2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1359
Okunma

yine sahnede aynı kare
simsiyah bir karga dolanmış beline kadının
aklına dolanmış yarasa duruşlar
gözleri baykuş bakışıyla şehlâ
atıyor okunu, kayboluyor
zehirliyor değdiği yeri
sonra sırıtıyor ustaca mizansen bu ya
hanidir alışmış
habire çalıyor ustalıkla maya üstüne maya
yorulmuyor, usanmıyor da haspa
"bu defa uslanır belki" demek lüks
bekleme onda bir nedamet, ya da utanç dolu bir his
alıyor sonra aklımı sorgular sorgular
diyorum "yola gelmez pişkin, bırak ilâhi adaletin kollarına
çekil kenara
ohh biz böyle iyiyiz"
n a s ı l s a
her kötü kendi kötülüğünde boğulur bir gün
çok beklemeyeceğiz, belki bugün-belki yarın, ama mutlak bir gün...
N. Muradî
________________
Kibir ve kendini beğenmişlik edasıyla kendi kişiliğinin hapsolunduğu beyninde, başka kişiliklere hükmetmeye çalışan bir takım b ö y ü k insancıklar kendilerinin nedense çok özel olduklarını düşünürler. Aslında hiç de sandıkları ya da ne bileyim düşündükleri o değeri taşımamakta birlikte yine de bir tür tapınma halinde benliklerine aşırı hayranlık duyarlar. Bu durumun kimileri farkında, kimileri ise farkında değildir. Bu hal uyanık olmadığımız sürece bizi de yanıltabileceği gibi, hayali bir kişilikle, hayali bir ortamda yaşamamıza da neden olur. Koşullanmalarımızın nedeni paylaşımda olduğumuz ortamın alışılagelmiş düşünce kalıplarını şuursuzca yani, onların özündeki bilgiye varmadan benimsemekten kaynaklanmaktadır. Yani körü körüne alkış, daha da ilerisi yalakalık…
Tüm bu yanlış şeyleri biz de ister istemez yükleniriz ve bunun karşıtı olan şeylere kapalı kalırız; düşünmemize gerek yoktur. Başkaları bizim yerimize düşünmüş ve hüküm vermiştir. Biz sadece bize empoze edilen, bir şekilde benimsetilen bu anlayışı kullanırız. Beynimiz programlanmıştır, koşullandırılmıştır/ koşullandırılmaktadır. Bu koşullandırılma kendi öz benliğini yakalayamamış, insan vasfına oturamamış kişiliklerde daha da belirgindir. Asıl olan öz benliğinden sıyrılınca çoklu kişiliklere yelken açar…
Sevgiyi tanımamış bu kişilik, bu olguyla açlık duygusunu bu şekilde gidermeye çalışır başka kişilikleri emerekten… Belli kelimelere takıntılıdır hep o kelimeler içinde yaşar. Hayatında bozuk plak gibi hep aynı yeri saran bir penceresi vardır önünde… Hep o pencereyi açar. Hep oradan bakar insanlara, yeryüzüne… Rüyalar âleminde gezer. Masalımsı bir yolculuktur hayattı… Çoklu kişilik eğilimine yönelen insan kimliğini kaybetmiş insandır. Arayış içindedir ama çoğu zaman yanlış yollarda dolanır. Mutsuzdur, bu mutsuzluğun sorumlusu asla kendisi değildir. Hep birileri onu hüsrana uğratmıştır… Çocuktur anne babasından sevgi görmemiştir. Ergenlik çağındadır arkadaşları tarafından dışlanmıştır, anlaşılmamıştır ya da sevgilisi tarafından terk edilmiştir. Yetişkindir insanları anlayamamıştır. Evlidir, eşi umduğu gibi, beklediği gibi değildir. Yaşlanmıştır, terk edilmiştir… Hangi yaşta olursa olsun sürekli o, insanların hüsranına uğramıştır. O insanlardan muzdariptir, insanlar ondan değil… Velhasıl sevgili dostlarım, kendi eksiklerini görmez, tastamamdır, eksik olan karşısındakidir.
