4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
747
Okunma

Akıntısındaki rüzgarlı zaman, fırtıya dönerdi. Paslı zincirindeki mavi oturaklı boş salıncağı sallarken fırtına,ufuk kararırdı arkamdan.Uzayan gölgelerim kayboluşlarımın pusulası oluyordu gün batımlarımda.
Uzayan gölgelerim harici, geceler dahil oluyordu içimdeki yalnızlıklara.İçten içe içime ortak olurken karalar. Batan zamanın sivri pusalasındaki uçlar diken gibi saplanırken sol yanıma.
Bitirdiğim tüm renklere inat kalan tek kara yağlı boyalarımla çiziyorum şovaleme portremi. Baktığım her ayna aynı anda sırlarını dökerken yerler ben geriden geçmişin izlerini topluyordum.
Un ufak kalıyordu geçmişin içinde getiremediklerim. Dağılmaya başlarken parmak uçlarımdaki fotoğraflar siyah beyaz bir şarkı söylüyorlardı.Hicaz bir nakarat sessizce gramofondan çalınırken bir plaktan. İnce bir elmas üzerini çiziliyordu şarkılarımızı.
Duvardan yırtılan her takvim yaprağı kurşun oluyordu geçmiş zaman adımlarına sıkılan.Geçmişin kanamalı izdüşümleri kanamalı topal adımlarla sürünürken ruhlarda.Adının sen olduğu sonbaharlar bir köşede yaprak dökümü bir hüzünü yaşatıyordu.
Pencerelerde ölümün silüeti gezdiğinden kara tüllerle kapatılırdı geceleyin.Yarım kalmış sigaramın tek ortağı rüzgar olurdu.Çayların şekersiz içildiği lokmaların boğazdan geçmediği günlerin kıyısına senli dalgalar vururdu.
Göz kangren bakışlarda duyarsız gibi dalarken çarpılırdı kapılar.Saatler hep ayrılık gongunu çalıyordu.İşte o vakit kirpiklerden kan kırmızı karanfil damlaları düşüyordu. Kuruyan begonyalarım boynu bükük kalıyordu karanlıkta.
Sol yanıma bu seferde anıların kaktüs çiçeklerine saksılık yapmaya başlıyordu. Sonrasında nasırlı ellerim senin eskiden kalma bir fotoğrafını götürüyordu çatlak dudaklarıma. Kuru bir öpüşmenin izi bırakılırken albümlere, sessiz bir çığlık atıyordu düğümlenmiş dilim.
Bavullar doldurulmuş, odalar boşaltımıştı.Yağmur sonrası ıslak çeket askısında dinlenirken, yerleri ıslatıyordu. Ölüm meleklerinin kapı eşiğinde misafirlik için beklemelerde kaldığı zamanlar birikiyordu koynumda.
Birazdan kapı çalınacak girecekleri içeri.Sessizliğimi ikiye bölmek ve yalnızlığıma ortak olmak için.Ellerinde siyah gonca güllerle bana gülümseyeceklerdi.Yaşlı ruhuma belki iki kanat takacaklardı.
Uzak masal ülkelerine yolculuğum başlayacaktı. Ama olmuyordu onlar sadık kalmıyordu randevularına ve kara gül vermelerine.Benim beklememi vapurların doluluğundan bahsederken duyuyordum onları. Şimdi çıkmalıydım.
Tozlu koltuktan doğruldum.Yalınayak cam kırıklarına basarak yaşlı adımlarımla ilerledim. Kapının zili bir ankan kuşunun çığlığıyla çalıyordu. Kırışmış ellerimle çevirdim yıllardır kilitli kalmış kapılarımı.Çok zorlandı ellerim.
Ama açmayı başardığımda, adı başka yüzü başka yedi renk milyonlarca insanın teni düştü kuçaklaşırken.Avuçlarıma ellerini sımsıkı sıktım.
Göz torbalarım asırlık bir ağacın maktasınıdaki halkalara inat çoğaldı. Kırık kalmış sesle onlar ,
-Hoş geldiniz. dedim sessizce.Karşımdakiler şakın gözlerle ve telaşlı seslerle,
-Martin yaşlı dostum yıllardır neredesin ? Neden çıkmıyorsun sarı odalarından ?
Yorgun bir gülümsemeyle ona bir kez daha sarıldım. Onun gözlerinin içine bakarak,
-Seni çok özlemişim dostum. derken kapının kenarında duruyordum.
Elimdeki ayna yere düşüp bir daha kırıldı.Yenisini gidip aldım ve bir daha konuşmaya başladım yalnızlığımdaki sohbetime.Her seferinde sarılırken düşüp kırılan aynalar içime birşeyler saplarken, kapı çalındı. Bu seferki kapıcıydı,
-Çöpünüz var mı ? dedi.
-Bekleyin. dedim. Dolu olan tüm valizleri ona verirken birlikte çıktık. Dışarısı alabildiğince karanlıktı.