14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2105
Okunma

Bu öyküdeki olaylar ve kişiler gerçektir !
*
On iki yaşındaydı daha sadece on iki. Altı kardeş içinde üç kızın en küçüğüydü Fermin…
Babasının kalp krizi geçirmesiyle başlarına yıkılan dünyalarını onarmaya annesi Fikret hanım başlamıştı evvela.Yuvasının bacasına tünedi bir anne kuş edasıyla. Eşi Arif Ali beyden kalan mal varlıklarını kıt kanaat belli bir zaman yetirebildi altı can parçasına. Hepsi okulluydu çocukların. Zümrüt, Lamia, Fermin, Mehmet Arif, Ali Kemal ve Yusuf Ali… Aralarında ikişer yaş vardı tüm kardeşlerin. Hepsi başarılı çocuklardı, Fikret hanım okumamış ve çocuklarını ne olursa olsun eşinin vasiyetine binaen okutmak istiyordu. Arif Ali beyden kalan oteli işletecek kimse olmadığı için satmakta çareyi buldular, kıraathane desen kadın işi değildi besbelli. Hepsini nakde çevirip birkaç yıl idare etmekte bulduysa da çaresini bir gün geldi hazıra dayanmadığı gibi dağlar, içinden çıkılmaz bir hal almıştı maddi durumları…
Arif Ali bey Kars’ta adı bilinen, saygı duyulan bir esnaftı ve çocuklarını okutma sevdası çevresi tarafından bilinen, şıklığı dillere destan orta boylu bıyıklı zamana göre modern görüşlü bir beyefendiydi. Vefatı çevresindekileri düşündürürken değişik çareler bulunmadı değil. Kardeşleri kızları okuldan alıp hemen küçük yaşlarına bakmadan evlendirmesini teklif ederek sözüm ona çare bulmuşlardı Fikret hanımın sıkıntılarına. Kabul etmedi Fikret Hanım ve “her ne olursa olsun okutacağım evlatlarımı” diyerek bu yobaz düşünceye sahip herkesi uzaklaştırdı etrafından. Fikir verenler maddi olarak yardım etmeyi düşünmüyorlardı her nedense !
Hayat bir kez çullanmıştı üzerine Fikret Hanımın , öyle kalkmaya niyeti de yoktu kolay kolay.
Otel ve kıraathanenin satıldığında eline geçen parayla birkaç yıl idare edebildi Fikret Hanım. Kısa boylu ve tombul denilecek kadar etine dolgun ama erkek gibi bir kadındı komşusu Asuman Hanım. O da eşini erken kaybetmiş ve genç yaşında dul başına dört çocuğunu çalışarak didinerek okutmuştu ve Fikret hanıma bir teklifte bulundu. “ Fikret, ahretliğim, canım biliyorum ilk etapta sana garip gelecek ama geçen gün senin için İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne gidip görüştüm, çocuklarına maddi olarak yetemediğini ve yardım edilmesi gerektiğini söyledim, Müdür bana evlatlarını yetiştirme yurduna yerleştirebiliriz” dedi…
Bir dünya kaç kere yıkılırdı ki bir insanın başına, eşini daha birkaç yıl evvel toprağa vermişti ve evlatlarını da kim olduğunu bilmediği yetiştirme yurdunun bakıcılarına mı emanet edecekti ! Önce şiddetle karşı çıktı ama parasızlık her geçen gün daha derin kuyulara atıyordu onu üstelik tek başına değil, altı dünya tatlısı çocuğuyla. Fermin o zamanlar 12 yaşındaydı ve ablasıyla annesinin fısıl fısıl konuşmalarından bir gün evinden ayrılmak zorunda kalıp, anne kokusunu rüyalarında göreceğini hayal bile etmemişti tabi. Fikret hanım gel zaman git zaman çaresizliğin her bedenini ve ruhunu sardığında , yetiştirme yurdunun soğuk duvarlarına sığınıyordu kabuslarında. Asuman hanımında Devlet işlerindeki formaliteleri halletmesiyle Fermin ve üç erkek kardeşini yurda verme kararı aldı. Fermin garip bir şeyler olduğunu seziyordu ama evinden ayrılacağına hiç ihtimal vermediği için annesinin bir sıkıntısı olduğunu düşünüp çocuk aklıyla pek üzerinde durmadı.
Yaz tatilinin başıydı ve Fermin Takdirname almıştı Ortaokul 3. sınıfta. Fikret Hanım kızının ne denli başarılı olduğunu kanıtlamak istercesine, tüm karne ve takdir belgelerini Yurt Müdürüne götürmüştü. Bu arada Zümrüt Liseden mezun olmuş ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Matematik Öğretmenliği bölümünü kazanmıştı. Lamia’ da Lise 2. sınıfa geçmiş ve tek hayali doktor olmaktı. Fermin’ de Avukat olma hayalleriyle canla başla öncelikle tarih kitap ve dergilerinin içine düşmüş bir kurt gibiydi. Erkek kardeşleri ilkokul ve ortaokulla cebelleşirken Fermin annesi Fikret hanım artık kendine maddi bir kaynak sağlamak amacıyla evindeki eşyalarını birer birer elden çıkarıyordu. Ama evlat kolay mıydı öyle kullanılmış iki kanepe veya masa sandalye gibi kolay çıkarabilir miydi gözden ? Artık Fermin ve erkek kardeşleri büyük iki ablası hariç yetiştirme yurduna yerleştirileceğini biliyorlardı. Yurdun resmi aracından inen İl Sosyal Hizmetler Müdürü, Pedagog ve bazı görevliler sabah 10 sularında kapıyı çalmışlardı, Fikret hanım ve çocukları kahvaltıyı yeni kaldırmışlardı masadan. Fermin belki son kez kapısını açıyordu kendi evinin, bu gidişin sanki dönüşü yokmuş gibi, sanki kardeşlerini bir daha göremeyecek ve bir daha aynı masada ne karınlarını ne gönüllerini doyuramayacaklarmış gibi .
