Umutlar Tükenmesin
Yine aynı sevgi dağının kucağında uyudum tüm gece. Elleri vardı sevgi dediğiniz şeyin gözleri de. Mırıl mırıl ninniler çalınıyordu kulağıma yarı uyanık. Tuhaf giyinmiş köylüler uzaklardan anımsadığım bir marş söylüyorlardı sanırım. Islıkla çizilmiş yollardan yüzlerce köylü ellerinde meşalelerle denize doğru yürüyorlardı. Yüzlerinde onca yılın hırsı ile kırışan bir ifadeyle ufka bakıyorlardı.
Daha önce görmediği Trakya’nın Karadeniz sahilindeki bu köyde askerliğini yapmakta olan gencin eline tutuşturdukları makineli, ay ışığında parıldıyor ve çocukların elindekiler kadar masum duruyordu.
‘Deniz mahkemeye düşmüş avukatı ben olaydım’ diyorlardı. İçten, haykırarak okudukları bu türkü bir çığ gibi büyüyor, öfkeli kalabalığın yarattığı korku kadar ezginin kendisi de tedirginlik yaratıyordu. Türkünün sözleri birer balyoz etkisi yaratarak askerlerin dikkatini dağıtıyordu. Bunu fark eden komutan eline aldığı megafonla kalabalığa tehditler savuruyor, ağzından salyalar çıkararak burasının Türk yurdu olduğunu, alçakların hainlerin bölücülerin defolup gitmesini öğütleyen ve bunu yaparken basitliğin bataklığına saplanan bir tavır aldığını fark edemeyen bağrışmasıyla tüm köylüleri karşısına alıyordu.
En genç olanı korkudan titrediği anlaşılmasın diye üşümüş numarası yapıyor, ellerini ovuşturup avuçlarına hohluyordu. Cesaret versin diye ilk kez içtiği biranın kokusu dayısını hatırlattı ona. Her zaman yanında olan, iyilik meleği dayısı öleli beş sene oluyordu. Onun anlattığı maceralarla büyümüş, onun verdiği kitaplardan hayatı öğrenmişti. Satrancı onun sayesinde sevmiş, müzikle tanışmasına o neden olmuştu. Akşamları içtiği üç bira bitene dek, balkonda gözünü ufka diker, uzun yoldan gemi bekleyen sevgili gibi iç çekerdi. Ara sıra da bir türkü tuttururdu, kötü sesini örten bir sıcaklık vardı tarzında. Edip Akbayram hayranıydı, onun kişiliğine sesinden daha fazla değer verirdi. Onun şarkılarından önce okuduğu şiirleri sarhoş kafayla söylemeye çalışması çok hoş bir anı olarak kaldı.
Bir kadın haykırıyordu, sizin hiç çocuğunuz öldü mü?
Bir nine kökünden kesilmiş ağaçtan kalan yaprak yığınına oturmuş ağlıyordu…
Bir çocuk araladığı perdeden korkulu gözlerle izliyordu olanları.
Her şey suçsuz yere ölen daha on beşindeki bir çocukla başladı. Jandarmanın olayı örtbas etme çabası köylüyü galeyana getirmiş ve ertesi gün çıkan olaylarda asker havaya ateş açarak grubu dağıtmaya çalışırken, bu kez de balkonda oynayan üç yaşındaki bir bebek başından vurulmuş ve ilçe hastanesine kaldırılmıştı.
On beşinde yitip giden o çocuk belki de bir bölgenin kaderini değiştirecekti. Simgesi olduğu eylemleri daha da coşkuyla ve çok fazla katılımla devam ettiren köylülere her gün civar köylerden katılım oluyordu. Olayı duyan medyanın da ilgisi buraya çekilince adı gibi Umut oluvermişti ölüm…
Sanatçılar, bilim adamları, muhalefetteki siyasetçiler, entelektüeller, devrimci gençler, bölgedeki okullardan gelen öğrencilerin katılımıyla düzenlenen şölen, anma ve istiklal marşıyla başlamıştı. Mevsime inat parıldayan güneş herkesin içini ısıtıyordu ki büyük bir patlamayla ağaçlar alev almaya başladı. Bir an da göğün üstüme indiğini hissettim. Yan komşuya baskına geldiklerinde ‘Tüm ışıkları kapatın’ diye bağıran rahmetli babamın yüzündeki tedirginliğe benzer bir ifadeyle şaşkın, çaresiz ölülerin içinde yürürken, kopan bir kola, parçalanmış bir yüze sanki yokmuş gibi davrandığımın farkına varmayan gözlerim canlı arıyordu. Hekimliğin verdiği dürtü ve soğukkanlılıkla iki kişinin ilkyardımlarını yapmaya başladım. Öteki yaralılara da başka arkadaşlar müdahale ediyor bir yandan da ambulans istiyorlardı. Çok ünlü bir rock grubu için hazırlanan sahne sapasağlam duruyordu. Yaralıları oraya taşımaya başladık zira yangının büyüme ihtimali mevcuttu. Patlamayı duyup gelen, eylemci olmayan köylüler yangını söndürmeye çalışıyorlardı. En az üç kişi parçalanarak ölmüştü, ağır yaralı olanların durumları yıllarca acil servis hekimliği yapmış kişileri bile zorluyordu.
Düzenlenecek şölenin iptalini isteyen aşırı milliyetçi gizli örgütün tehdit mektuplarını ciddiye almayan ilçe belediye başkanının kızı da yaralılar arasındaydı. O örgütün eski liderlerinin milletvekili olduğu partiden bile katılım olmuştu. Caminin imamı, köy kahvesinin müdavimleri, rençperler, çobanlar, akademisyenler, öğrenciler, sevgililer, emekliler, insanlar şaşkın bakışlarla, hıçkırarak ağlıyorlardı ülkenin düştüğü duruma. Hoşgörüsüzlüğün geldiği noktaya üzülüyorlardı. Onlarca ambulans geldi, itfaiye araçları, arozözler, tüm iyi durumda olanlar birlik oldu yangını söndürmek için. Yitip giden canlar elbette geri gelmezdi ama bir ağaç bile kurtarsak kardır diye düşünüyordu hepsi. Bu sayede ülkenin zihnini temizleyecek oksijen ve temiz havayı sağlamak niyetindeydiler belki. Kötü yüreklilerin bu güzelim yeşili gördüklerinde kalplerinin karalığının azalmasını umuyorlardı sanırım…
On beşindeki çocuğun, balkondaki bebenin, parçalanmış o kadının, dedenin, yitip giden canların suçu neydi bilin bakalım…
04.11.11
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.