11
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1746
Okunma

Şehrimden çok uzak bir şehirde, bir çocuk uyuyor. Teni koyu ve tuzlu … Nefesi anason kokulu...
Üzerimdeki bol makyajlı çöplükleri fark ettiğim sancılı günlerimde tanıdım onu. O kaldırımda bırakılırken elim, düşürdüğüm kalbim kaldırımdan gidenlerin frengili ayaklarıyla bolca ayaklanmıştı. Onu orada bırakıp gitmek istemiştim hani. Tiksintim kendime dahi sıçramıştı bir pire gibi. İçimden üçe kadar say ve terk et demiştim. Ama olmadı, yine de gidilmiyor çünkü bitmeler bir inme gibi, öylece kalıyorsun. Oysa fıkırdıyordu ayak sesleri gidenlerin. Gözlerimin içine baka baka kurşuna dizilmişti inancım ve umudum.
Göz göze geldik işte o an. Eğilip yerden aldı incinmiş ezik kırmızıyı, çürük moru.
“Bu bende kalabilir mi?” dedi.
“Görmüyor musun kırmızı ışık yanmış o kalp için” dedim. Avuçlarına aldı, bir sıcaklık dolandı boynuma.
Dürüst bir koleksiyoncuydu en azından.
İşte dağınıklığımı avuçlayıp ateşi gökyüzüne tekrar bırakan.
Kendimi yerleştiremezken hayatın ıssız bir köşesine, kendime yerleşmiş o sarkıt sızıların üzerine değen inceden bir huzme gibiydi...
Karıncaları öldürdüğü için üzülen kaç büyümüş insan vardır?
-Az
Onun avuçlarımı yakan dizeleri var, bilmiyor. Acılar her zaman tekme tokat gelmez, bazı acılar gülümseyerek gelir ve imkânsızlık hep acıtır. Onun da vardı içindeki kurumuş denizlerin büyüttüğü taşlı kıyılar. Çırılçıplak ölü balıklar. Duvarlara baktığında gördüğü eskimeyen suretler. Onunda solgun fotoğrafları vardı.
En çok, dünyaya, bir çocuğun aynaya bakar gibi bakmasından hoşlandım. Ve çiçekleri bu kadar çok sevmesinden... Bir kediyi okşayan bakışlarını. Derin egoları uzak bir kentte bırakmıştı, berraktı, elini uzattığında içindeki parlak taşlara dokunulabilecek gibi.
“Tüm vazgeçişler cinayettir” dedim.
“Sadece geceyi imzalarlar” dedi.
“Yaşamadıklarına niçin zaman tanımaz insan, neden bu kadar acelecidir?” dedim.
Gülümsedi, “ Hep gitmenin mevsimindedir şiirler ” dedi.
Sinem Ilgın Omay (Nun)