- 1563 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR İÇİNDE ŞİİR
YAPAR MISIN?
"Yapar mısın?
Bugün senden bişey istesem
Beni alıp götürsen
Uyutsan dizinde bir süre
Ve ağzıma şiir ezsen
Gönlünce ve gönlümce
İçine katsan hani
Şundan bundan
İlla Hayyam’ın sarhoşluğundan
Hani söz ederler
Haşim’in karanlığından koy
Sonra laleler sun Nedim’den
Aman bu geceyi Nef’i duymasın
Bilirsin ölür kederinden
Gesi bağlarına da uğrama
Ağzım yanık Seyrani’den
Camlar şikest olmadan içmeliyiz
Ve gül koparmadan Zihni’den
Sularda sebil olsun
İster Haşmetli Fuzuli ’den doldur
İster Tanpınar’la Bursa’da dur
Yeter ki doldur
Yaşlandım ya aman ha
Sek olmasın
Zaten alışkınlar ya
Güneşi karıştır ay’la
Yedi tepeyi gezelim Yahya’yla
Uzanırken bir kısrağın boynu
Bir kadının ayakları değerken suya
Sanırım doymuş olurum uykuya
Aldırma sen ez yine de
Gözlerim kalırken bir meş’alede
İnce ince söyle Kerem’den
Hani arada bir koparsan Aslı’nın düğmelerinden
Sonra bildiğimiz yaylalara çıksak
Baksak baksak
Kendimizi Haydarbaba’da sansak
Öylece ıslansak ıslansak
Kaldırımlar şikayetçi olursa yokluğumuzdan
Bir ney üfle ebedi soluğumuzdan
Uyusun bütün şehir
Ve dirilsin şiir
Koşarken diyardan diyara
Sardırsak bütün yaralarımızı şehriyar’a
Boğaz’dan Çanakkale’ye savrulurken kan kırmızı gül
Unutma Akif’in siyah sakosundan dökülür
Diyordu ya bir dağın ötesi gurbet
Ne uzun yoldur dizlerinle gözlerinin arası
Hani nerde bu denizin kıyısı
Ez gönlümün yası
Hayrettin YAZICI"
…………..
Hayrettin hocam ricada, özlemde; bir şeyleri, bir yerleri, belki bir başka halleri çok ama çok özlemiş. Avunmak ister avutulmak bir çocuk gibi. Belki bir güzelin dizlerine başını koyup başka bambaşka diyarlar gitmek ister. Gider de;
Sorar “Yapar mısın?
Bugün senden bişey istesem
Beni alıp götürsen
Uyutsan dizinde bir süre
Ve ağzıma şiir ezsen”
Anladım Hayrettin hocam; bilmeyen bilmesin, arif olan anlar ya, ben de mi ariflerdenim?.Yok artık ariflik kim, ben kim; olsa olsa gönül gözüne nazar eder, az biraz tartar, sonrada halini kendimce yorarım..Hadi istedin madem ki; hadi dizine baş koydun şu güzelin; uyudun da, her şey tamam da bu şiir ezmekte ne oluyor.? Aklım ermedi bu işe derken; şiirin içinde, şiirden şiire yol buldum. Öyle bir ezmiş ki güzelim şiirleri, inanın damağımda tadı kaldı. O yüzden istedim ki, yazıya dökeyim bu çok sevdiğim dostumun şiirinden olma şerbeti, eşin dostun da ağzı tatlansın…
Gönlünce ve gönlümce
İçine katsan hani
Şundan bundan
İlla Hayyam’ın sarhoşluğundan
Demek şiirlerle söyleşeceğiz şiir der de Ömer Hayyam’sız olur mu şiir.? Hem de şiir sarhoşu olmaya niyet etmişken.
İnsan ölür toprak olur geriye hiçbir şey kalmaz ne de güzel tarif eder Hayyam
İnsan bastığı toprağı hor görmemeli:
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili.
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli!