Uzun boylu zayıf beyaz tenli 55 yaşlarında bir adamdı Yurt Müdürü Sedat Bey. Fikret hanım eli ayağına dolanmış gibi ortalıkta dört dönüyordu, çocuklarının eşyalarını, yataklarını ve yorganlarını ve en sevdiği oyuncaklarını hazırladığı kolilere adlarını yazmıştı. Yurt Müdür Sedat “ Hanımefendi bu eşyaların hiçbirini almayacağız, sadece yavrularımızı alacağız “ dedi. Fermin hala kabullenemiyordu Zümrüt ve Lamia’nın annesinin dizinin dibinde kalacağını düşündükçe bu evden gidişini. Sarılmak için sevgiyle kucağını açan Fikret hanıma sarılmadan öpmeden çıktı, sadece gelin olurken çıkacağını düşündüğü kapıdan. Diğer erkek kardeşleri küçük olmalarına rağmen kabullenmişlerdi bu gidişi ve annelerine hiç zorluk çıkartmadılar. Yurdun aracına binerken Fikret hanım ne olduysa, Yusuf Ali’yi son anda çekip aldı, sardı sinesine. “ Yusufum bana teselli olsun Müdür bey, ben dayanamayacağım hepsine, Yusuf Aliyi yurda vermekten vazgeçiyorum “ derken tüm dünyayı göğüslerinin ucuna asmışlar gibi dayanılmaz bir acı saplanmıştı bedenine kadının. Yaşarken evladının hasretini çekmenin zorluğunu daha çatısından ayrılmadan hissetmişti Fikret hanım. Zümrüt ve Lamia Fermin’e sarılmak istedilerse de Fermin küsercesine baba ocağına son bir kez ok gibi saplayıp annesinin yüreğine hınçlı bakışlarını kapıdan sırtını dönüp çıkmıştı. Pedagog biliyordu Fermin’in gitmek istemediğini ve kabullenemediğini bu durumu, onun için daha bir yakındı ona. Resmi aracın önüne bindiler Fermin’le Pedagog kadın, Fermin bir daha ki görüşmede annesine ne diyeceğini merak ede ede gitmişti yurda…
Yusuf Ali’ nin mutluluğunu kıskanıyordu o an ve Zümrütle, Lamia’nın annesiyle yiyeceği soğan ekmeği bile. Yusuf Ali annesinin eteğine yapışmış, korku filmi yayınlanan bir sinema salonundan kaçmış gibiydi tıpkı. İlkokulda oluşu, daha aklının ermeyişiydi onu annesinden ayırmayan bilmiyordu.
Aradan çok geçmeden annesi Fikret Hanım gelmişti ziyaretine, yurt Kars’taydı ama sık sık görüşe müsaade etmiyordu kanunlar diğer çocukların psikolojilerini düşünerek. Fikret hanım hiçbir zaman sevgisini esirgemeden gitti geldi çocuklarının yanına, son zamanlarda okulun yakınlarında bir yerlerde görüyordu üç evladını ama Fermin sanki hala kızgın gibiydi onca geçen zamana rağmen. Asıp suratını oturuyordu Fikret hanımın karşısında, birgün “ Fermin saçlarını örmeyi özledim, gel kızım tarak var çantamda öreyim” dedi. Örülmüş saçlarıyla okula geldiğinde yüzü aydınlanmıştı Ferminin ve birazda yüreği yumuşamıştı sanki Fikret Hanıma. Yalnız kaldığı, yalnız yattığı ve uyuduğu her gece annesinin buruk sesinden masallar dinlemişti rüyalarında. Diğer iki erkek kardeşinin de yanında olması güç veriyordu ona. Artık devlet okutuyordu üç kardeşi ve her ne hikmetse üçü de çok başarılı çocuklardı. İl Valisinden tutun da Belediye Başkanına kadar biliniyordu Fikret hanımın yetiştirme yurduna verdiği yavrularının başarıları ve onları terk edip gitmediği, her gün ziyarette bulunduğu. O her seferinde sadece bedeninden bir parça daha ayrılmış gibi acı çekse de, yavrularını gördüğü anda can buluyordu yüreği. Esamesi okunmazdı en büyük yaranın, hastalığın bile bazı şeylerin yanında. Hem kim atabilmişti ki, yumaklanan evlat hasretini yüreğinden çıkarıp elleriyle, öyle kolay mıydı !
Birkaç yıl evvel çocuklarını verdiği yurttaki kuzucukların teklifiyle Kars Valiliğince “ YILIN ANNESİ “ seçildi Fikret Hanım. Fermin 3 yıl sonra dayanamamış dönmüş eve lise bitince ve annesinin yanında okumuş üniversiteyi. Diğer kardeşleri de liseden mezun oluncaya dek kalmışlar yetiştirme yurdunda. Şuan altı kardeşin altısı da hedeflerine ulaşmışlar…
İşyerinde bir öğlen yemeği sonrası kahvelerimizi yudumlarken Fermin’ le boğaza nazır 150 yıllık manolya ağacının gölgesindeki havuz başında, geçmişindeki taşları döktü masaya, gözündeki yaşlarla beraber gönlünü ve bir baktım ki dönüp geriye, canımı yakan kayıplarım olsa da yetişme yurdunun önünden geçmemiştim daha. Annemin dizinde yattığım rüyalar görmemiştim, babam hep yanıbaşımızdaydı.
Şanslıydım, şanslıydık elbette !
Fotoğraf : Seçil Nimet
.