1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
610
Okunma

Kafenin en serin köşesinde, sadece 2 kişilik boş bir masaya yerleşmiştik. O kadar güzeldi ki güneş bile ay niyetine duruyordu gök yüzünde. Elim, eline doğru masanın üzerinde yılan gibi hızlı ve kıvrak şekilde süründü. Avını tek hamlede yutan elim, mutluluktan kıpır kıpır olmaya başladı.
Aslına bakarsanız ne diyeceğimi tam olarak bilemiyordum. Ameliyat masasına yatmış, ağır morfin etkisiyle bayılmak üzereydim. Gözlerini her kırpıştırdığında kalbime giden koroner damarlara anjiyo yapıyordu. Her nefes alışında ziftten peltleşen akciğerlerim yeniden doğuyordu. Tam teşekküllü yoğun bakım ünitem gibiydi. Bir an duraksadım :
"Sende ne var bilmiyorum. Bıçak darbeleriyle defalarca beni öldürüp tekrar tekrar hortlatıyorsun. Öyle birşeysin ki yanımda tatlı, uzaklaştıkça acı... Kalp pilim gibisin... Bunca acıya rağmen hala seviyorum seni... Unutmaya çabaladıkça ağzımdaki o pis iğrenç metalik koku giderek artıyor. "B"esinlerin "O"ksitlenmiş "K"alıntısı gibi... Ama hiçbirşey engelleyemiyor sana olan sevgimi..."
"Unutmak, her zaman yeniden hatırlama riski barındırır içinde...
Unutmamak, ise her zaman acıtır...
Her insan bir nebze aptaldır. Hayatının bazı kısımlarında hata yapar. Mesele hata yapmak ya da yapmamak da değil. Hata yapılır ama ceremesini çekecek kişiler Elmayı* yiyenler mi yoksa masum kişiler mi? İşte ben tamda bu noktada devreye girdim. Muazzam bir güce kafa tutma sevdasıyla yanıp tutuşan bilinçaltımın hafiften gaza dokunmasıyla atladım ateşin ortasına. Bir sürü elma eşeleği avuçlarımda ve ben açlıktan ölmek üzereydim. İşlemediğim günahları sırtlamış, tebessümler savurarak sırat köprüsünde gölgelerimle dans ediyordum. Ara ara altımda harlanan ateşle canım yanmıyor değildi ama erkeklik bu ya, o muazzam güce kafa tutacağım ya, İlla ki gülecektim. Gerçi her gece yalnızlığımın koynuna girerken yeterince ağlıyordum, gün boyu gülmek pek ağır gelmezdi. Neyse konu bu değil. Konu ? Aslında konu benimle bile ilgili değil ki! Konu Tanrıyla ilgili. Kader çizgimdeki muziplikleriyle ilgili. Her fırsatta bana verdiği o ulu ŞÜPHE-KORKU-YALNIZLIK ve bunlara sonradan eklenen PARANOYAKLIK ile çektirdiği ızdırap her saniye her saat canımı yakıyordu. Yüzyıllarca süregelen İYİ-KÖTÜ savaşı, nerden girdi bilinmez, içimde yeniden doğmuştu. Aşk ve nefreti aynı kişide bulmuştum. E seviyor olmam nefret edemeyeceğim anlamına gelmezdi. Birisinin kaşını sevebilirsiniz ama burnunu da aynı derecede sevmek zorunda değilsinizdir. Benimkisi de buna yakın bir yerdeydi. Haftalar ayları kovalarken, unuturum, unutacağım, sana sorunsuz güvenebileceğim, gibi boyumdan büyük lafları savururken, bir yandan da gün geçtikçe artan nefretim, mide bulantılarım ve o bitmek bilmez hayal gücümün kattığı slayt gösterileri daha da delirmeme sebep oluyordu. Ama herşeye rağmen bir tek gülüşü anestezi niyetine yarıyordu bana. Ama acılarım uyandığım gibi devleşiyordu."
Beynimi susturdum. Zor da olsa bunu başardım :
"Muhalefetim ol ama yine de aynı meclise girelim" dedim.
"Seninle herşeye varım ben" dedi ve şirin bir şekilde güldü gözbebeklerime. Vücuduma zerk ettiği litrelerce uyuşturucuyla bende ona tebessüm ettim. Bulanıklaşan görüntüyle göğe doğru yükselen aşkımız, ne kadar örselenmiş de olsa süzülüyordu...