Peki, ne kalır bir gün çiçekleri sulayan, bir ağaç diken, rüzgâra karşı yürüyen, kimi ağlayan, kimi gülen insandan geriye…Eserleri tabii. Hayyam’ın eserlerine bakıp şiirleriyle çözmeye kalkışmak mümkün mü Hayyam’ı “HAYIR” diyor Ömer Hayam;
“Varlığın sırları saklı, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.”
Kimine göre ayyaş, kimine göre bir isyankar, kimine göre deli, kimine göre veli, kimine göre dinsiz, kimine göre ermiş..Hak Teala bilir gayrısını ama; şiirdi, hoştu, değerdi,bizdendi..
Kimdir Hayyam az bir hatırlayalım dilerseniz birlikte;
Bir elde kadeh bir elde Kur’an
Bir helaldir işimiz bir haram
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kafiriz ne tam Müslüman
Hayyam’ın fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir konularında değişik eserleri vardır. Hayyam’ın edebiyat tarihindeki yerini perçinleyen ve çağımızda geçmişin en büyük şairlerinden anılmasına yol açan “Rubaiyat-Dörtlükler”dir. Sayısı iki yüzü bulan bu dörtlüklerde Hayyam yumuşak ve akıcı bir dille ve son derece gerçekçi bir üslupla, yaşadıklarını gördüklerini, çevresinden ve zamanın gidişinden edindiği izlenimleri hiç bir yapmacıklığa kapılmaksızın, olduğu gibi dile getirmektedir.
Hayyam’ı andık oradan devam ediyoruz şiirlerle sermest olacağız bu akşam başımız hala bir güzelin dizlerinde.Hayrettin Hocam tarif ediyor şiiri nasıl bulacağımızı:
“Hani söz ederler
Haşim’in karanlığından koy
Sonra laleler sun Nedim’den
Aman bu geceyi Nef’i duymasın
Bilirsin ölür kederinden”
Az da Haşim’in karanlığından koy demiş Hayrettin Hocam olur diyelim, “yapar mısın” demiş sormuş bizde yaparız diye çıktık bir kere yola. Şiirden bir şerbet yapıp hep beraber içeceğiz nasıl olsa;
Karanlığı seviyorsun Şair!
Kapalı gözlerin çevrili içine
ne kör edici bir ışık
ne yansıma
karanlık Allah gibidir
ve tek başına
biliyorsun
ne güzeldir
sevmek karanlığı
Karanlığı seviyorsun şair
rengi yok
ahengi yok
kıyısında oturup bakıyorsun
içinde dalgalanan denize
düşünüyorsun
ne güzeldir
sevmek karanlığı…
Şiir devam eder Ahmet Haşim’in kaleminden..Nedim ile Nefi bu şiir gecesinde anmadan geçilir mi;Nedim ki aşk ve zevk şairi hep aklımızda bizim dünya derdi. Hani unutup az biraz da işret etsek dostlarla lalezarda olmaz mı sanki?.
“Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır”
İstanbul aşığı bu divan şairimizden de satırları şerbetimize katıp, Nef’i ye doğru yöneliyoruz..Nefi öyle bir yazar ki, övgü ve yergi sanatını yani kaside ve hiciv sanatını bir arada kullanarak büyük bir başarı elde etmiştir. Aslında birbirlerine zıt olan bu sanatları uygulamak her baba yiğidin harcı değildir. Hicivlerinden dolayı ona genç yaşta “Zari” mahlası verilmiştir.”Zari” günümüz Türkçesiyle “zararlı, faydası dokunmayan” anlamları taşır.O öyle bir Hiciv sanatı işlemiş ki 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef’i "Nafi” yararlı" mahlasını vermiştir.
Bana tâhir efendi kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Mâlikî mezhebim benim zirâ
İ’tikâdımca kelb tâhirdir
Zehr-i hicvi cihâna neşredenin
Zebânı bî-şek zebân-ı ef’îdir
Tâhir olmaz kelb, ancak beşere
Nef’i vardır öyleyse nef’îdir
Açıklarsak; Hiciv işini meslek edinen birinin bu yaptığı, ne kötü bir iştir; kendisi kuşkusuz yılandilli sayılır. Ayrıca iki noktada isabetsizlik var; öncelikle Nef’i, Malikî değildir; ikinci olarak, Malikî mezhebinde olsa bile, Şafiî mezhebinde olduğu gibi çok özel hükümler bulunmamakla beraber- tertemiz de değildir yani. Dolayısıyla temiz (tâhir) diyemeyiz.
