı yazı yazabildiğim için ilk kez kendimi şanslı hissettim. Kalkerken sifonu çektim. Sürgüyü çekip çıktım tuvaletten.
Lavaboya yakalaşıp ellerimi yıkamadan önce aynaya dikip gözlerimi kendime baktım.İki elimle saçıma tarak vurur gibi yapıp sonrasında derin bir nefes çektim.Musluğu açıp yüzümü yıkadım defalarca.Kendime gelmek istercesine o an ofiste olmasaydım kafamı o musluğun altına sokacaktım.
Beynimin içindekileri yıkayabilmek için.Bunun olmayacağını bildiğimden sadece ellerimi yıkadım.Kopardığım kağıt havluyla elimi kurulayıp çöp kovasına fırlattım. Kendi cam ofisime ulaştığımda zavallı Julia hala o hesap kitap işlerini gösteren bilgisayarın monitörüne kendini kaptırmıştı.
Masama oturmadan önce Lisa’yı aradım.Hazırlanmasını ve trende yer ayırdığımı onaylayıp onu çok özlediğimi söyleyip kapattım.
Birkaç dosyanın gözden geçirip gerekli işlemleri yaptığımda saat çıkış saatini beş dakika geçiyordu. Ofisten çıkarken Julia yorgun ve son kalan tebessüm esintisiyle,
“Dostum, iyi tatiller on beş gün boyunca benim içinde eğlen” dedi.Bende ona gülümseyerek,
“Vakit bulursam eğleneceğim.Ben yokken kendine iyi bak emi sarışın afet.” diyerek, ikimiz binadan ayrılarak kalabalık caddelerdeki yerimizi aldık.
Bu saatler trafiğin yoğunluğuna alışmış kornaları kafamdaki düşünceler bastırıyordu.Metronun derin mağarasına inmeden önce metro girişinde büfesi olan Lary’a iyi akşamlar demeyi ilk kez o gün unutmuştum.
….
Eve gelemem kırk beş dakika sürdü.Gecikmemin tek sebebi beş dakikayla ofisten çıkmam ve bir önceki metroyu kaçırmamdandı.Bu yüzden eve yirmi dakika gecikmeli ulaşmıştım.O gün anahtar kullanmadan çaldığımda kendi evimin zilini Lisa’yı gördüğümde kapının önündeydi doldurulmuş valizler.
O an ona on yıl öncesi ilk sarılışımın iki katı kadar sarılmıştım.O da bunun farkındaydı ve o da benim gibi sarıldı bana. O an boynuna dökülen saçlarını kokladım hem de çok.
Sarı damalı bir taksi yolda kornaya bastığında o an anladım Lisa’nın taksiyi önceden çağırdığını. Valizleri arka bagaja koydum.Sam ve Mary’i arka koltuğa Lisa’nın yanına oturturken ben de ön koltuğa oturdum.
…..
Trenin kalkma saatine on dakika vardı. Onları trene yerleştirdim.Onlarla birlikte trenin kalkış saati yaklaşan kadar peronların dar yerlerinde durduk.
Bir görevli uzun aralıklı düdüğünü çaldığında Mary ve Sam’ ikisine birden o kadar sarılmışım ki, Mary baba canımı acıtıyorsun dediğinde fark edebilidi.Dizlerim beton bir zeminde kumaş pantolonumun ne kadar battığını umursamadan onların koklayıp yanaklarından öptüm.
Ve Mary’a ,
“Bak Sam’a iyi bakarsan sana döndüğünde o oyuncak bebeği alacam” dediğimde Mary yanaklarıma dokunarak,
“Ama baba benim bez bebeğim kollarını koparmaya çalışıyor Sam” dedi. Gülümsedim.
“Bak döndüğünde sana bir de bez bebek alacağım” derken sadece onun kulağına fısıldadım.
…..
Tren kalkarken el salladım. Su almak için gardaki büfeye yaklaştığımda, suyun parasını ödeyip de para üstünü beklerken gazete standındaki bir gazetenin manşeti gözüme ilişti.Hemen aldım.
Katlayıp koltuğumun altına soktum.Suyu alıp yürürken büfedeki satıcı,
“Hey adamım paranın üstünü unuttun” derken ben arkamı dönmeden,
“Üstü kalsın ahbap” dedim. Çünkü geri dönüp bakmama gerek kalmayacak kadar net görmüştüm beni takip eden o esmer, siyah şapkalı adamı. Gazetedeki manşeti o an takside okumaya karar veridim….
Klavyede yordu….:-)