Derinliklerine inildiğinde beğendiği de kendisi değildir aslında… Hep gideceğim der ama hiç gitmez, terk edemez saplandığı noktayı… Daha bir yerleşir kökleriyle saplantılarına… Ne yapar eder insanların ilgisini üzerinde toplamayı başarır. Kendisini özel olarak gördüğü bu ikilemde, aslında kendisi dışındaki üstün gördüğü varlıklardır onu kuşatan. Onlara özentiyle süsler hayatını, çizdiği dairenin içinden çıkmaz, çıkamaz. Amacı da çıkmak değildir zaten… O daireye siz de giremezsiniz. Ta ki onu okşamalısınız. Hep o haklıdır çünkü. Ona bir konu hakkında tavsiyede bulunmak isterseniz genellikle başarısız olursunuz, tavsiyelerinize de kapalıdır. Amacı, başka kişilikleri kendi oturmamış benliğinde isteği doğrultusunda toplamaktır. Siz o kişiye olumsuz yorumda bulunamazsınız, onu hep övmeli, okşamalısınız. Ona karşıtsa yapınız vay halinize…
Benim, algılarıma oturan ve hep öyle yorumladığım bu tavır şekil bozukluğudur aslında. Ortaya çıkaramadığı kendinde var olan, bu kendine has karakter özellikleri yaşayamamanın sıkıntısı içinde olan insan başka şekillere girer hep… Anlamını bile bilemediği bir takım kavramlarla oynaşır. Ruh nedir bilmeden ruhtan bahseder. Ruhun muhteviyatı ve bedendeki konumu sizce nedir? Ruhu bilmeden ruhtan bahsetmek ne garip değil mi… Ve başka örnek verirsem sevgili dostlarım. Aşk kelimesi… Aşk iki ayrı cinsin cinsel dürtülerine uzanan yoldan öte gidememiştir çoğu insanın lügatinde… Sevgi ya da aşk mahlûk değildir. Mahlûk kelime anlamıyla Allah’ın yarattığı bütün şeylerdir. Ezeli ve ebedi mevcuttur, yani fanidir. Aşk ise mahlûktan öte bizzat yaratanın kendindendir. Sonsuzdur… Bu bağlamda aşkı öyle basit imgelere indirgeniyor: “Falanca falanca ile aşk yaşadı, ben şu kadına âşık oldum…” gibi, öyle değil mi?
Böyle bir kişilikli ile yaşadığınızı bir düşünsenize… Hayatınız beter olur ki heyhat… Sabah başka bir kişilik, öğlen başka, akşam bambaşka… Halüsinasyon eğilimle oynaşıp davet ettiği bu gölgeler belki de özendiği özel sanıp ta sarıldığı varlıklar, kelimeler, sesler ruhunu/ ruhunuzu yaralar durur. Çoklu kişilik sendromunda yaşayan, kişiliği dışında muhtelif karakterler edinip kendinden başka; aslında özünde olmayan davranışlar sergileyen bu hâl ciddi bir hastalıktır. Bu hastalık mutsuzluğu doğurur. Mazeret hazırdır: Mutsuzluğu yukarıda saydığım hayattan aldığı darbelerdendir… OYSA MUTSUZLUK YAŞAMIN KOŞULLARINDAN DEĞİL, ZİHNİN NİTELİKSİZLİĞİNDEN KAYNAKLANMAKTADIR. Mutsuzlukların iç huzura döndürülmesinin sırrı, zihin ve dolayısıyla da düşüncelerimizin kontrol altında tutulmasına, onların nefsin hegemonyasından kurtulmasına bağlıdır. O hegemonyadan kurtulmanın yolu yaratıcıya mutlak itaatten, kadere razı olmaktan geçer… Asılı O’nu sevmekten geçer…
Ve bu şekilsizliği düzeltme eğilime girmemekten…
Sevgiyle kalın
‘M. Cân Gündede