Ancak, mezkûr hayvanın bekçi, çoban, av köpeği olmak gibi muhtelif şekilde insanlara faydası (nef’ i) var; öyleyse nef’îdir (faydalıdır yani).Sonuç olarak, Kelb neresinden bakarsanız bakın tâhir olmaz ama nef’î olur.
Hadi bakalım Tahir Efendi çık işin içinden.Baktın sözde usta değmeyeceksin.Madem değdin sineye çekeceksin.
“Gesi bağlarına da uğrama
Ağzım yanık Seyrani’den
Camlar şikest olmadan içmeliyiz
Ve gül koparmadan Zihni’den
Sularda sebil olsun
İster Haşmetli Fuzuli ’den doldur
İster Tanpınar’la Bursa’da dur
Yeter ki doldur
Yaşlandım ya aman ha
Sek olmasın
Zaten alışkınlar ya
Güneşi karıştır ay’la
Yedi tepeyi gezelim Yahya’yla
Uzanırken bir kısrağın boynu
Bir kadının ayakları değerken suya
Sanırım doymuş olurum uykuya”
Güzelle şiir muhabbeti devam ediyor Hayrettin hocamın..Gesi bağlarına uğrama dedi ama ben uğramadan geçemem ne türküdür o hangimizin yüreğini sızlatmaz, hangimizi alıpta usul usul bambaşka dünyalara taşımaz..
Kayseri’de annesi ile yasayan genç kız Kayseri iline bağlı Gesi kasabasına gelin gider. O zamanın şartlarında ulaşım zor olduğu için genç kız Kayseri’ye gidip gelemez ve annesine olan özlemi onu çok üzer kocası vurdum duymaz gamsız birisidir genç kızla hiç ilgilenmez kaynana ise despot ve kötü birisidir geline yapmadık eziyet bırakmaz aradan zaman geçer ve bir çocukları olur çocuğu ile avunmaya çalışır ama nafile annesine olan özlemi bir türlü dinmemiştir annesinden hiç haber alamadığı için çok üzülmektedir. Aylar yıllar geçer ve kötü haber gelir annesinin öldüğünü öğrenen gelin üzüntüsünden Gesi’nin üzüm bağları arasında hem ağlar hem de Gesi bağları türküsünü söyleye söyleye dolaşır durur. Türkünün bilinen 64 beyiti Ahmet Gazi Ayhan tarafından derlenmiştir.
Gesi Bağları’nda Dolanıyorum
Yitirdiğim Yarimi Aman Aranıyorum
Bir Çift Selamına Güveniyorum
Gel Otur Yanıma Hallerimi Söyleyim
Halimden Bilmiyor Ben O Yari Neyleyim
Gesi Bağları’ndan Gelsin Geçilsin
Kurulsun Masalar Rakı Konyak İçilsin
Herkes Sevdiğini Alsın Seçilsin
Atma Anam Atma Şu Dağların Ardına
Kimseler Yanmasın Anam Yansın Derdime
Gesi Bağları’nda Üç Top Gülüm Var
Hey Allah’tan Korkmaz Sana Bana Ölüm Var
Ölüm Varsa Şu Dünyada Zulüm Var
Gel Otur Yanıma Hallerimi Söyleyim
Halimden Bilmiyor Ben O Yari Neyleyim
…….
Eski libas gibi aşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imis
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imis
Meğer taşa tohum ekilmez imiş
Seyrani’nin gözü gamla yaş imis
Benim derdim her dertlere baş imiş
Ben bağrımı toprak sandım, taş imiş
Seyrani ile sorunu nedir Hayrettin beyin bilemem ama; sanırım güzel kahrı çekmenin ne yaman çile olduğunu hatırlatmış olmalı ki Seyrani’yi pek te anmak istememiş .
Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı
Zihni zaten üzgün şeyda bülbül terk etmiş gül bağını, bir de gül koparırsak tümden viran olacakgönül bağı iyisi mi yavaşça çekilelim oradan da..
Sularda sebil olsun
İster Haşmetli Fuzuli ’den doldur
İster Tanpınar’la Bursa’da dur
Yeter ki doldur
Yaşlandım ya aman ha
Sek olmasın
Sular sebil olsun ister haşmetli Fuzuli den, ister Tanpınar’la Bursa’dan dolsun..Şu hocamda ki anlatıma, maharete bakar mısınız Fuzuli’nin su kasidesine yöneltişe muazzam değil mi?
Evet, su kasidesini gönüllerimize sebil eden ve haşmetini Leyla ile Mecnun’un aşkından alan Fuzuli.
Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!
Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp
daima su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)
Edebiyatla az çok ilgisi olupta, Fuzuli’nin Peygamberimiz SAV için yazdığı su kasidesini bilmeyen yoktur sanırım.
..........
Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.
Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa’da zaman.
Bir zaman dilimini de Ahmet Hamdi Tanpınar’la Bursa’da geçirdikten sonra; yedi tepeyi Yahya Kemalle birlikte gezdik.
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende
....
Uzanırken bir kısrağın boynu
Bir kadının ayakları değerken suya
Sanırım doymuş olurum uykuya
Hala söylenen bunca şiire rağmen uyumaz nedense benim Hayrettin hocam..Yeter mi, şiire doyar mı bilmem madem uzanırken bir kısrağın boynu, bir güzelin ayakları suya değmeli; o vakit biraz da Nazım Hikmet’e kulak vermeli..
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!
Devam ediyoruz şiirle hala uyutamadık güzide şairimizi. İyi bilir kendisi, bilir şiirin, şairin hasını bu bağlamda galiba bize daha çok şiir söyletecek kendisi.
Aldırma sen ez yine de
Gözlerim kalırken bir meş’alede
İnce ince söyle Kerem’den
Hani arada bir koparsan Aslı’nın düğmelerinden
Sonra bildiğimiz yaylalara çıksak
Baksak baksak
Kendimizi Haydarbaba’da sansak
Öylece ıslansak ıslansak
Kaldırımlar şikayetçi olursa yokluğumuzdan
Bir ney üfle ebedi soluğumuzdan
Uyusun bütün şehir
Ve dirilsin şiir
“Sururi Şah ile musahibi Keşiş Yahud’un çocukları olmadığından ikisi de dertlidir. Bir gün birlikte seyahate çıkarlar. Yolda eğer çocukları olursa birbirleri ile evlendirmeye söz verirler. Önlerine çıkan bir dervişe dertlerini açarlar. Dervişin verdiği elmaları hanımları ile yedikten sonra, Hatice Sultan bir oğlan, Keşiş’in hanımı da bir kız doğurur.
Çocuklar büyür, Ahmed Mirza on beş yaşına gelir. Bir gün Mirza, candan arkadaşı Sofu ile avdan dönerken bir bahçede rastladığı gergef işleyen bir kıza tutulur. Bu kız ise Kara Sultan’dır. Ahmed Mirza kızla konuşup isimlerini değiştirirler. Mirza, Kerem, Kara; Sultan da Aslı Han ismini alır.
Daha sonra Kerem bu aşktan dolayı yemeden içmeden kesilir. Bu durumu babası duyar. Sururi Şah verdikleri sözü hatırlatarak kızı Keşiş’ten ister.
Keşiş’in kardeşi olan Manuk sihirbazdır. Güzel olan Aslı’nın kendisine bir bela getireceğini söyleyip Azerbaycan’dan Anadolu’ya kaçmalarını söyler. Aslı’yı din ayrılığından Kerem’e vermeyi kabul etmeyen Keşiş Aslı’yı alarak kaçar.
Kerem de vefalı arkadaşı Sofu ile birlikte Aslı’yı aramaya çıkar. Kerem ile Sofu köy köy, şehir şehir onların peşinden giderler. Kerem onların Kayseri’de yerleştiklerini öğrenir. Keşiş’in vazife yaptığı manastırı bularak orada kıyafet değiştirip hizmetçilik yapar. Ama gerçek kimliği anlaşılınca kovulur.
Buna çok üzülen Kerem’in dişleri ağrımaya başlar. Bir çocuğun yardımıyla bulduğu dişçi Aslı’nın anasıdır. Kerem diş çektirmek bahanesiyle, Aslı ile konuşur. Kerem bu esnada başı Aslı’nın dizinde otuz iki dişini çektirir. Ağzını silerken evvelce verilen nişan çevresinden onu tanır, Kerem’i oradan kovarlar. Kerem buna çok üzülür.
Dört kitabın hürmetine Allah’tan çektiği sevdanın bir kısmını Aslı’ya verip hak dine dönmesi ve kendisine yar etmesi için dua eder; duası kabul olur. Aslı’ya gaflet gelir uyur. Pirler aşk dolu su verir, hak dini kabul eder. Kerem elini yüzüne sürünce otuz iki dişi tekrar bitip yerine gelir.
Daha sonra kendisine, müracaatı sebebiyle evde pusu kuran beyin adamları Kerem ile Sofu’yu yakalarlar. Beyin kız kardeşi bu işi çözmek için, Aslı’yı da aralarına katıp kırk tane güzel kızı süsleyerek gül bahçesine salar. Bahçeye getirilen Kerem gözlerini Aslı’dan ayırmaz. Keşiş kızını tekrar kaçırır. Bu defa Kerem ile Sofu onları Halep’te bulurlar. Halep Paşasının arzusu üzerine Keşiş düğüne razı olur. Keşiş bu sefer de, gerdek gecesi kızına sihirli bir elbise giydirir.
Gerdek gecesi düğmeleri çözüldükçe iliklenen bu elbiseyi sabaha kadar çıkaramaz. Sevgilisine kavuşamayan Kerem, tan yeri ağarırken yürekten bir ah çeker. Ağzından çıkan alev Kerem’i yakıp kül eder. Aslı, Kerem’in külleri başında kırk gün bekler. Küller dağıldıkça saçını süpürge yaparak dağılan külleri toplar. Kırkıncı gün külleri toplarken saçı tutuşur, o da yanar. Aslı’nın külleri de Kerem’in küllerine karışır.”ALINTI
Keşke Kerem’i anıp Aslı’yı da yakmadan düğmelere biz de bir el atabilseydik ama olmadı kavuşulsa bu aşk belki de tarihe mal olmazdı değil mi Hayrettin hocam. Olmadı Kerem ile Aslı’nın hikâyesi de yetmedi uyutmaya çok sevdiğim bu değerli kalemi.
Şehriyar’a Haydarbaba’ya doğruda uzansak, ya da Şehriyar’ın diyarından selam getirsek uyur mu acaba.
…………..
“Şehriyar günlerdir uğraştığı şiirini tamamladı ve sevinçle evden içeri girdi. Sofraya oturmadan cebinden çıkardığı son şiirini anasına okumaya başladı. Şiiri bitirdiğinde anasının yüzünde her zaman var olan gülümseme yoktu. Şaşırdı. Oysa her şiirini her okuyuşunda anası sevincini belli ederdi. Dayanamadı:
-Ana hasta mısın yoksa?
Anası Farsça hasta olmadığını söyledi! Bu cevaba tümüyle şaşırdı Şehriyâr… Anası, evde Farsça konuşuyordu! Oysa o yalnız, Fars tüccardan alış-veriş yaparken Farsça konuşurdu… Aklı yettiğinden beri, evde herkes Türkçe konuşurdu. Hele rahmetli babası buna çok özen gösterirdi.
Şehriyâr, hayret dolu bakışlarla anasına sordu:
-Ana, niçin Farsça söyledin?
Yaşlı kadın, oğlunun yüzüne bakmadan yüreğindeki sızıyı dile getirdi.
- Sen Türkçe şiir yazıyor musun ki, ben sana Türkçe söyleyem! Evimize hapsettin Türkçe’yi! Ot, kökü üstünde biter, Türkçe ile büyüdün, Farsça yazarsın. Artık dinlemeyeceğim şiirlerini!
Şehriyâr’ın yüzü allak bullak oldu. Elindeki Farsça yazılı son şiirin bulunduğu kağıdın, parmakları arasından yere düştüğünü hissetmedi bile. Yavaş adımlarla yandaki odaya geçti. Zihni karmakarışıktı. Yüzüne bir ana tokadı inmişti! Yemeği unuttu. Geçmiş günlere daldı. Babasının elinden tutup Haydar Baba dağı, eteklerindeki köyleri dolaşmasını hatırladı. Hoşgenap’ı, Güllüce’yi, Kayışkursak’ı, Vangüzelleri’ni gezişini düşündü. Dinlediği Türkçe masallar zihninin derinliklerinden bir bir çıkıp; beynine egemen oluyordu..
Oturduğu sedire uzandı. Kendi kendine inlercesine konuştu:
-Türkçe yazacağım… Bundan sonra Türkçe yazacağım!…”ALINTI
Azeri-Türk dünyasının en güçlü şairlerinde olan Muhammed Hüseyin Şehriyâr, tasavvuf ve “Hat Sanatı”nda da söz sahibi olduğunu gösterdi. Şehriyâr’ın HAYDAR BABA’YA SELÂM adlı şiiri, özellikle Türkiye’de tanınmasına sebep oldu. Bu şiirle Şehriyar Türkçenin yasaklandığı Şah Rıza’nın İran’ında Türkçe şiir söylemeye başladı.
Heyder Baba, ıldırımlar şakanda,
Seller, sular şakkıldayıb akanda,
Kızlar ona saf bağlayıb bakanda,
Selâm olsun şevkatize, elize,
Menim de bir adım gelsin dilize.
Heyder Baba, kehliklerin uçanda,
Göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,
Bahçaların çiçeklenib açanda,
Açılmayan ürekleri şâd ele.
Bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,
Yok, çare uyumayacak hele mis gibi Anadolu bozkırlarının tadını Hayrettin Hocam bu şiirden aldı ya iyice gözü açıldı. İmkânı yok uyumaz. Daha ne ister bilmem ki , en iyisi şiire dönmek…
“Koşarken diyardan diyara
Sardırsak bütün yaralarımızı şehriyar’a
Boğaz’dan Çanakkale’ye savrulurken kan kırmızı gül
Unutma Akif’in siyah sakosundan dökülür
Diyordu ya bir dağın ötesi gurbet
Ne uzun yoldur dizlerinle gözlerinin arası
Hani nerde bu denizin kıyısı
Ez gönlümün yası”
Ne yarası vardı şairimizin Şehriyara sardıracak elbette ana sütü kadar saf Türkçenin, Türklüğün özlemiydi bu Şehriyar keser mi? Kesmez önce Çanakkale de binlerce gülfidanını kokladıktan sonra oradan Bu yüce milletin onurunun simgesi Mehmet Akif’i anmadan geçilir mi bu şiir gecesi? Para dediğin ne ki etraf satılık insan doluyken sen kış günü Mehmet Akif’ ile ödünç sakonun içinde bir üşü; öyle bir üşü ki anlayabilesin büyüklüğü…
Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nı kaleme aldığı Ankara günlerinde oldukça büyük maddî sıkıntılar içindedir. Öyle ki, İstiklal Marşı’nın okunacağı gün, Meclis’e giderken yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay’ın paltosunu ödünç almıştır. Böylesine bir maddi sıkıntı içinde olmasına rağmen yine de kendisine vaat edilen ödülü kabul etmemiş, Dâru’l-Nisaiye’ye bağışlamıştır. Akif bu anlamda üstün ahlakı ve erdemli kişiliğiyle ve inanmışlığıyla mümtaz bir şahsiyettir. Bilmem var mı dünya da Akif gibisi… Sanmıyorum… Sanırım Hayrettin hocam da buna inanmıyor ki uyumuyor. Uyumamakta lazım.
Bu ikinci şiiridir Hayrettin Beyin yorumladığım..E be güzel dost kalem, okuyan bana kızarsa kimi suçlayayım..Şaka bir yana uzun demeyin kaybolalım beraberce kültürümüz, dilimiz, değerlerimizle beraber şiirlerin içinde..Dediği gibi yazarımızın şairlerimiz şiirlerimiz kıyısının sonu olmayan deniz kadar engin.Nice gönül yaslarmızı şiirlerle türkülerle ezmiş sükunete kavuşturmuşuzdur.
Hayran olduğum kalemlerden biridir Hocam..Özellikle iki şiiri olağan üstü dokunur bana.Ayrıca şunu söylemeden geçemeyeceğim. Anlatıma, vurgulara bakın şiiri şiir yapan mısralara,konunun doluluğuna ve anlatımın zenginliğine.. İçi dopdolu bir adamın eşkalini de şiir ele verecektir. Engin kültür birikimi, hoşgörüsü ile gerçek bir Anadolu beyefendisidir… Yüz yüze hiç karşılaşmadık ama sizi yürek sesinizle tanımaktan daima onur duydum Hayrettin Bey. Saygımla…
Perihan TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE 22.8.2011
İZMİR
YORUMLAR
Sevgili Perihan Hanım;
Bu kadar güzel işlenebilirdi Hayrettin Yazıcı şiirleri.İçine kattığın araştırmalar yaptığın kritik hayranlık uyandırdı doğrusu.Hayrettin Bey zaten bir olaydır kişiliği ve kimliği ile eserleri ve üretkenliği ile...Derin su gibidir şiirleri,bazen yansımamızı görebiliriz içinde bazen kayboluruz derinlikte.Güzel yürekli dostların var olduğunu bilmek,aynı yolda birbirlerine destek vererek yürüdüklerini görmek ne gurur verici bir tablodur.Çok uzun yorumlar yazmayı beceremem tebrikler canım.Sen ve paylaşımcı gönlüne hayranlığım.
Evet, Değerli hocam, ben kendimce aslında bir tür şiir coğrafyamda gezinmek istedim bir an. Yine kendimce hayal dünyamda gölgesi gezinen şairler ve şiirlerin kıyısından geçtim yağız kısraklarla birtür. Başına böyle güzel şeyler geleceğini bilseydim, belki daha farklı şeyler düşerdi hayal aynama, yahut ilaveler olurdu. Çünkü burada olmayıp ama, varlığına kıyamadığım birçok değerlerimiz elbet var. Ben, o an ruhuma dalgası vuran nirengi noktalarımda gezindim demem, kendimi anlatmaya uygun düşer sanırım.
Herşeyde olduğu gibi, şiirinde elbette öğretici yanları olduğuna inanıyorum. Her şiir elbette telkinci özellik taşımaz, ama, yüreğinde azda olsa saklıdır. Şiiri biz daha çok duygu dünyamızın karşılığı olarak severiz. Bunu yaparken de bizimle daha çok örtüşenler elbette öne çıkar. Bu anlamda belki her şairle örtüşen yanlarımız vardır. Ama, bazı şairlerle ruh raylarımız belki daha çok kesişir...Bazı şairler belki kalıcı izlerde bırakır. Bilmiyorum; benim şiirlerimde böyle izlere ne kadar rastlanıyor bunu ölçemem. Hani şiirde taklit derler; ben buna asla inanmam. Çünkü her insanın orjinal olduğuna inanıyorum. Ve hiçbir hayatın tek yumurta ikizi olsa bile, başka bir hayat asla benzememyeceğine inanırım. Etkilenmek elbet başka bişey. Etkilenmek asla taklit değildir. Biz okuduklarımızı bir hamule eder ve yazı dünyamıza işleriz.
Yukarıda şiirime düşürdüğüm değerlerimizn de şiirlerimde ancak bu yüzleriyle yeraldığını ve alacağını düşünüyorum.
Büyük bir emek verip yaptığınız kritik ve değerlendirmelerle ne kadar zenginleştiğini ve şiirmin yeniden can bularak dirildiğini ben yaşayarak gördüm değerli çalışmanızdan. Verdiğiniz bu yüce emek için de ayrıca yeniden teşekkür etmeği borç bilirim.
Çok yetkin bir kaleminizin olduğunu, araştırıcı ve sabırlı bir mizacınızın olduğunu ve edebiyat adına ortaya koyduğunuz şiire yakışan estetik zevkinizin de bu vesileyle bize ulaştığını yine yaşayarak gördüm.
Tüm emeğiniz ve varlığınız için candan teşekkürler...Bir ömür, başarı,selam,saygı...
hyazici58 tarafından 8/22/2011 11:40:24 PM zamanında düzenlenmiştir.
Gerçekten müthiş bir yazı olmuş,bir anda film şeridi gibi, tüm Türk edebiyatı özellikle divan şiiri geçti gözlerimin önünden,sanki bir film izledim.Zengin ve güzel bir kompozisyon olmuş.EdebiyAı böylesine özümsemiş ve sevmiş olmanız çok güzel.Dilerim gençlere de bir şeyler alır kendiüine.Emeğinize saygı duyuyorum,teşekkürler.
Esmize - Perihan Kılıç
Bilgi birikimini en iyi şiirlere aktaran kalemlerden biridir sayın YAZICI.Şiirleri her zaman dolu doludur.Bildiğini paylaşmak ve aktarmak herkese mahsusu bir durum değildir aslında.Fakat biz paylaşım ve aktarımları sayın YAZICInın sayfasında çokça buluruz.
Zamanınızı ve emeğinizi harç ederek güzel bir yazıyı aktarmışınız sayfanıza.Okumak keyifti bizim için.Vefakar bir yazıydı kanaatimce hem şiir adına hem muhatabı adına.İnceliğinize tebriklerimle.
SAYGIYLA.
Esmize - Perihan Kılıç
Büyük bir emek var, hayran kaldım. Gerçekten konuyu titizlikle ele almışsınız ama aktraım başarınız da tartışılmaz. Kutlarım
Esmize - Perihan Kılıç
Aha ağlayacağım şimdi
Anne başıma koy elini
Uzat bana mendilini
Bütün kapılarımızı aç
Hem sonuna kadar
Misafirimiz ağırdır
Hastamız kadar
Sevinçten anne sevinçten
İçime akarım ben
Haya ederim seni üzmekten
Haber verecektim sana
Mektup var bir "peri"den
Bir daha gözlerime bakma ama
Annem de olsan yasak
Yıllar var göz hapsindeyim
Kalan varlığımla sendeyim
Dökülürken şiirin şelalesi
Nilüferler bembeyaz
Ve kıpkızıl dağlalesi
Sonuna kadar aç kapıları anne
Su sesi
H.Y
Ben sana nasıl teşekkür ediyim hocam ? Ah burgacı kırılsın dilimin, değer...
Düşündüm de, başkaları söylesin dedim, ben ondan sonra söyliyim; saygısızlık olmasın...
Şiir tadındaydı yazı hocam..Üslubuna bayıldım...
Şimdilik yürekten kutlaıdm hocam...Bir ömür, başarı, selam, saygı...
Esmize - Perihan Kılıç
Sizinde hep ayrı pencerelerden baktık çok tartıştık zaman zaman ama zere kadar ne kırıldım ne gocundum üslup olarak dost olarak bulunmazsınız ve şahsınıza şiire, şaire en önemlisi Anadolu kültürüne gösterdiğiniz özen nedeniyle saygım sonsuz ..şu satırlara ya ben de ihya oldum şimdi teşekkürler Hayrettin Hocam tekrar saygıyla
Esmize - Perihan Kılıç
Esmize - Perihan Kılıç
hyazici58
Çok teşekkürler hocam...Selam,saygı...
Kesinlikle hayran kaldım....
Hayrettin Yazıcı'yı ne kadar güzel işlemişsin sevgili Perihan...
Onun değerli birikimleri, yaşam felsefesi ve duruşundaki asil tonun tüm rengini yansıtmışsın...
Gurur duydum hem yazılnadan hem yazandan...
Sevgimle...